Duayen tiyatrocu Yaşar Ersoy, Lefkoşa’nın güney yarısında beş tiyatro binasının bulunduğunu belirterek, kuzey yarısında ise tek bir tiyatro binası bulunmadığına dikkat çekti. 27 Mart’ın “Dünya Tiyatro Günü” olarak kabul edildiğini ve çeşitli etkinliklerle, insani önemi, değeri ve toplumsal işlevi anlatılmaya çalışıldığını kaydeden Ersoy, Lefkoşa’nın kuzeyinde tiyatro binasının bulunmamasını ‘Seviyesizlik’ olarak nitelendirdi. Ersoy, konuyla ilgili kişisel sosyal medya hesabı üzerinden açıklamada bulundu. “Bu seviyesizlik hepimizin utancıdır” diyen Ersoy’un açıklamasının tamamı şu şekilde: “En karanlık zamanlarda bile insanlıkla birlikte nefes almaya ve yaşamaya direndi tiyatro. Karanlık, acılı bir yere yuvarlandı dünya. Dizginlerinden boşalmış neoliberalizm doğaya ve insana karşı tahribatını vahşice sürdürürken, yok etmektedir her güzel şeyi. Yer kürenin fay hatları kırılırken toplumsal yaşamın fay hatları da çatır çatır çatırdamakta ve toplumsal yaşam enkaz altında can vermektedir. Her coğrafyada hatta en refah bilinen coğrafyalarda bile acılı, bungun, karmaşık, sıkıntılı, boğucu zamanlar yaşanmaktadır. On binlerce insan hak arayışında sokaklarda direnmektedir. Sömürülen az gelişmiş ülkelerde ise daha vahşi, kanlı ve acımasız yaşanmaktadır bu zamanlar. Sermaye sahipleri servetlerine servet katarken, sömürdükleri ve kırıp döktükleri halklara da din soslu söylemlerle “Yoksulluk Kaderdir” aşısı yapmaktadırlar. Acılı tarihe sahip küçük yurdumda ise bir yanda rant uğruna çürük binalarda işlenen cinayetlerle evlat acısıyla dağlanırken yürekler, yetkililer de bu cinayetlere “Kader Planı” diyebilecek kadar vicdanlarını çürütürler. Diğer yandan ise bölünmüş acılı küçük yurdumun kuzey yarısında, Üst Yönetim-Alt Yönetim rezilliği yaşanırken “egemen eşit devlet” absürt söylemi ise mizahın baş konusu olur. Bu rezil sistemde her geçen gün zenginleşen mutlu azınlığın yanında, örgütsüz ve çaresiz geniş kitleler ise yoksulluğa ve açlığa mahkûm bırakılır. İşte bu karanlık acılı zamanlarda insanlık ile birlikte nefes almak ve yaşamak için, inadına direnir, insanın canlı sanatı tiyatro... Ve seyircisini, tiyatronun ışığında aydınlatmak ve insan kalmakta direnmek için tiyatroya çağırır. Tüm dünyada 27 Mart, “Dünya Tiyatro Günü” olarak kabul edilir ve çeşitli etkinliklerle, insani önemi, değeri ve toplumsal işlevi anlatılmaya çalışılır. Çünkü tiyatro, Antik çağdan beri acıların, karanlığın, çatışmaların, eşitsizliğin, adaletsizliğin, haksızlığın üzerine yürür... Nefreti, şiddeti, yalanları, sahtekârlığı, iki yüzlülüğü gösterir... Savaşın yok edici, yıkıcı yüzünü; sömürünün vahşi acımasızlığını sergiler. Bu nedenle kimi zaman yasaklanır, sansüre uğrar kimi zaman da şiddete maruz kalır. Ama ne yazık ki, kimi zaman da kimi ellerde tiyatro, hayatın ve insanın gerçeğinden koparak, düzene uyarca olur ve izleyiciyi manipülasyonlarla ve yalanlarla uyutmaya çalışır. “Hayatım ağrıyor” demişti yurdumun şairi Fikret Demirağ ve şöyle devam etmişti: “Ağrıyan hayatımla yürüyorum ağrıyan dünyaya. Ağrıyan hayatımdan ağrı dindirici bir şiir damıtıp akıtabilirsem ağrıyan dünyaya, hayatımın ağrıları bir işe yaradı diyebileceğim.” Dünyanın her coğrafyasında; acılı, ağrılı, bungun, karmaşık, sömürüye dayalı kanlı zamanlar yaşansa da tiyatro perdeleri açılır, her engele inat açılmalıdır da. Dünya Tiyatro Günü’nde ise bir başka heyecanla açılır perdeler. Peki neden?.. Neden açılıyor bu perdeler? Yazarlar neden oyun yazıyorlar? Yönetmenler neden oyun sahneye koyuyorlar? Ne yapmak için sahneye çıkıyor oyuncular, ne söyleyecekler, ağrıyan hayata ve hayatlara dair? Ki yaptıkları tiyatro ağrı dindirici bir işe yarasın. Toplumsal bir sanat olan tiyatroya, yaşadığımız bu acılı, karanlık zamanlarda her yüzyıldan daha çok ihtiyacımız var. Çünkü her gün biraz daha birbirinden uzaklaştırılan ve yalnızlaştırılan insanlar giderek en koyu karanlıklarda çaresiz bırakılmakta... Bu nedenle tiyatro da seçimini yapmalıdır, tarafını belli etmelidir ve o tarafta yer almalıdır. Bertolt Brecht’in dediği gibi: “Bu büyük seçme çağında sanat da seçimini yapmalıdır. Sanat ya körü körüne bir inanışla kaderini bir azınlığa bağlar ve onun aracı olur ya da çoğunluğun tarafını seçerek kaderini ona bağlar. Ya insanları boş düşlere sürükler ve onları uyutur, bilgisizliği artırır; ya da gerçeklere yönelip bilgiyi çoğaltır. Ya yıkıcı yanı ağır basan güçlere ya da yapıcı ve ileri güçlere seslenir.”