Önce doğruya doğru diyelim. Öteden beridir sık sık krizler yaşarken istese de planları ile programlarını uygulama fırsatı bulamayan gelip giden koalisyon hükümetlerine, geldiği halde hâlâ muhalefeti çatlatırcasına gitmeyen Üstel Hükümeti peşin bir fark attı!          

Çünkü hâlâ programında ne istifa etmek vardır dolayısıyla ne de gitmek. Ki bir süredir ana muhalefet partisi lideri eleştirilerini de iyice koyulaştırıyor! Çünkü ülkedeki genel teamüle göre artık bu iktidarın da gitme zamanı geldi! Artı toplum bir erken seçim istemektedir ki kendine gelsin! 

…TUTUN ki latifede bulunuyoruz. Yine de vardır bir hakikat payı! Çünkü olması ve yapması gerekeni yaparak sırtını Ankara’ya dayayan, “grak” dedi mi su, “gruk dedi mi et, dahası  bir de  Ankara desteği bulan “Üstel hükümeti” de eskidi! Şöyle ki “yıllık bütçesinin fazlalık verdiğini söyleyip bunu başarı olarak topluma takdim edecek kadar!

Ki Üstel hükümetinin bu bütçe fazlalığını ulusal tasarruf olarak lanse etmesi karşısında büyük tepki gösteren Ana muhalefet lideri Tufan Erhürman hâlâ  “bu nasıl bir maliye anlayışıdır” diye şaşkınlığını sürdürüyor!

BUNLARA KARŞILIK haklının hakkını verelim ama: Son yılların büyük ve kapsamlı yatırımları TC ile çok iyi ve ileri seviyede ilişkiler kuran Üstel koalisyon hükümetini başarılı kılarken, “muhalefete” muhalefeti için “büyük” denecek “açıklar” bırakmadı! Hatta “pahalılığı” bile olağanlığın kaçınılmazlığı olarak lanse etti. Ki son zamlar eti de vurdu ve hâlâ berdevamda.                                 

   TABİ SORU da kendinden menkuldür: “Peki ne yaptı bu Üstel hükümeti?
    Pek tabidir ki ülkedeki bu “sorunların”  bu kısmında da değiliz!              

Dolayısıyla KKTC dediğiniz kaç zamandır  fırsatçıların, üç kâğıtçıların, şebeke haline gelip ülkenin kanını emenlerin tekel yaratarak kâr üzerine kâr katlayanların, pahadan bile kazanmasını şişinmesini bilenlerin     ama… Bunların da  lafını etmeyeceğiz çünkü bunlar da onların!  
    FAKAT yine “sistem” diyeceğiz… Çünkü biliyorum ki hâlâ KKTC piyasası “kaymağını yiyen” beş kişinin tekelindedir. Ki geçmişte biz bu zevata “mütegallibe” derdik..                                         

SONRA  düşündüm ki eğer insanların “piyasa” gibi acımasız bir derdi varsa önce kendilerini o piyasanın çarklarına kaptırmadan üstesinden gelecek güçte olmaları gerekir aksi halde en basit tabiri ile “iflas” ederler, batarlar! 
    PEKİ ÇARE? Kooperatifçiliği yaymak daha çok işlerlik kazandırmaktır..         

Devletin “tanzimli satışlar” reyonları açmaları, teşebbüs edenleri teşviklerle cesaretlendirmeleri gerekmektedir...  
    TABİ bunların “yapılmalı edilmeli” temennileriyle gerçekleşemeyeceğini  biliyoruz. O zaman geriye dönüp geçmişte çok söylediğimce “Güney’deki Ruma bakın” derim .Bu konularda ne yapıyor? Taklit edebilmek de bir başarıdır hatta çözümdür düşüncesinde…

VE SEVGİLİ ARKADAŞIM ALİ BABALİKİ DE ALLAH’IN RAHMETİNE KAVUŞTU: 
    Mağusa’da yıllar yılı sohbet ettiğim bir arkadaşımdı. Bir devrelerde bana da musallat olan “bel fıtığından” muzdaripti. Gitmediği doktor, hastahane kalmadı. Sonunda tavsiye üzerine İstanbul’daki bir ortopedise tavsiye üzerine gitti. Az biraz yürürken, yapılan operasyon sonucu tam bir yatalak durumuna düştü.                 

   Yıllardır oflayarak puflayarak yaşıyordu. Ben can ezgisi diyordum. Ali Babaliki ise “paramla beni sakat bıraktılar” söylemindeydi!... 
    Ali’nin dedesi “Babaliki” lakaplı zatı muhterem, Karpas’ın zenginlerindi. Türkiye Kurtuluş Savaşında o dönemlerde kendisi gibi “ağa” nitelikli maldar arkadaşları ile İstiklal Savaşında” Çanakkale’de çarpışan Mehmetçiğe külliyetli miktarlarda para yardımında bulunanlardandı.. Bu nedenle de İngiliz sömürge idaresi tarafından Girne kalesinde hapse mahkûm edildiydi. 
    Ali BABALİKİ öylesi “tarih” gibi Babalikiler’dendi ki ayni aile tüm bireyleri ile Eoka döneminde mücahitlere “teşkilat” dediğimiz TMT örgütüne sürekli parasal yardımlarda bulundulardı.. 
    …İyi arkadaşımdı. Lafını sakınmaz karşısında kral olsa küt diye söyleyeceğini söylerdi.. Basit bir sızı, ardından küçük bir operasyonla başlayan bel ağrıları o kadar dayanılmaz olduydu ki sonunda İstanbul’a gitti.. Haberi “ameliyatın başarılı olmadığıydı. Kısa süre sonra Mağusa’ya döndü yine aramızdaydı ama bu kez ancak bir iki kişinin yardımı ile yürüyebiliyordu. Büyük bir acı duyduğunu söylerdi hep. 
    Sonra Lefkoşa’ya yerleşti. Orada öldü orada gömüldü. Çok renkli çok iyi  bir arkadaşımız daha aramızdan ayrıldı işte. 
    Allah’ın rahmeti her daim üzerinde olsun. Yattığı yer nur mekânı cennet olsun.. Bir değerli arkadaşımı daha kaybetmenin hüznünde “güle güle Aliciğim” diyorum. “Biliyorum gelmeyeceksin ama görüşelim..”             

Elbet görüşeceğiz bir gün. Hadi hoşça kal…                                              

(Tüm ailesine Mağusa’daki akraba ve yakınlarına başsağlığı dilerim.)