Bir haftayı aşkın süredir Yunanistan’da Rodos adasını da saran büyük yangını, canımın ciğerimin yandığınca izliyorum…   

“Allah düşmanımı bile böyle afetle karşı karşıya bırakmasın” dediğime nazire, bir ülkenin görüp göreceği en büyük felaketi Yunanistan yaşamaktadır. Neredeyse ülke bir baştan bir başa koskoca bir ateş topu haline geldi. TV haberlerinde izliyoruz, havadan söndürme görevini sürdüren bir de uçakları düşüverdi…

BİR haftadır türlü çeşitli duygularda izliyorum bu yangını.    

Yardıma ilk koşan ülkelerden biri havadan söndürme uçakları ile Türkiye oldu. Yunanistan Başbakanı anında teşekkürlerini iletti.

BU KONUDAKİ ilgili haberleri izlerken düşünüyorum:        

“Yıllardır birbirlerine dişlerini gösteren bu iki hasım ülkenin bir yangın felaketinde “yardımlaşma” gibi insani duygularda yan yana gelişleri ibretliktir. “Neden aynı coğrafyada kader birliği yapmaları gereken bu iki komşu ülkenin, ezeli denecek düşmanlık gösterileriyle sarmalı bir kaderi yeğlediklerini” düşünmenin kırıklığıyla tabi.

Kİ Allah’ın inayetinin bir sonucu olmalıdır. Dost olmaları için dünyalar kadar  nedenleri varken, yıllardır iki hasım düşman olarak kapışan ve Kıbrıs siyasi sorunundan dolayı birbirlerine karşı tavır koyan bu iki komşu ülkeyi neden cehennemi hatırlatan “yangın” gibi bir felaketin söndürülmesi çalışmaları (ancak) yan yana getirebilsindi?

***

Kİ bu yangın, günü saati gelir söner ya da söndürülür.  Peki ya sonrası?

“İKİ ÜLKE yeniden kendi sınırları içine çekilir. Ancak Kıbrıs’ın da kapsamında bulunduğu sorun devam eder.  İki ülke hep “savaşa, dalaşmaya, birbirlerini öldürmeye” an kalan en kötü komşuluk ilişkileri ile devam eder. Hayır bu bir kader olmamalıdır. Kaldı ki “kaderine hükmeden” tek canlı varlıktır insan.

TEMENNİ edelim ki olanca zararlarına acılarına karşın bu “yangın” iki ülke ilişkilerini yumuşatıp insancıl ilişkiler platformuna çeker. Bu konuda yapılması gerekenler biliniyor. “Silinecek düşmanlık duygularının yerine dostluk ve insancıl duygularını koymak… Dolayısıyla:

GELECEĞE BİR DE BU GÖZLÜKLE BAKILMASINI DİLİYORUM:

Şöyle ki ne kadar yangınlar, ateşler, sıcaklar karabasanında sağlıklı düşünmek mümkün değilse de Rum tarafının özellikle son dönemlerin Kuzey’ine daha dikkatli bakmasını salık veririm.

Bizler KKTC sınırları içinde dönbaba olduğumuz için belki çok farkında değiliz… Fakat Güney Rum’unun derdi davası haline getirdiği “bizimle uğraşmayı” adeta programlayacak kadar ileri götürdüğü de her halde dikkatlerden kaçmamaktadır! Şöyle:

KUZEY süratle değişiyor, değişirken yenilenip dünyasallaşıyor.

Yani çoktan beridir adadaki Türk toplumu artık (Rum’un diline pelesenk) ne şamişicidir ne de lokmacı.               

Hele Ercan Havaalanı’nın restorasyonundan sonra yeniden ve daha bir yoğunluğunca hava ulaşımına başlaması, yanı sıra bazı sorunlarına karşın dünya ülkelerinin öğrencilerine açık tedrisatları ile “üniversitelerinin” gitgide daha çok gelişip söz sahibi olmaları, artan turist sayısı ve turizmde de mesafe kat etmesi gözden kaçırılamayacak kadar önemli ve başarılı yatırımlarıyla gelişmişlikleridir.              

***

ANCAK TEKRAR ETMEKTE YARAR GÖRÜYORUM:

Tüm bu gelişmeleri, iyileştirme ve restorasyonları gölgeleyen o büyük sorun devam ediyor:

“Çevre kirliliği!” “Derbederlik!”  “Kentlerden köylere, kırsallardan kentlere uzanan ilkellik.

MESELA diyeyim: Siz ülkenin en önemli tarihi kentinde ve Lüzinyanlardan, Venediklilerden, Osmanlılar’dan beridir var olan meydanında… O meydanda çoğu yıkıntı haline gelip özelliklerini yitirseler de. Hâlâ tarihi önemleriyle var olan tarihi eserlerinin pejmürdeliğini gördünüz mü?

YARIN anlatacağım görmedinizse de anlayacaksınız:

“Ne kadar çevre ve tarihi eser düşmanları olduğumuzu!”