Ki yıllar önce de tartışıyorduk. Nitekim 1974’lerin hemen sonrasıydı.  Çok donanımlı toplumsal sorunlara duyarlı genç yaşta ölen bir arkadaşım vardı. “Mehmet Öztürk.” Derdi davası toplumun yapısallığı...

Ki yıllar önce de tartışıyorduk. Nitekim 1974’lerin hemen sonrasıydı.  Çok donanımlı toplumsal sorunlara duyarlı genç yaşta ölen bir arkadaşım vardı. “Mehmet Öztürk.” Derdi davası toplumun yapısallığını sorgulamaktı. Henüz “yönetimler” dönemiydi ve devlet olma yolunda yeni yeni sancılanıyorduk. İşte o rahmetlik arkadaşımın Lefkoşa’daki bir konferansında öğrendiydim: “Meğer o günlerde üç yüz binlerle bile  ifade edilemeyen toplum nüfusumuza nazire 2 bine yaklaşık, şimdilerde “Sivil Toplum Örgütleri” dediğimiz “kurum, kuruluş, kulüpler, dernekler, birliklerden” falan oluşan “Sivil Toplum Kuruluşlarımız” varmış! ÇOK ŞAŞTIYDIM çünkü olayın adına “toplumsal örgütlenme” denmez, “bölük pörçük” olmak denirdi! VE evet yıllar önce de toplumumuz “cemaatken” bile parça körçe örgütlenmelerle ve Rumdan aktarma “izmlerle”, “gekkolar yada komünistler” vurgulamalarında Sağ Sol diyerek de saflaştılardı, “liderlik dönemlerinde” Dr. Küçük’cü, Necati Özkan’cı, Akelci falan diyerek de saf tuttulardı! Tutun ki bir ötekine kafası kızanlar, toplum katlarındaki mücadele platformlarında dama taşı gibi yer değiştirerek “kuruluşlardan kuruluşlara atlarlardı.” Nitekim Rahmetlik Dr. Küçük’ün safında yer alan Denktaş bu “ayrı gayrılıkları” ortadan kaldırıp bir ulusal bütünsellik yaratmakta çok zorlandıydı.  Ki Cemaat Meclisi bu yollarda ilklerden sayılır..   ***   HAYIR! NOSTALJİ TAZELEMİYORUM! Ne de hatıralar anlatıyorum! Bugün de Kuzey’de “devlet” olmamıza karşın bu toplumsal darmadağınıklıklardan kurtulamadığımızın geçmişe dayanan alışkanlıklarından dolayısıyla siyasi davamız ne olursa olsun yaratamadığımız “ulusal bütünselliklerden” söz ediyorum! Ki şimdilerde de bir düzine siyasi parti, yüzlercesiyle ifade edilen Sivil Toplum Örgütleri sahipleriyiz. Ve hâlâ bir araya gelip bu ülkede nasıl bir çözüm istediğimizin toplumsal mutabakatına varamadık! Ülke çalışanları olarak sendikalaşma haklarımızda çok “özgürlükçü” gözüksek de ayni örgütlerde kümeleşerek öncelikle kendi bünyemizde ayrılık gayrılıklar yarattığımız da bir başka açmazımızdır. BUNUN yansımalarını da aradan 40 yıl geçmesine karşın sonunda “evet biz de bu adada en az Güney’deki kadar devletiz” dediğimiz halde hâlâ “olamadığımızın,” bu konuda “siyasi partiler ve Sivil Toplum Örgütleri olarak da bir görüş birliğine varamadığımızın ispatında görüyoruz. Ki sonuncusunu da geçen gün idrak ettik! Şöyle: ***   “ADHOC” RAHATSIZLIĞI: Deprem felaketi nedeniyle toplumca yas tutarken bir yandan da bir şeyler yapmamız gerektiğini düşündüğümüz yerde Meclisimizdeki siyasi partiler işte o yapılması gerekenleri bir ulusal konsensusta karara bağlamak için “özel komite” anlamına gelen latince kökenli “ADHOC”u oluşturdular. Çok iyi yaptılar çünkü felaket “ulusaldı.” FAKAT O DA NE? Sanki Meclis’teki siyasi partiler seçime hazırlanıyorlarmış da uzlaşamamışlar gibi yine o eski hamam eski tas “sen ben” dalaşması sonucunda olmalı, “depremle ilgili birlikte çalışma kararına bağlı olarak kurdukları ADHOC denilen özel komiteyi (ki kelime itibarı ile kulaklarda çok eksantrik bir ses bırakmakta) berhava ettiler! Aslında bir kez daha ispat ettikleri, “ulusal davalar, felaketler, yardımlaşmalar söz konusu olsa da biz bir arada olamayız” ayrılık gayrılığının bundan sonra da devam edeceğine yönelik kararlarıydı. DOLAYISIYLA bir kez daha “neden bu toplumun binlerle ifade edilen “sivil ve siyasi toplum örgütleri” vardır düşüncesini sorgulamaktan vaz geçtim! Hatta bu darmadağınıklık içinde devlet olma iddiamızın da kadük olduğunu zannederim.. Zaten Güney’le çözüm konusunda arayışlara girmeye çalışanların “Kuzey’de Devlet olma dertleri yoktur!  Federasyon çatısı altında Türk ve Rumlardan oluşacak Meclislerde bir Kıbrıs Cumhuriyeti yaratmak düşüncesindedirler.. Düşünce ise “Kıbrıs Kıbrıslılarındır” ilkesine dayanmakta. Güzel de Rum’u kim ikna edecek? Adamların ideası “enosis” üzerine kurulmuş, ilkeleri adayı Yunanistan’ın bir parçası yapmak.. Ya bizim ideamız? Deprem gibi büyük felakete karşın “birlik beraberlikle hareket edecek bir toplumsal mutabakata bile varamayan siyaset insanlarımızdan bu konuda cevap beklemek ortak açıklama ummak mümkün mü? “Küçük olsun da benim olsun” felsefesi üzerinde gelişmiş toplumsal ve siyasi naturamızı bundan sonra da değiştirmek o kadar kolay olmayacaktır…   ***   KISACA TAKILDIĞIM: Yukarıda “toplumsallığımızın madalyonun sadece bir yüzündeki yansımasını anlatmaya çalıştım.. “Nesiller boyu ayni değer yargılarını taşımayacaksak (ki eşyanın tabiatına da zıttır çünkü toplumsal devinimler statik değil, türlü çeşitli değişimleriyle dinamik bir sürece sahiptirler ve  doğru yararlı olmaları zaten her zaman ulusal  hedeftir.. BİZİM “eskiler” dönemlerinde bu süreci bizatihi toplumun kendi içinde oluşmuş saygıdeğer insanları gerçekleştirirdi.. “İtibarlı insanlar” derdik… Fakat artık hukuk devletiyiz. Yaşantımızın kurallarını hukuk normları saptar.. Fakat Devlet olarak kantarın topuzunu kaçırır da “yasal müeyyideleri” insanları sıkboğaz edecek oranda yoğunlaştırırsınız sadece polis devleti yaratırsınız… ***   GİTGİDE öyle oluyoruz.  Sınıftaki düzeni öğrencilerini döverek sağlamaya çalışan öğretmenle insanları hizaya getireceğim diyerek sürekli yeni ve ağır cezaları ihtiva eden yasalar çıkarmak arasında bir fark olmamalıdır! Bunlara karşılık “sorumlu ve yetkili görevlilerin” sorumluluklarını yerine getirmeden yada eksik bırakmalarından” kaynaklı yığınla boşluğun, ihmalin faturasını da yurttaşa yüklemeleri tam bir “diktatöryadır!” Hele halkı “polisle karşı karşıya getirecek tü-rlü çeşitli etkenler de söz konusuysa’ MESELA yollar! Sadece bozuk ışıksız değiller çarpık çurpukturlar da! KKTC’nin başta gelen altyapı sorunlarındandırlar da! Ölümlü kazalara nden olan berbatlıktadırlar da! Kısaca devletin en büyük altyapı sorunlarındandırlar ki o yollarda trafik kazası yapan yurttaşı sorgulayıp suçlamadan önce devleti sorgulamak gerekir! GÜN geçmiyor kıi yollarımızdaki trafik kazaları nedeniyle insanlarımız ölmesin!  Ömür boyu sakat kalacak yaralanmalara uğramasın! Hatta bir yandan hastanelere düşüp vizilerlerken öte yandan hapishanelerde çürüsünler! “Yollar” nedeniyle! Olmaz ki böyle de yaşanmaz ki!