Şimdi eğri oturup doğru konuşmak lazım ama doğru konuşunca da birilerinin hoşuna gitmiyor, canları sıkılıyor.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, 40’ıncı yaşına bastı, kutlu ve hayırlı olsun ama bu 40 yılı her bakımdan değerlendirmek gerekmez mi? Neleri başardık, neleri başaramadık…
Hep güzel sözleri arka arkaya söylemek, bir de üstüne hamaset yapmak kolaydır da yapamadıklarımızı, yanlış yaptıklarımızı, başarısızlıklarımızı konuşmayacak mıyız?
Devleti kurduk da doğru yönetebildik mi, sorunlarımızı çözebildik mi, yeni sorunlar yaşanmasının önüne geçebildik mi?
Devleti kurduk da elimize ne geçti? Kazancımız ne oldu?
Derler ki “Bakın üniversitelerimiz, otellerimiz, lüks binalarımız var…”
E bir zahmet olsun o kadar, Kıbrıs Türk Federe Devleri olarak kalsaydık, bunlar olmayacak mıydı?
Olacaktı tabii ki… Üstelik Kıbrıs Türk Federe Devleti iken ambargolar, kısıtlamalar, dünyadan izolasyonumuz yoktu.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kurduk, başımıza gelmedik kalmadı, ambargolar altında ezildik…
Hade burayı geçelim, “kurduk bir kere” diyelim… Peki kurduk da tanıtabildik mi, tanıtmayı istedik mi, bunun için çaba sarf ettik mi? Ben öyle bir çaba ve istek göremedim.
Devleti kurmakla övünenlerin başını çektiği büyük bir kesim ülkedeki statükonun devam etmesini istiyor. Statükonun bir tarafından tutup da nemalanan birçok kişi bu düzenin böyle sürmesini arzu ediyor.
Hade burayı da geçelim, farz edelim çaba sarf edildi ama KKTC tanıtılamadı. Peki tanıtamadık da neden iyi yönetemedik?
Evet, KKTC iyi yönetilemedi ve maalesef daha iyi olacağına hep daha kötü yönetiliyor.
Değerlerimizi yitiriyoruz, tükeniyoruz, beceriksiz ülke yöneticileri nedeniyle tüm topluma dışarıdan “bunlar hiçbir şeyi başaramaz” yakıştırması yapılıyor.
Üretenler, başaranlar değil, tüketenler, bozanlar revaçtadır bu ülkede…
Bir devlet düşünün ki hükümetlerinin başarı kriteri “devlet çalışanlarının maaşını ödeyebilmek” olsun. Eğer bir hükümet devlet çalışanları ile emeklileri ödeyebiliyorsa, onu başarılı sayıyorlar.
Devlet çalışanları kıymetli, reel sektör üvey evlat muamelesi görüyor. Bunu özel sektör emekçilerine iliklerine kadar hissettiriyorlar. Özel sektör emekçileri, kendisini ikinci sınıf vatandaş görmesi nedeniyle devlet çalışanı- özel sektör gerginliği yaşanıyor.
Neyi hallettik ki? Bütün kronik sorunlarımız devam ediyor…
Trafikteki keşmekeş sürüyor, sürekli olarak trafik çarpışmalarında insanlar ölüyor. Gittikçe de ölümlü kazalar artıyor.
Çevre kirliliği ve çevre katliamına çözüm bulabildik mi? Tabii ki hayır?
Çalışma yaşamında ciddi hak ihlalleri var; birçok çalışan maaşını eksik ödeniyor, birçoğunun ihtiyat sandığı- sosyal sigorta yatırımları yapılmıyor, birçoğu kaç para alırsa alsın yatırımları asgari ücret üzerinden yapılıyor, birçoğu yasal süreden fazla çalıştırılıyor, iş güvenliğinden yoksun ortamlarda çalışan, iş kazası geçiren, yaralanan ölenler var…
Bunları tespit edebilmek, önleyebilmek mümkün değil midir? Mümkündür ama böyle bir niyet yok. Hükümetler bunları öylece seyrediyor.
Eğitim, sağlık, ekonomi de dökülüyor. Eğitime yatırım yapılmıyor, yıllarca riskli binalarda eğitim alındı. Türkiye’deki 6 Şubat depremi sonrası ailelerin baskısıyla riskli binalara girilmedi. Sıkça sıvaları dökülen, duvarları çatlayan sınıflarda eğitim görüyor çocuklar. 21’inci Yüzyıl’da çocuklarımız çadırda eğitime ya da konteyner sınıflara mahkûm ediliyor. Okullara yeterince kaynak aktarılamadığı, malzeme verilemediği için okul idareleri ve okul aile birlikleri resmen dilencilik yapıyor. Altyapı olmadığı halde tam günde inat ediliyor. Bunca yıl sonra eğitimin bu halde olması utanç vericidir.
Sağlığın durumu da felaket. Üç yılı aşkın süredir ilaç sorunu, ilaç eksikliği halledilemedi. Yıllardır ne Güzelyurt Hastanesi ne Girne Hastanesi bitirilebildi ne de Lefkoşa’ya yeni hastane yapılabildi. Nüfus yoğunluğu nedeniyle hastaneler tıklım tıklım, ameliyatlar için aylar sonrasına randevu veriliyor, sağlıkta personel eksikliği bitmek bilmiyor…
Yıllardır devlet daireleri ve kurumlarının verimsiz olduğu konuşuluyor ama bunun için hiçbir şey yapılmıyor. Kamuya halen partizanca istihdamlar yapılıyor, gerekli yerlere personel alınmıyor, liyakatsiz atamalar sürüyor, işini düzgün yapan bürokratlar görevden alınıyor. Devlet daireleri ve kurumlarının verimli olması gerçek anlamda hiç istenmedi.
Hükümet edenler, kendileri yasalara, anayasaya uymuyor, sürekli olarak icraatları mahkemeden dönüyor.
Bazı yönetenlerin, bazı bürokratların isimleri ciddi yolsuzluk iddialarıyla anılıyor.
KKTC uluslararası raporlara; insan kaçakçılığı, fuhuş, kara para, yolsuzluk, rüşvet konularıyla yer alıyor.
Polisiye olaylar gittikçe artıyor, yeni cezaevi doldu, eskisi de dolu, yetmedi, tutukluları bir yurda doldurdular.
Ekonomik krizlerde hükümetler halkına çare üretemiyor, tam tersine devlet eliyle ciddi ve sürekli zamlar yapılıyor. Akaryakıt, tüp gaz, elektrik zamları halkı bunalttı.
Daha iyi bir düzeye getirilmesi gereken KIB-TEK, perişan bir duruma sokuldu, oraya yatırım yapılmadı, işleyemez hale getirildi; 21’inci Yüzyıl’da elektrikler kesiliyor, halen karanlığa mahkûm oluyoruz.
İnşası ve açılışı yılan hikayesine dönüşen Yeni Ercan Havaalanıyla ilgili tuhaf işler oluyor… Başta Mağusa Limanı olmak üzere limanlar perişan halde… Mağusa Limanı’nda altı yıldır yıkılan iskele inşa edilemedi.
Devlet Laboratuvarımız yandı yedi yıldır yenisini yapamadık… Ne kadar aciz bir durum bu böyle…
Güngör Katı Atık Depolama Alanı’nı mahvettik, Dikmen Çöplüğü’nden beter edip çalışamaz hale getirdik ve çöpler buraya dökülemediği için ülkenin her tarafı çöp tepeleriyle doldu.
İktidarın büyük ortağı UBP’nin bazı kurmayları, koltuk uğruna parti içine müdahaleleri kendi eliyle çağırdı. Buna anlam vermek mümkün değil.
KKTC Hükümetleri, Türkiye’deki iktidara, bu ülkenin önceliklerinin ne olduğunu, yardımların, katkıların öncelikle nerelere yapılması gerektiği konusunda gerekli bilgiyi veremiyor, bunu anlatmakta bile sıkıntı yaşıyorlar.
Sonsuza kadar Türkiye’den katkı alacakmışız gibi bir anlayış hâkim, yönetenler bir hedef belirleyip, “Bir gün KKTC kendi kendine yeter hale gelecek” diyemiyor.
Bir devlet düşünün ki pandemide kapanmalar oldu ve reel sektörden para toplayamadı diye bir ay bile “devlet çalışanlarını” ödeyecek parayı bulamadı. Gün işleyip gün yiyen bireyler gibi KKTC devleti de bir ay işleyip bir ay ödeyebilecek bir kapasiteye sahip. Yaşadık, gördük işte… Pandemi dönemi çalışmayan özel sektör çalışanlarına 1500 TL’leri ödemekte bile aciz kalındı
Ülkenin tutar bir tarafı kalmadı. Halk önünü göremiyor, iflaslar, kepenk kapamalar arttı, insanlar perişan.
Bu halk zaten ambargolar nedeniyle ulaşım hakkı bakımından da sıkıntılı ve böyle bir ortamda bu ülkeye uçmak veya bu ülkeden başka bir ülkeye uçmak çok, hem de çok pahalı. Beceriksizlik, ihmal, istismar nedeniyle Kıbrıs Türk Hava Yolları’nı batırıp yok ettikten sonra fahiş uçak bilet fiyatlarıyla karşı karşıya kaldık ve yılladır devletimiz buna da çare bulamıyor.
Halkımız yine göç ediyor, yurt dışında eğitim gören gençler geri dönmüyor. KKTC’de kocaman bir başarısızlık öyküsü var… Umutsuzluk her geçen gün büyüyor…
Söyleyecek yığınla şey var… Daha neyi söyleyeyim? Devlet kurduk ama bu devlet, “devlet olmanın birçok gereğini” yerine getiremiyor. Acı ama gerçek olan bu…
Bunları konuşmayalım mı? Güzel sözleri sıralıyor, hamaset yapıyorsunuz, peki 40 yılda bu başaramadıklarınızı söylemeyecek misiniz? Bunları ne zaman başaracaksınız?