“MERHABA!” ki başladığımız her yeni haftaya “ya bismillah” diye sarılsak da çoktandır yitirdiğimiz ve artık depremler gibi felaketler karşısında hayata yenik düştüğümüz gerçeklerde yeniden anlıyoruz k...

“MERHABA!” ki başladığımız her yeni haftaya “ya bismillah” diye sarılsak da çoktandır yitirdiğimiz ve artık depremler gibi felaketler karşısında hayata yenik düştüğümüz gerçeklerde yeniden anlıyoruz ki evet bu dünyada bir “külli irade” vardır ki aya merdiven dayamış olsak da alnımıza yazılmış “kaderimizden kaçamayız.” Geçen haftaya yine öyle bir kadersel çaresizlikte başladık. Ki biz olağan dönemlerimizi bile toplumsal ve yönetsel irademizin hükmüne sokamayan bir toplumuz. NE var ki şu “korku” var ya! Bu kez “depremle” geldi. Canlarımız kadar sevdiğimiz, çoğu zaman onlar için yaşama cehdi bulurken onlar için yaşadığımız  “çocuklarımızı” depreme karşı nasıl koruyabileceğimizin telaşına düştük. Önce okullarımızın durumuna baktık ki bazıları gerçekten sorunluymuş. T.C’de halâ devam eden sarsıntıları da göz önünde bulundurduğumuzda tabii ki korkacak, titreyecek ama çare arayacaktık. Ve bulduk: Bir süre çocukların tedrisini çadırlarda gerçekleştirsek… İŞTE geçen hafta bu “çareye” yönelik tartışmaları ibretle izledim. Aynen Laguna’da ikamet eden insanların en basit sarsıntıda başlarına geçme olasılığı bulunan apartmanlarını “terk etmeyiz” inadında ölümü bile göze almalarına nasıl şaştımsa, bazı okullarımızın çadırlarda eğitim yapılmasına olumsuz tepki koyanlara da öyle şaştım! VE BİR KEZ DAHA ANLADIM: İnsanlar sahip oldukları mülklerini geçici de  olsa hatta  ölümler pahasına bile terk etmek istemezler. Ve hatırıma geldi: Kaldı ki Kıbrıs’ta egemenlik savaşı verirken toprak vereceğiz. Devlet oluştan feragat edeceğiz, “bizim olanı” Rum’un paşa gönlüne göre paylaşacak haklarımızdan feragat edeceğiz. Hadi ordan! *** YENİ LİDER! İşte geçen hafta Rum tarafında tüm adanın egemeni olduğu iddiasında Kuzey’deki Türk halkının kaderine ve ulusal iradesine hükmetmek isteyen Rum liderlerinden bir “yenisi” daha Cumhurbaşkanlığı makamına oturdu. Daha ya bismillah demeden de parmağını Kuzey’e doğru uzatıp sallarken “emrini” şöyle duyurdu: “BEN AB’den Kıbrıs sorununa müdahil olmasını isteyeceğim”.  Ve ekledi: Bu konuda AB başkanı Charles  Michel ile görüşecek Kıbrıs sorununda rol almasını isteyeceğim. Hedefim müzakerelerin yeniden başlatılmasıdır… TABİİ bu arada yeni öğrendik: Hristodulidis de anası Yunanistan gibi silaha dolayısıyla silahlanma meraklısıymış. Kime karşı olduğunu sorgulamıyoruz çünkü artık “silahlanma” hem dünyasal bir ekonomik sektör olarak ticaretin zirvesini zorluyor hem de uluslararası ekonomik ilişkileri belirliyor. Sayın Hristodulis diğer Rum liderleri gibi bir lider olduğu için daha göreve başlarken “silahlanma” gibilerinden bir karar almasına şaşmadık. Kendileri 23 Mart’ta yapılacak AB toplantısına katılacak ve Kıbrıs’la ilgili görüşlerini orada da savunacakmış.. Kararlılığını ispat etmek için de “Kıbrıs sorununu çok iyi bildiğini söylüyor ve ekliyor: “Türk uzlaşmazlığının arkasına saklanmayacağım!” NE var ki o “Türk tarafı” dediği yerde de Sayın Tatar var ki doğrusu son zamanlardaki performansı ile soruna ilişkin direnci ve hemen her siyasi platformda adada bağımsız ve egemen bir Türk devleti olduğunu söyleyip düşman çatlatma pahasına “önce egemenliğimizi kabul edecekler” şartını öne çıkarması, öyle zannederim ki Hristodulis’in Kıbrıs  siyasetini çökertecek en büyük etkenlerden biri olacak. Rum tarafı çoktan bu dolabın çarkları arasına düştü. DENECEK ki öyle de peki, sonra ne olacak? Tutun ki uzun ince bir yolda gidiyoruz. Bu sorun (her ne kadar biz yat kalk Allah çözüm de çözüm diye tepinsek de) bir süre daha çözümsüzlüğe mahkûm toplum kalacak. İşte burada duruyorum ama: *** ÇÖZÜMSÜZLÜK ÇÖZÜMDÜR! Nitekim farkına varmak istemezsek de bir devlette olması gereken ne varsa hepsine de sahip olmanın üstelik sahip olduklarımızı bonkörce harcamanın lüks toplumuyuz da. Şöyle ki artık yollarımız arabalarımızı kaldıramayacak kadar yetersiz kalıyor. En lüksünden en hurdasına kadar arabası olmayanın kalmadığı ülkede tutun ki şimdilerde en çok pahasından yakındığımız madde de akaryakıt olmaktadır. Bu şu demektir: Arabalar ekonominin çarklarından biri oldu! Tüketim ekonomisi dense de sanayisini ve bakım onarım üzerine yarattığı tamirhanelerini, kaportacıları derken çarşı pazarın  en hareketli ve bereketli bölümünü “araba” üzerine gelişen sektörler tutmaktadırlar… Bunlara karşın: *** ÇİÇEĞİ BURNUNDA HABER: “Parlamentolar Arası Birlik” toplantısı için Bahreyn’de bulunan Cumhuriyet Meclisi heyetimiz Güney Kıbrıs Rum Yönetimi heyeti ile görüştü. Ayni çatı altındaki bir dünyasal toplantıda olağan bir  görüşme. Ancak tarafların birbirlerini daha yakından tanımaları görüşlerini “bire bir konuşmalarla öğrenmelerinin” de tabii ki yadsınamayacak faydaları olmalı. OLAYA bu düşünce ile baktığımda Kıbrıs’ta da artık iki toplumun artık bir masada yavaştan sorunun çözümüne ilişkin temaslarda bulunmaları gerekir diye düşünüyorum. Her ne kadar Sn. Tatar “Egemen devlet olduğumuzu kabul ederlerse” diyorsa da “Etmeseler de zaten o masaya  oturmuş olmak” bu adanın kuzeyinde siyasi irade sahibi bir toplum olduğunun kabulü değil midir?                                                                                                                                                                                                                                                        *** KISACA YENİ BİR HAFTAYA daha başladık! Şöyle ki yeni bir dünya rekoru müjdesi ile. Meğer nüfusumuza göre “boşanmalarda” dünya rekoru kırmışız. Çok sevindim. “Ne olursa olsun yeter ki bir rekorumuz olsun” diyeceğim de paşa keyfimin ötesinde bir toplumsal çöküntü var,  “boşanmalar!” Yalnız bir nokta: Eğer “boşanmalar yoğunsa demek ki ayni yoğunluktaki evlilikler de olmakta? Yani bu ülkede artık gençler “hadi evlenelim” dediler mi evleniyorlar, canları sıkılıp hayatlarını da sıktığında boşanıyorlar. YOKSA artık evlenmek, istenildiğinde şipşak ayrılmak kolaylığında bir fantastik etkinlik haline mi geldi? Durum vaziyetler öyle gösteriyor! HER neyse yeni haftaya bir merhaba daha!