Henüz  ilkokul dönemlerimizdi. Ellerden ellere dolaşırken iyicene yıpranıp hatta bazı sayfaları yırtılan risale esamesindeki kitapçıkları, çocukların okumasının  yasak olmasına karşın  bir yolunu bulup gizlice okurduk yine de..
Galiba “Çağlayan kitapları” yayınlarındandılar.. Hepsi de özenle yazılmış sonları her zaman “kıssadan hisse” çıkarılan nasihatler tembihlerle doluydular. O yıllarda bırakın öğrenciyi, sıradan yetişmiş bir yurttaş için bile “”terbiye” her bir davranışın üzerinde Allah’ın amentüsü gibiydi.. Ünlü yazarlarımızın romanlarından aktarılmış iki üç paragraflık parçaların hemen hepsini de sonradan çok uzun yıllar “bilgilerimizle hissiyatlarımız” olarak konuşmalarımıza katar lafazanlıklarımız haline getirirdik!   
Henüz o yaşlarda ve bilgiler kısırlığında bile Yahudi’yi de öğrendiydik.. “Açgözlülükle gaddarlık” timsali  olarak girdiydi usumuza! 
Sonra 1940’larda Filistin Yahudi savaşları peşinden de Arapların Filistin’i Yahudilere kaptırmasını o yılların tarihi vakalarından biri olarak yaşadıydık.. Nitekim rahmetlik Suphi eniştem  “Hayfa”da ikamet eden bir Arap berberiydi. 1947 de yurtlarını Yahudi’ye kaptırınca halam ve çocuklarıyla   Mağusa’ya kaçmak zorunda kaldılardı. 
VAHİM OLAN şuydu: Ortadoğu’da yoğunluğunca bir Arap dünyası ve egemenliği olmasına karşın bu insanların “vatan millet” mefhumu ile falan tırnak kadar ilgileri yoktu. Ne toprağı tanıyorlardı ne sanayii! 
BU NEDENLE Arap’ı  kovup yurduna sahiplik koyan Yahudi’nin  kısa sürede o çöllerde yarattığı “Moşav ve Kibuts” gibi kollektif yerleşim yerleri ile ot bile bitmeyen Allah’ın o kurak ve çorak topraklarındaki üretim mucizesinin  her zaman hayranı oldumdu. Nitekim bu hayramlığımı sık sık gazetedeki köşemde konu yorum yapardım. Şöyle ki daha önce de yazdığımca yılbaşı arifelerinde Lefkoşa’daki İsrail Elçiliği bana iletilmek üzere Bozkurt gazetesine mutlaka  orta boy bir torbada içinde türlü çeşitlisiyle hediyeler gönderirdi… 
ARADAN çok uzun yıllar geçti. İsrail için Kıbrıs’ı da kapsamına alan “Kenan Ülkesi” hayali zannedersem hâlâ devam ediyor! Ki  mücadelesinin son perdesini hep birlikte izliyoruz bu kez de Gazze’ye uzanan  Arabistan yarımadasının Akdeniz kıyılarında devam ediyor.. 
SON sözüm mü? “Yahudi’den korkun. .O zaman tedbiri elden bırakmaz uyumazsınız.. Çünkü Kıbrıs da o “Kenan ülkesi” kapsamındadır..                                                             ***
ERDOĞAN’IN ZİYARETİ SONRASI: PEKİ ŞİMDİ NE OLACAK? 
Bir süredir bizim cephede büyük bir merakla beklenen Sn. Erdoğan’ın Atina ziyareti gerçekleşti. Tabi ki çok şeyler beklenmiyordu ki “ziyaretin” gerçekleşmesi bile mucize sayılmalıydı. Yani denizleri ve karaları birbiri içine girmiş bu iki komşu, birbirlerinden o kadar kopuk ve aslında saklanamayacak kadar birbirlerine düşman iki hasım! Ki bugüne kadar Türk Yunan kardeşliğini yeniden ihdas etmek için gösterilen tüm gayretler sonuçsuz kaldı.. 
ANCAK bu sonuncu ziyarete  özel bir atıfta bulunulurken bundan sonra “neden olmasın” dediğimizce bir kez daha Türk Yunan dostluk ve işbirliğinden söz ediyoruz.. Acaba gerçekleşir mi ümidinde!                                              

Ne var ki Kıbrıs sorunu çözülmeden mümkün olmayacağı da ayan beyan ortadadır. Ki bu son ziyarette de gördük. Her iki taraf mümkün olduğunca Kıbrıs sorunundan uzak durmaya çalıştılar. Araya sokuştursalardı müzakere fiyasko ile sonlanırdı

YİNE  de ve kendimizden örnek vererek şunu ekleyim: . Bu  adada yıllardır hem de bazen iç içe yaşayan iki toplum olarak ne etimiz kaynayabildi bir kazanda ne dostça paylaşabildik adadaki varlıklarımızı. Buna karşın hâlâ varız ve hâlâ yan yana gelecek el sıkışıp birbirilerimizle konuşup alışverişlerde bulunabilecek, yardımlaşacak kadar insani duygularımızı yitirmeden varız..  Bu barışçı süreci kökleştirirsek bir gün bu adada nihai çözümü de görürüz ama şimdi değil!