Zaman zaman yaptığımca yazıma yine geçmişteki bazı hatıraların hatırlattıklarıyla başlayacağım: İlkokula 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden az zaman sonra başladımdı… O yıllarda bile “alfabemiz,” yanı sıra “Tarih ve Coğrafya” gibi kitaplarımız vardı.

   Ki söz konusu Türkçe kitaplarımızdaki okuma parçalarımız “ekol ve okuldu!”

   YERİ geldi yazayım: Bugün de “gidi İngiliz” dediğime nazire “İngiliz Valisi” ile yönetildiğimiz o sömürge döneminde Rum toplumu bize karşı yine kayırılıyordu… Rumlar yine birinci sınıf, Türk halkı hatta 2. sınıf da değildi!..

   VE Rum liderliği sömürge yönetiminin kaymağını yiyor, sonra “besle kargayı oysun gözünü” dedirterek İngiliz sömürge idaresine karşı EOKA gibi silahlı bir terör örgütünü harekete geçiriyordu! Bunlara karşın:

   İNGİLİZ bu adaya sadece okullaşmayı getirmekle kalmadı. Kooperatifçiliği de getirdi yanı sıra parasal tasarrufla kollektivizmi de getirdi, yukarıda yazdığımca “kitaplaşmayı” da getirdi…

   TABİ Kİ Rumları daha çok sevdi kayırdı öne çıkardı!

   Doğru çünkü toplum olarak sömürge yönetimi ile sıkı fıkı ilişkileri Rumlar gerçekleştirdi. (Sonra da EOKA’yı kurup “İngilizlere ve tabi Türklere yönelik terör hareketleriyle sonunda adanın Kuzey-Güney olarak ayrılmasına kadar varan olayları yarattı!) Hâlâ da yaratılan bu felâketlerin üzerine kurulu ulusal ve ırksal mücadeleler devam etmektedirler…

   Son örneği de Pile’ye açılacak bir yolun yapımını olayıdır! Neredeyse Türklerle Rumlar arasında yeniden savaş nedeni sayılacak bir olay haline getiriliyordu!)  

***

   DEVAM EDİYORUM: O sömürge dönemlerinde İlkokullardaki “Türkçe okuma kitaplarımızdaki her okuma   parçası ya Ömer Seyfettin’den aktarılmış bir hikâyeydi ya Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi ünlü bir yazarın ve ötesi ünlü romancıların kitaplarından alıntılardı…
   HER okuma parçasından sonra da “kıssadan hisse” çıkarırdık… Bunlardan biri “bir dar köprüde buluşan iki inatçı keçinin hikâyesiydi. Hani önce ben geçeceğim, hayır sen değil ben geçeceğim…” Derken inatlarından boynuz boynuza gelip her ikisinin de dereye uçtuklarının hikâyesi! Zaten parçanın adı da “iki inatçı keçiydi!”

***

   SADEDE GELEYİM: Geçen hafta Türk tarafı Pile’ye daha rahat ulaşım amaçlı yol çalışmasına başladığı için Rum tarafının hışmına uğrayıp BM’ler Barış Gücü de işte o söz konusu daracık köprüye dönüşmüş yolda Türk ve Rum taraflarıyla bir kez daha ve hep birlikte karşı karşıya geldiklerinde…

   Kıyamet koptu ki olayın artçı depremleri hâlâ devam etmekte!  

   Kİ BIRAKIN haklı ile haksızı! Olayın asıl esprisi “her gün ve hâlâ yüzlerce Türk ve Rum yurttaşın Kuzey’den Güney’e Güney’den Kuzey’e geçtiği… Birbirleri ile alışveriş yaptıkları… Barışçı denecek çoklu ve ticari ilişkilerini sürdürdükleri…” Gerçeklerde bir karış toprak ihlali ya da iddiası uğruna bile iki toplumu neredeyse vuruşturacaklarmış gibi, üstelik Kıbrıs’la ilgili ülkeleri ve BM’leri de ayağa kaldıracak fasariyacı yaygaralara boğdulardı!...

   EĞER benim gibi düşünüyorsanız siz de başınızı iki yana hayıfla sallayarak, “bu adada bu son olay da göstermiştir ki ne birleşik bir Kıbrıs çözümü olabilir ne de “federal bir sistem” dersiniz!

   ÇÜNKÜ “sergilenen bu son davranışın psikolojisi” aklın ve ruhun derinliklerinde yatan “ırksal ve duygusal düşüncelerin, nefret tohumlarının bir kez daha etrafa saçılmasının tepkisel yansımasıydı!  

   Nitekim bu Rum’un sergilediği “engelleyici ve kavgacı tutumu” ile yansıttığı olay; “Türk halkına yönelik düşmanlık ve nefretinin tepkisel davranışıydı! Şöyle ki hâlâ tüm adanın sahibi olduğuna çaktığı inancı nedeniyle… Hemen her olayda sergilediği Türk halkına yönelik düşmanlığıyla nefretinin bir kez daha fakat bu sefer de bir yol yapımına dökülmesiyle!

   “BÖYLE olan bu Rum” toplumuyla bu adada ne barışçı çözüm olur ne dostluk kurulur. Olsa olsa Rum düşmanlığı üzerinde askerlerin ve silahların sağladığı bir siyasi çözüm olur onun da Rum faşizmine ne kadar dayanabileceği hâlâ sorulasıdır! 

***

   DEVAM EDEYİM: Peki bu Rumla bu adada iç içe, yan yana birlikte yaşamanın mümkün olmadığı gerçeklerde, Türkler ve Rumlar olarak iki ayrı bölgede toplanmaktan başka kalmayan çarede… Adadaki huzurla sükûnun sağlayıcıları görevindeki “BM’ler askerlerinin siyasi konumu neydi?..

   ÖNCE ŞUNU HATIRLATAYIM: Yıllar yılıdır Mağusa kentinin göbeğinde ve DAÜ’nün yamacında artık en yoğun iskân ve ticaret merkezi haline gelen semtinde… Etrafı tellerle çevrilmiş “BM’ler Barış Gücü Kampının” varlığı, biz Türk halkını, Mağusalıyı incitmezken…

   NE OLDU da  zorunlu bir yol yapımından öte  eylemsel önemi olmayan bir olayı sadece iki toplum arasında  tampon bölge oluşturup “arabuluculuk” görevinde çözüme bağlamak görevinde olması gereken BM’ler askerlerinin  “yolu kesme, işi durdurma engellemesine” neredeyse “savaş nedeni” sayacağımız bir tepkiyle karşılık verdik?

   YETMEDİ dozerle resmi hizmet arabalarını itmeye kalkıştık…

   Doğrusu yıllar yılı “artık aramızda ne işleri vardır” dediğim BM’ler askerlerinin bu görevsel ve barışçıl tutumlarına Rum fanatiklerden tepkiler gelseydi şaşmayacaktım ama bizimkilerin BM’ler görevlilerine tepkilerine doğrusu şaştım!. Yoksa gitgide artık biz de huy mu değiştiriyoruz?