İnsan, dünyaya gözlerini açar açmaz çeşitli tehlikelerle karşı karşıya kalmaktadır. Bu tehlikelerin en önemlisi ve varoluşsal olanı ise belirsizliktir.

   Doğası gereği anlam arayışında olan insan türü, belirsizliğin yarattığı anlamsızlık karşısında varoluşsal sancılar yaşamaktadır. Bu nedenle de tanımlama yoluna gitmektedir.

   Bu noktada bir sanatçı olarak şairin kim’liği de belirsizliğin ortadan kalkması için önemli bir unsurdur. Toplum tarafından yapılan tanımlamalara bakıldığında ise üretilen ile üreten arasında bir ilişki kurulduğunu söyleyebiliriz.

   Bir marangozun tanımı yapılırken onun ağaç/tahta türünden eşya yapan birisi; makinistin tanımı yapılırken onun araçları tamir eden bir kişi olduğu üzerinde durulur. Görüldüğü gibi yapılan iş ile o işi yapan kişi arasında bağlantı kurularak bir kimlik oluşturulmaktadır.

   Zanaattan sanata bir köprü kurulduğunda ise bu kimlik belirleme ve tanımlama eylemi daha da zorlaşmaktadır. Nitekim bir sanatçı olarak şairi şair yapan şey sadece şiir üretiminde bulunmasından kaynaklanmamaktadır. Şairin, bu kimliği alabilmesi için özgün bir şiir dilinin yanı sıra bir duruşa da sahip olması gerekmektedir.

   Şiir ve dolayısıyla şair, varlığı gereği muhalif bir duruşa sahip olmalıdır.

Şairin muhalif yönü

 

   Sanatçının sorumluluklarının başında muhalif olması gelmektedir. Geriye birkaç adım atıp manzarayı geniş kadrajda gözlemlediğimizde aslında sanatçının doğası gereği muhalif olduğuna tanık olabiliriz.

   Öyle ki şairin kurduğu şiir dili, imge dünyası, derinliği, nesnel gerçeklikle çatışarak yeni bir gerçeklik alanı oluşturması, dünya ile empati kurması onun kabul edilmiş standartlara zıt/ muhalif olduğunun göstergesidir. İnsan, gündelik yaşamdaki sınırları nedeniyle kendini somut bir düşünce sistemine hapsetmiş durumdadır.

   Kişinin gündelik yaşamında kullandığı nesneler, gördüğü renkler pragmatik bir işleve sahiptir. Bir masa kişiye fayda sağladığı kadarıyla bir öneme sahiptir, bir renk bir nesneyi nitelediği kadarıyla kendine varlık alanı bulur. Oysa şiir sanatı gündelik yaşamdaki sıradan şeylerden özgün bir dil yaratır.

   Bu dille yaratılan imgeler kimi zaman nesnel gerçekliği de yerle bir eder. Mesela “Gecenin aç kuşları çiğneyip duruyor etimi / çıkarıp atıyorum sesimdeki paslanmış platini” dizelerine göz atacak olursak ilk olarak gerçek anlamda paslanma gibi bir durumu olmayan platinin şiir içerisinde paslanması yönüyle nitelendiğini görürüz.

   Turgut Uyar’ın “Bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur”, Cemal Süreya’nın “Canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını” gibi dizelerine de bakıldığında gündelik yaşamdaki dile karşı çıkıldığını görürüz.

   Dil insanın varlığını yansıtan, aynı zamanda varlığını şekillendiren unsurların başında gelir. Kişi diliyle dünyayı ve kendisinin dünyadaki yerini anlamlandırır. Dil işçiliği olarak tanımlanan şiir üzerine yoğunlaşan şairler bu nedenle ister istemez muhalif bir var oluşa sahiptir.

   Şairi diğer insanlardan ayıran en belirgin özellik gözlem yapma ve gözlemlediklerini imgesel bir dile çevirme gayretidir. Gündelik yaşamında gördüğü çevresel, toplumsal veya bireysel sorunlar; savaş, yoksulluk, kapitalizm gibi evrensel durumlar şairin bilinçaltındaki yanardağda birikir durur. Şairin, tüm bu sorunsallara şiiriyle başkaldırması onun sanatçı kimliğinin sorumluluğudur.

Sanatçının kronikleşen esareti

ve Kuzey Kıbrıs’taki durum

   Yönetim; yoksulluğun, eşitsizliğinin olduğu her ülkede yönetilenlerin muhalif olması gereken bir kurumdur. İşte sanatçı olarak şair de yönetilenin, ezilenin yanında yer alarak muhalif bir kimlik kazanmalıdır.

   Oysa Kuzey Kıbrıs’taki duruma bakıldığında şairlerin genellikle sağ düşünceye yönelik olanlarının Osmanlı Dönemi şiir ortamını hortlatmaya çalıştığı göze çarpmaktadır. Bilindiği gibi Divan şiirinde şairler divanlarını, kasidelerini padişahlara, paşalara, sadrazamlara sunar, bunun karşılığında belli menfaatler elde ederdi.

   Hatta kimi zaman direkt yönetenler tarafından sipariş edilen kitaplar da şairler tarafından yazılırdı. Günümüzde şiirin her ne kadar çağdaşlaşmış olduğu düşünülse de şairin henüz o esaretten kurtulduğunun söylenemeyeceğini iddia ediyorum.

   Kuzey Kıbrıs’taki bazı şairlerin, başka bir deyişle şiir kitabı çıkaran kişilerin Cumhurbaşkanına, Başbakana veya Belediye Başkanına kitabını takdim ettiğini görmemek mümkün değil. Öyle ki sola yakın sanatçılar bu tavırdan uzak olsa da onların içinden bazılarının da muhalif eski yöneticilere kitaplarını takdim ettiği görülmektedir.

   Bir sanatçı olarak şair, gerek diliyle gerek düşüncesiyle dünyayı değiştirmek, bunun için de tüm kurallara, otoritelere başkaldırmak, dayatılan nesnel gerçekliğe, özgürlüğü zedeleyen darbelere karşı koymak gibi sorumluluklara sahipken; onun iktidar sahiplerinin karşısında “kabul edilen” taraf konumunda durması hem sanata, hem sanatçıya hem de sanatçının muhalif yönüne aykırılık arz eder.

   Öyle ki sağcı veya solcu olsun o iktidardaki kişi halkı ezdiği zaman sanatçı buna nasıl karşı duracaktır?

Nâzım Hikmet'in “Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim, / akar suyun, / meyve çağında ağacın, / serpilip gelişen hayatın düşmanı” dizeleri; Hasan Hüseyin  Kormazgil’in “çalışmışım on beş saat/ tükenmişim on beş saat/ acıkmışım yorulmuşum uykusamışım/ anama sövmüş patron / ter döktüğüm gazetede/ sıkmışım dişlerimi” dizeleri muhalif bir ruha sahip olmadan yazılabilir miydi?

   Ya da Behçet Aysan’ın “sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler / yalan her şey gibi /aşklarınız da.” dizeleriyle Ahmet Erhan’ın “Bir işçinin, elinde ekmekle evine döndüğü/ o yerdir mutluluk / Akşamüstü, çocukları cıvıldayıp dururken / Derin bir iç çekiş, tatlı bir yorgunluk Ve yüzüne yayılan gülümseme birden...” dizeleri yaratılabilir miydi?

   Bu şairlerin toplumcu oldukları eleştirisine ise halktan koptukları söylenen II. Yeni akımından Cemal Süreya’nın “Kötülüklerin büsbütün egemen olduğu, / namussuz bir çağ bu biliyorsun” dizeleri, Edip Cansever’in “Gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir” dizesi örnek gösterilebilir.

 Sanat da sanatçı da varlığı gereği muhalif bir kişiliğe sahiptir. Bu nedenle şair varoluşunun gereği olarak tüm otoriter yaklaşımlara, özgürlüğünü elinden alacak tavırlara başkaldırmalıdır. Muhalif olmayan şair ne kendi şiirini yaratabilir ne de özgür bir dünya için mücadele edebilir.