CUMA SOHBETİMDİR: Hiç kendinizle konuşur musunuz? Çok yararı vardır. Kendi muhasebenizi kendiniz yaparsınız.. Sizi bilmem ama ben zaman zaman yaparım. Utanç duyduğum da olur, kıvanç duyduğum da. Ki jan Jak Ruso o  karnından konuşmalarını kitaplarında anlatırken “İtiraflarım” dediydi.. Çocukluğunu anlatıyordu ve yazdıklarını okuduktan sonra Roso’ya niye filozof dediklerini daha iyi anlardınız..

    YUNANCA’da “filo” arkadaş demektir. “Sofia” sevgili..   İkisi yan yana geldi mi “bilginin bilimin sevgisi” olmakta.. Bu mertebeye varan insan da “filozof!”

   BİZDE Ziya Gökalp vardı. Büyük düşünürlerimizdendi. Kendisine atfedilen fikirlerinden birini hâlâ ağızlarımızda sakız gibi çiğneriz de şunu da anlarız. “Düşüncelerle güzel laflar, nasihatlerle dolu kitaplarla ibretlik davranışlar… Ne bu yüzsüz arsız hırsız ve rezil dünya insanlığını  değiştirmeye yetiyor ne de cehaleti kaldırabiliyor.. Ki ne gelip giden peygamberler ne de “Kuranı kerim ile İncil” başarabildi bu değişimi…

   LAFIN KISASI bu dünyada “adam olmak” için ya Amerika kadar güçlü olacaksınız ya da üfürükten ülkeleriyle hiçbir işe yarayamayacaklarını anladıkları için Allah’ın kendilerine verdiği aklı kullanarak bir araya gelip “birlik” olan Avrupa ülkeleri gibi olacaksınız!..

   Kİ BİZİMKİLERE BAKIYORUM Türkiye’yle bile “bir ve “birlik” olamadılar hâlâ Güney’in Rum’undan kendilerine bahşedilecek “barışçı çözümü” umuyorlar!                                                                                                                                                                           

***

    İNANIR MISINIZ? Hani Orhan Veli z şiirinde: “…Hiçbir şey çekmedi, nasırından çektiği kadar…” Ki Rumlar için bu adada asıl “nasır” Türklerdir!. Onca uğraş savaş ne kesseler kurşunlasalar kurtulabildiler ne yakıp kavursalar… Hâlâ da uğraşıyorlar! Tutun ki onlar için de asıl nasır Türklerdir! Gel gelelim herkeste talih bu da onlar için kör Salih!

   SEN kalk koca İngiliz’i bile adadan sürüp atacak EOKA gibi bir örgüt oluştur.. Vur, öldür, yak, yık…  Sonra seni seyreden günahın kadar sevmediğin Türk’e adanın yarısını hediye et! Gitti mi Enosis hayali! Artık bekle ki bir gün batsın bu Türkiye!

   NE diyordum sohbetimin başında? “Siz hiç kendinizle konuşur musunuz?”  Büyük olasılıkla Rumlar çoktan konuşmaya başladılar! Hayra alamet değil tabi! Her ne kadar henüz Maraş’ı tümden yitirmeseler de bu kafayla bir gün onu da kaybettiklerini gördüklerinde, ne kadar siyaset budalası olduklarının da idrakine varacaklar ama çok geç kalacaklar! Ve dönüyorum bize:  

***

    TARIM “doğasal” bir olaydır.. Eğer onunla birlikte yaşamaz, içinde yoğrulmaz, sıcaklarında yanmaz, çocukken toprağına çamuruna bulanmaz, kışının soğuğunda donmaz, ekilenlerle birlikte büyüyüp dürümez, ağaçlarının dallarından meyvelerini toplamaz ekip biçmezseniz falan…

   SİZ NE tarımdan anlarsınız ne çiftçi bahçeci olursunuz..

   Kİ geçmişte Kıbrıs’ın her bir köyü ayni zamanda ekilip biçilen tarım alanlarıyla doluydu.. Yaşı gelen her çocuk o tarım alanlarında önce ana babalarının gözetiminde sonra kendi kendilerine tarla sürer eker biçer, üretilenleri satar, bir yandan da parasal gücü yettiğinde hayvan besiciliği yapardı…

   ARTIK KKTC de öylesi bir hayat yoktur!   Çobanlar bile TC’den getirtilmektedirler. Köyler memur kesiminin sayfiyesi oluşlarının da ötesine geçerek ikamet yerleri haline geldiler.

   Kısaca artık KKTC’de bir “köy mefhumu” yoktur.. Ne de “köylü!”                                                                                                                                                                                                                                                                      

***

   NİTEKİM tanıdığım bazı ziraatçılar çoktan  “köylerdeki ekim alanlarında” bırakılan  boşlukları doldurmuşlar “sebze meyve üretimlerini” bizzat gerçekleştirmektedirler..

   BU da  bir toplumsal kabuk değiştirme  olmalıdır.. Ne var ki sistemi değiştiremiyorlar! Şöyle ki hâlâ “kooperatifçiliği” ihdas edemiyor, anlamı ve işlevi ile bir zirai kolektivizm haline getiremiyorlar. Bu nedenle Kıbrıs Türk toplumu üretim yönünden çok kaybediyor.  Pahalılığı bu nedenle önleyemiyor! Kaldı ki:  

   ARTIK ülkede üniversite mezunu  olmayanın kalmadığı gerçeklerde o büyük değişimi yani “kooperatifçiliği ve uygulanan sistemini” görmek istemenize karşın hâlâ dedenizin “çoğu Allah’a havale edilmiş metotları” geçerli olmakta!

   VE hâlâ tarla ile çarşı pazar arasında bir koordinasyon kurulamamış.. Hâlâ en çok kazananlar ne üretenler olmakta ne de zincirin son halkasını oluşturan “parakente satıcılar! Asıl kazananlar tek ter damlası akıtmadan “üretilenlere” ortak çıkan “toptancılar” olmakta, onlar kazanmaktadırlar!                                                                                                                                

***

   Kİ ÇOK AÇIK BİR GERÇEKTİR: Kimse sattığı malın fiyatını düşürmek için çalışmaz! Kazanmak, kâr yapmak için üretir ve satar…

   İŞTE asıl sorun da budur..  Yaşama gailesindeki insanlar durup dururken acaba ötemizdeki insanlar nasıl yaşarlar, hangi parayla ne kadar satın alabilirler, büyük pahalılığa nasıl dayanırlar diye kafa yormazlar.    

   BU sorulara cevap verecek olan hükümetlerdir. İlgili seçilmişler, Bakanlıklardır.. NE var ki onlar da kafa yorsalar bu sorunlara cevap veremiyorlar, çare üretemiyorlar..

   Eee! NE YAPACAĞIZ? Aha böyle kimimiz zırlanacak, kimimiz yazacak, kimimiz kazanırken kimimiz kaybedecek… Yeter ki vatan sağ olsun!   Dumlupınar denizaltısının tüm personeli de artık son çaresizlikte ölüme teslim olurken  “ vatan sağ olsun” dedilerdi. Gerçekten de “vatan hâlâ sağ ve salimse mesele yok demektir! Hadi yola devam…