Editör: TE Bilisim
1815 yılında, Endonezya’da bulunan Tambora Yanardağı’nda yaşanan şiddetli patlama, korku edebiyatının gelişmesinde önemli rol oynadı
1815’te yaşanan Tambora Yanardağı patlamasının korku edebiyatının gelişmesinde doğrudan etkisi bulunuyor. Frankenstein ve The Vampyre (Dracula’nın atası) eserleri bu patlamadan ilham alınarak aynı evde yazıldı. Bu patlama o kadar etkilidir ki edebiyatın gelişmesinin yanında devletleri idari yönetime iterken, Napolyon Savaşları’nı bitirmiş, bisiklet gibi bazı icatların fitilini ateşlemişti.
1815 yılında, Endonezya’da bulunan Tambora Yanardağı’nda, insanlığın gördüğü tüm zamanların en şiddetli patlaması gerçekleşti. Atmosferi kaplayan kül yüzünden tüm dünyada sıcaklıklar düştü. Avrupa son 12 yıldır Napolyon Savaşları’nın içindedir. Hem Tambora felaketi hem de uzun süren savaşın getirdiği yıkım dünya genelinde, özellikle Avrupa’da kıtlık çıkmasına yol açar ancak Napolyon Savaşları patlamadan 2 ay sonra biter.
Napolyon, meşhur Waterloo Savaşı’nı aşırı yağmur ve çamurdan bataklığa dönüşmüş yer koşulları yüzünden kaybeder. O yıl Avrupa, eşi görülmemiş kadar yüksek miktarda yağmur alır. Bunun nedeni de Tambora küllerinin, bulutların oluştuğu İyonosfer katmanında bir nevi kısa devre yaptırması ve yağmurları tetiklemesidir. 100.000 kişiyi öldüren Tambora Yanardağı ironik bir şekilde, dünyaya bir nevi “savaşma seviş” mesajı vermiştir. Savaşı bitiren Tambora için sırada dünya korku edebiyatına katkı sağlamak vardır.
Tambora patlamasından sonraki yılın yazı adeta bir kış gibidir. Haziran ve temmuz aylarında kar yağışları görülür. 1816 yılının yaz mevsimi tarihe “yazsız yıl” olarak geçer. Ürünler yetişmez, İrlanda’da patates kıtlığı başlar. İrlanda ve İngiltere’de tüm yaz aralıksız yağmurlarla geçer. Kıtlığın ardından tifüs salgını başlar. Yüz bine yakın kişi ölür. At gibi, ulaşımda kullanılan hayvan ölümleri öyle bir noktaya gelir ki 1817’de Karl Drais Von Sauerbronn tarafından yükleri çekmek amacıyla ilk pedalsız bisiklet icat edilir. Avrupa’daki en karanlık dönemlerden biri yaşanır.
Bunlar yaşanadursun, o zamanın ünlü yazarı Lord Byron, Cenevre’deki evine birkaç İngiliz arkadaşını davet eder. Bu davetliler Mary Shelley ve onun üvey kız kardeşi, o zamanlar başka bir kadınla evli olan Percy Shelley ile hobi olarak hikâyeler yazan bir doktor olan John William Polidori’dir. Davete icabet ederler. Her yerde olduğu gibi Cenevre’de de hava buz gibidir, yaz havası yoktur. Evin içinde oturmaya mahkum olurlar ve zamanla davetlilerin canı sıkılmaya başlar. Lord Byron bu duruma bir çare bulma arayışına girer ve çok geçmeden aklına bir fikir gelir. Kasvetli günlere uygun olarak davetlilere bir korku hikâyesi yazmalarını önerir. Bu fikir davetlilerin ilgisini cezbeder ve iyi bir korku hikâyesi yazmak için yarışa girişirler.
Bu öyle bir yarışmadır ki, Cenevre’deki o evden iki tane kült korku hikâyesi çıkar. Mary Shelley, “okuyucu çevresine bakmaya cesaret edememeli, kanı damarlarında donmalı ve kalbi hızla atmalı” gibi bir anlayışla yola çıkarak, içinde bulundukları yazsız yıldan da ilham alarak; buzların içinden çıkıp gelen bir canavarı, “Frankenstein”ı yazar.
Polidori ise güneşin görünmemesinden ilham alır ve güneş ışığında yaşayamayan bir mahlukat yaratır. İlk yayınlanan vampir hikâyesi olan, Dracula’nın öncüsü “The Vampyre”i yazar. Böylelikle bu iki korku timsali, 1816’nın yazsız yılında bir can sıkıntısı aktivitesiyle ortaya çıkar. Çok geçmeden bu hikâyeler korku edebiyatının sükse yapmasına yol açar.
Yorumlar