Adıyaman 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden İsias davasının ikinci gününde İsias Otel’de hayatını kaybeden Serin İpekçioğlu’nun babası Sertaç İpekçioğlu, mahkemede söz aldı.
Sertaç İpekçioğlu, mahkemede şunları anlattı:
“6 Şubat’ta kalbim sıkışır gibi uyandım. Kahramanmaraş merkezli deprem olduğunu öğrendim. Adıyaman’da deprem olduğunu öğrenince hemen devletin imkanlarıyla Adıyaman’a gittik. Yalvar yakar bir ambulans bulduk enkaza gitmek için.
Enkazı görünce hayal kırıklığına uğradık. Kum yığınıydı… Enkaza koşturduk. Çocuklarımızı kurtarmaya çalıştık. Çocuklarımıza zarar gelmesin diye taşlara basmaya korkuyordum.
Son dakikaya kadar umudumuz vardı. Sabah aydınlanınca olayın vahametti daha çok ortaya çıktı. Kum yığını olan enkazda değil yaşam üçgeni, elimizi sokacak bir boşluk bile yoktu. Çok dehşet anlar yaşadık. Biz adalet aramak için değil de adaletin yerine bulmasına şahitlik etmek için buraya geldik.
Benim Bozkurt ailesine sormak istediğim şu; Onlar hapse girmeye korkuyorlar. Ben ömür boyu hapse gitmeye razıyım yeter ki kızım hayatta olsun… Bugün bana kızın geri gelecek deseler hapse gitmeye razıyım…
Otelin 10 metre sağı ve solundaki binalarda hasar da olsa tahribat büyük değildi. Biraz empati yapsınlar. Kendilerini bizim yerine koysunlar. Adalet yerini bulsun…”.
Pervin Aksoy İpekçioğlu: Siz ahlaksızsınız, vicdansızsınız, katilsiniz
Serin İpekçioğlu'nun annesi Pervin Aksoy İpekçioğlu, mahkemede şunları söyledi:
"Ben kızımı buraya güle oynaya getirdim. Ama Bozkurt ailesi kızımı tabuta koydu… 72 kişinin canını aldı… Siz ahlaksızsınız, vicdansızsınız, katilsiniz…
Olay günü ben veli olarak kafileye çalıştım. Kızım voleybol takımındaydı. Ona eşlik etmek için Adıyaman’a geldim. Çocuklarımız buradaki kültüre alışkın değil, yemeklere alışkın değil, iyi olsunlar, üşümesinler dedik, maalesef İsias denen toplu mezarı çektik. Enkazdan çıktım, canımı bulamadım. Kalbimi oraya gömdüm. Olay gecesi 12.00 gibi uyudum. Kızımı en son saat 10.00 gibi gördüm. Ertesi günkü maç için çok heyecanlıydı… Biz kızlarımızı şiltelerin üstünden çıkardık. “Anne çok heyecanlıyım uyuyamaycam” dedi… “Boğazım ağrır” dedi, “Gel sana çay yapayım” dedim. Son konuşmamız bu oldu… Deprem anında hemen uyandım. Çok şiddetliydim hemen “Selin” diye bağırmaya başladım yataktan fırladım bir adım attım, başıma tavan düştü, sol tarafıma ellerimi koydum. Geriye doğru düştüm. Bina 3’üncü kattan kırıldı, ben 2’inci katta kalıyordum. Deprem devam ederken ben gömülmeye devam ettim. Ağlaya ağlaya kızımı çağırmaya başladım. Sonra yan taraftan bir ses duydum. “Havin” diye bağırıyordu… Recep’ti… Ayağının üstüne beton düşmüştü. Yavaş yavaş sarsıntı devam ederken ayaklarımı karnıma doğru çektim, parmağımın ucu kopmuştu. Sol elimle üzerimdeki blokları attım. Bunları yaparken sol üst taraftan hava geldiğini hissettim ama oradan çıkmam imkansızdır… Yan tarafta parlak bir şey gördüm valizimdi. Sonra sola doğru yürüdüm. Murat’ı gördüm, “Pervin sen misin” dedi, onların yardımıyla üst kata çıktım. Yağmur yağıyordu, ıslandım, ayaklarım şişmişti. Ben hep yardım gelecek, AFAD gelecek diye bekliyordum, kimse gelmedi. Murat ve Recep’in telefonlarıyla daha sonra aşağıya indik. Yere basmaya korktum. Altta insan olabilir diye… Kızımın adını bağırdım, enkazın üstüne çıktım… Ben yarım saat enkazın üstünde yattım. Çocuklarımızın isimlerini haykırdım. Sonra yan tarafa geçtim. Bir gencin yardım çığlıkları vardı… “Abla yaralandım panadol isterim” dedi, yardım etmeye çalıştık… Bina yıkılmıştı… Her yerden darbe almıştım. Yürümekte zorlanıyordum. Saatlerce çaresizce bekledik… Elim şişmişti, başımdan kan geliyordu, ambulans bizi almadı… Hastaneye gidemedik. Sabahleyin ablam telefon açtı, “Çocuklara ulaşamıyorum” dedim, daha sonra Kıbrıs’la bağlantım kesildi. Belediyeden bir ekip geldi, “hastaneye gidin, tedavi olun” dediler, gittik. Jandarmadan, polisten yardım istedik, yardım etmediler. Hastaneye ulaşınca her taraf ceset doluydu. Ben acaba çocuklar burada mı diye her tarafa bakmaya çalışıyordum. Çocuklarımızın olmadığını görünce hastaneden çıktık… Polise gittik, “bize yardım edin” dedik, etmediler. Konsolosu arayın dedik, öyle ilgilendiler. O sırada hiç tanımadığımız biri bizi götürebileceğini söyledi. Götürdü de… Sonra Gaziantep Konsolosu Fatma hanım geldi, Kıbrıs’tan yardım geleceğini söyledi.
Sonra ağlaya ağlaya saatlerce bekledik. İkinci depremi yaşadık. Kıbrıs’tan ekipler gelene kadar hep oradaydık. Ekip gelmeden önce ben eşime bir şekilde telefon açtım, telefon düştü. “Sertaç” dedim, “Çocuklar yok” dedim… Bana “Çocuklar AFAD çadırında, ağlama” dedi… Ümitlendim hemen AFAD çadırlarına baktım yok… Acaba hastanede mi diye düşündüm… Değilmiş… Saatlerce enkazdaki çocuklarımızı çıkarmak için uğraştık. Salı günü enkazda resmi çalışmalar başladı. Enkazın görüntüsü kimsenin sağ çıkabileceği bir görüntü değildi ama bir umut işte… Perşembe günü cesetler çıkaya başladı… Sıra bize gelmişti. Kızımın kolunu gördüm, şiltenin üstündeydi… Çocuğumun orada olduğunu bilmeme rağmen kaldırımda bekledim, gidemedim. Çaresizce bekledim… Sabah 10.00 gibi teşhis çadırına eşimi çağırdılar, eşim teşhis etti. Ben gidemedim. Bizim için o saat hayat bitti… Bir kızım daha var… Kıbrıs’a döndüğümde “Ablan öldü” diyemedim, “Ablan arkadaşlarında kaldı” dedim…
Tabutlarla Kıbrıs’a gittik… Ertesi gün de cenazemiz oldu, çocuklarımızı defnettik. Ben 11 aydır her gün mezarlığa gidiyorum. Çocuğumun saçını okşar gibi mezarını okşuyorum… Hepiniz birlik oldunuz ahlaksızlar".