“Bazı doktorlar ve bazı eczacılar olayı” bir yandan da toplumsal değişimin  “işte misali” denecek gerçekliğini çaktı.. Ancak olanları genellemeye çalışmak “işte Kıbrıs Türk toplumu” budur diyerek “ileride de geçmişte olduğu gibi yine olabilecek bazı sahtekârlıklarla, kanun dışı olayları neredeyse “genetik özelliğimiz” diyerek kendimizi töhmet altına sokmak da doğru değildir..

   Nitekim göz ucuyla izlediğim bir iki Tv. kanalında toplumda öne çıkmış bazı “yetkili” ve sorumlularımızın” adeta  “feveran” edercesine haykırırlarken tüm toplumu “sahtekârlıkla” suçlayarak genelleme yapmaya çalıştıklarını gördüm..

   BELKİ tüm toplumu suçlama haline gelen “söylemleri” yabana atılır gibi değildi çünkü öteden beridir KKTC’nin en büyük ve müzmin sorunu haline gelen “denetimsizlik” gibi bir sorunumuz vardır ki öküzü bile tilki yapar!..

   NİTEKİM daha devletin yeni yeni palazlandığı ilk dönemlerinde “denetimsizlik” sorunu kendini yeni yeni hissettirirken arkadaşım rahmetlik Taşkent Atasayan bana İngiliz döneminde geçe  bir olayı anlattıydı, hiç unutmadım. Şöyle ki geçmişte ne zaman benzer bir olay söz konusu olsa hem söyleyip anlattım hem de yazıp tekrarladım.. Bu gün de bir kez daha siz okuyucularıma anlatıyorum:

   İNGİLİZ sömürge döneminde (her halde (Limasol’da) bir gün devletin müfettişi posta dairesini denetime gider, pul satışı yapan vezneye yönelir ve görevli memura “sattığı pullarla önündeki çekmecesine koyduğu paraları” denetleyeceğini söyler. Denetim sonunda görür ki veznede satılan pullara karşılık çekmecede 3 kuruş eksik vardır.”  

   İngiliz müfettiş nedenini sorar, veznedeki memur şunları söyler: “Efendim ben her gün buradan geçen gazeteciden bir gazete satın alırım. Bugün satıcıya vereceğim bozuk param yoktu daha sonra yerine koyacağım üç kuruşu vezneden aldım satıcıya verdim. Sonra yerine koyacaktım.”

   İNGİLİZ müfettişin raporu pul satışı yapan memura “tartlık yani işten atılma kararıyla sonuçlanır! Basit gibi görülen üç kuruşluk pul parası açığı için bir memurun tart edilmesinin nedeni de şu hükme dayanmaktadır: “Bugün üç kuruşu alan yarın üç şilini öbür gün daha çoğunu alır…” Ve memur işinden atılır!  

   İŞTE bunun adına denetim derler.. O “tartlık” olayı da devlet kanunlarının ne kadar ciddi ve asla “küçük büyük olay”  mazaretine sığınılmadan uygulandığının ispatı olur…

   YA BİZDE nedir bu konudaki durum vaziyetler? “Deveyi hörgücü ile yerler ama kimse soru sual eylemez, lafın kısası “devleti çalmak yolmak KKTC de “var oluş” erkimizin bir parçasıdır!”    

                                                                           ***                                                                           

   BU DEVLETİ kuranların bazıları mesela yukarıda adını andığım Taşkent Atasayan, İsmet Kotak, Burhan Nalbantoğlu, Nejat Konuk, Salih Coşar… Gibi arkadaşlarım da oldu… Meyhane akşamlarımız da oldu toplumsal etkinliklerimiz de… Hepsi bu kadar ama! Hatta seçim kampanyalarına bile katılmadım, arkalarında dolanmadım ne kendim ne yakınlarım için tırnaklık himmette bulunmalarını istemedim.. Ki herkesler 1974’lerden sonra Rum’un terk ettiği villaları kapatırlarken ben yıllarca devletin ilk kez gerçekleştirmeyi başardığı sosyal konutların inşaatlarını bekledim, sonunda da kurayla birine sahip oldum hâlâ da ayni evde ikamet etmekteyim… 

***

   (Kendimden böylesi söz etmem doğru olmadı ama ne derler: “Bir ülkede namus erbabı en az namussuzlar kadar cesur değillerse o ülke doğru dürüst olmaz!”

   İŞTE KKTC’nin derdi de budur! Namus erbabı insanlar hep sindiler öne çıkamalar!    Çok olağan olması gereken toplumsal sıçramalar da bu nedenle hep sancılı geçti..

   Nitekim önce cemaat esamesindeydik! Ben, sen, o derken  “bizler” yanı sıra siyasallaştık, “siyasi partiler” oluşumlarında yerlerimizi aldık ama “Kıbrıs Türk toplumu olarak ne  çözüme yönelik davamıza toplumsal bütünselliğimizle sahip çıkabildik ne de “ulusallaşmayı” bir mefkûre haline getirebildik!

***

   BUGÜN ise artık “dünün” çok da hatırlanmadığı bir “Kuzey Kıbrıs Türk Devleti” gerçeği vardır ve bizler bu devletin yurttaşlarıyız..

   NE KADAR ulusalız ne kadar toplumun malıyız belli değil ama.. öyle ki Güney Rum’una bile varlığımızın  ağırlığını kabul ettirmekte zorlanmaktayız.. Çünkü imrenilip gıpta edilecek “çok önemli, çok güzel, çok dünyasal, çok değerli” yapılanmalara, yatırımlara, temizlik tertibe hâlâ doğru dürüst sahip olamadık! Kasaba bozuntusu kentleri, safiye yerleri niyetine köyleri, çoktan unutulup gitmiş “sosyal etkinlikler” kısırlıkları ile KKTC’nin vitrini sayılması gereken hemen tüm varlık ve değerlerimiz hâlâ içleri doldurulmamış, boş ve loş atıl vaziyettedirler!

   KISACA Kuzey’in  hâlâ  bir fevkaladeliği yoktur..

   Lefkoşa’nın “Arastası, Mağusa’nın surları ile içinin meydanı, Girne’nin hâlâ yenileme işleri süren kordon boyu, Karpaz’ın eşekleri ile burnu…  Ötesi nanay!

   HA! Son zamanlarda dış ülkelerden KKTC’ye uğrayan bazı kişilerle konuşurken öğrendim.. Artık dağ zirvelerinden sahillere, oralardan ovalara köylere kadar inildikçe yayılan villalara bayıldıkları söylediler! “Çok gurur duydum” mu diyeyim? İmar iskân açısından evet ama ayni gururu yollarımızla, yollarımızın aydınlatmalarıyla, temizliğimizle tertibimizle,  yeşilimizle… Duyabiliyor muyuz? Hatta medarı iftiharımız gibi gözüken şu üniversitelerimizle bile .. Ki hiçbir ülke sırf harçlarını söğüşlemek uğruna okullarını bu kadar harcıalem öğrencilerle doldurmaz!

   Ve hiçbir ülke demografik yapısını bile bozacak kadar öğrenciyi denetimsiz şekilde ülkeye yığmaz sonra da artan illegal olaylar ve uyuşturucu belasıyla mücadele etmek zorunda kalmaz!

***

   İŞTE aynalarımıza baktıkça gördüklerim düşündüklerim.. Ki artık ülkede en elit zümrelerdeen olmaları gereken doktorlar bile “öyle başa böyle tıraş” demiş olmalılar zıvanadan çıkmışlar ki.. Peki söyleyin bu ülkede kime güvenip kime sığınalım.. Ki bu nedenle olmalı en sevgili ve saygı duyulan zümremiz “emniyet güçlerimizle güvenliğimizi sağlayan askerlerimiz” olmakta Yoksa nice olurdu hallerimiz!