Kimi multi milyarder insanlar tabutları olacak küçük aygıtların içinde okyanusların dibine dalıyor bir daha çıkamıyorlar.

   KİMİ ülkeler istikrarı anca yakalamışlar herhalde “batıyor,” isyanlara soyunuyorlar ki ne istediklerini bilen yok.

   VE dünyada hâlâ insanlar açlıktan ölürlerken bazıları yemekten içmekten patlayıp çatlıyor.                      

   BİR ülkenin parasının değeri yükselse değerlerini dövizi vurup batırıyor.

   BAZI ülkeler doymak bilmez iştahlarıyla gözleri hep başkalarının gasp edecekleri toprakları üzerine dikilmiş fırsat kollarken bir yandan da savaş ateşleri yakıyor.    

   VE evet dünya daha hızlı dönüyor!

   NE var ki ateş de düştüğü yeri yakıyor. Akdeniz’in şurasında küçük falanız, adayız filanız derken sonuçta çatlasalar da patlasalar da bir dünya devletiyiz. Şöyle ki: “Seçim” de yaparız. Yetmezse “ara seçim” de yaparız.

   EH o kadarı da olacak ama! “Yaparız, ederiz” derken bazen atları arabanın arkasına koşar sonra döner neden araba gitmez diye bu kez atlarıyla birlikte biz çekeriz.                                    

   Haaa! Buna da dillerde naneli şeker tadı, kulaklarda akan sular şırıltısı bırakan “yönetim erki” deriz ki…

   BAZEN bir milletvekili, bir muhtar için “ara seçim” yapar, seçmenleri güzelim “pazar” günü tatilinden kopartarak sandıklara kışılarız ki görsünler ne demokratik ülkeyiz dedirtircesine.                                     

   BUNA karşın yıllardır “bir iki kişi, hele bir kişi için seçim yapılmaz. Binlerce seçmen böylesine tedirgin edilmez. Elbet vardır bir çaresi diyoruz ama o çare de aranıp bulunmaz. İlle de arkasına bağlanan atlarla birlikte arabayı seçmenlerine çektirme inadında “erken seçimler” yapılır ki görsünler ne demektir memleket yönetimi!                                                                                                                                                           

***

   BAŞKA? Sn. Ünal Üstel’in hükümetiyle Başbakanlığa gelirken nasıl gideceğinin hesabını yapanlar “Bu da çok da dayanamaz” diyenler tabii başta CTP olmak üzere hüsrana uğradılar.

   Ki ARTIK gitmek istese bile “durrr!” deriz. “Nereye kaçıyorsun” deriz. “Onca vaat, onca ‘proje’ müjdelerinde bulunmak yetmez!.. Başına ‘büyük’ kelimesi getirilen yatırım ve projelerden sonra yakanı bırakır mıyız sanıyorsun? Getir vaatlerini yerine öyle git” deriz.

   NE VAR Kİ ötesi bir gerçek de şu olmalıdır: Öyle anlaşılıyor ki Sn. Başbakan, Ankara ile ilişkileri iyi götürüyor ki “grak dedi mi su gruk dedi mi et” kılınıyor emrine amade.

   VE AKLIMA GELİYOR. Bu ülkede belirli bir kalkınmayı, arzu edilen gelişmeyi sağlamak için bugüne kadar “hangi dünyasal plan programlara ihtiyaç vardır” diyerek kafa yorduk mu ki?                                                         

   HER ne kadar tanınmıyorsak da inat değil mi “Tanınmıyoruz, ambargolar altındayız ama görsünler bizi analar ne doğururdu” dedik mi ki?

     Güney’in inadına kasılıp gerinirken, “büyük düşünüp büyük işler yaptık mı ki? “Yoksa Ankara’nın vesayeti yeter” mi dedik?

   HER NE KADAR Türkiye’nin plan programlarıyla finansları çerçevesinde küçümsenmemesi gereken, gelecekler yönünden çok önemli ve büyük olması gereken projelerle Kuzey’de şöyle böyle de olsa bir “büyüklük” yarattık ama yetmez!..

      T.C.’den akan sudan gelecek olan elektrik akımından da söz ediyorum:

      VE DİYORUM ki (diyorlar ki) bu yolda “turizmin” önem ve işlevi yadsınamayacak kadar büyüktür. Mağusa sahillerinden Karpaz’a, Karpaz’dan Gemikonağı’na kadar uzanıp giden sahillerimizle kentlerimizdeki eğlence sektörü doğal yapılanmaları içinde o turizmi pek alâ da yaratacak potansiyele sahiptirler.”  

   VE İŞTE tam burada geldik zurnanın zırt dediği deliğe. Şöyle:                                                                                                                                                                                                                                                                      

***

   YAPISAL KARAKTERİ BOZMAMALIYIZ. Üniversitelere öğrenci kaydı ile başlayan daha doğrusu üniversiteleri para basan makineleri esamesine düşürdükten sonradır ki ülkeye “Japonya”dan bile öğrenci akışı olurken   bir de baktık ki her gün bir yeni devletin kurulduğu Afrika’nın olanca öğrencileri de bir uçları geldikleri yerde bir uçları bizim üniversite kapılarında kendilerine sağlayacağımız ilim irfan için kuyruğa girmişler!..                                                                                                                                                                 

   Bu öğrenci akışlarının hâlâ sonu gelmedi, dünyanın beş kıtasından KKTC’ye gelen fakat artık niçin geldikleri de sorgulanan öğrenciler diyarı olduk. Çünkü:

   TABİİ Kİ ülkeye gelenlerin üniversitelere devam edenleri de vardır ama herhalde günlük medya haberlerinden sizler de izliyorsunuz: “Uyuşturucu alım satımlarımdan kullanılmasına…” “Yalancılık dolandırıcılık çalma çırpmalardan kayıtsız kanunsuz iş yerlerinde çalışmalara…  Fuhuşla iştigalden kumarla uğraşlara… Varıncaya dek her işi yapıyorlar ki peşlerine bir kolordu taksanız denetimlerini yapamazsınız üstelik iyicene de kaşarlandılar.                                                                                                                                                                

***

   UZUN lafın kısası eğer bu ülkede dıştan gelen “öğrenci kimlikli” insanlarla birlikte yaşayacaksak önce bu gençlere bu ülkede (ironi yapıyor olsam da) “nasıl yaşamaları, nasıl eğitim görmeleri, nasıl davranmaları gerektiğinin “eğitimi” verilmelidir.                                                                                                                            

   Çünkü artık sayelerinde ülkenin emniyet güçleri bile bunalmış her gün “suçlularını” kovalamaktan bitap düşmüştür. Azıcık daha ciddi denetim ve tedbir diyoruz.

                                                                                              ***

   KISACA TAKILDIĞIM: (İŞTE “PARLAMENTO DIŞI MUHALEFET” BUDUR) Eğer sen devleti yönetmek yerine “zırt pırt” seçim üstüne seçim yaparsan…  Sonucunda her yeni gelen yönetim gideni aratırsa… Halk çoğu zaman koalisyon yönetimlerden yönetimlerine devredilen müzmin ve kangren olmuş sorunlar altında kalırken canı çıkıyorsa…

   ALDI başını gider denetimsizlik nedeniyle ülkede uyduruk pahalılıkla halkın ensesinden beslenen bir “mütegallibe, fırsatçı zümre” türemişse…

   BOZUK düzenler ülkeye giydirilen kalkınma modelleri haline getirilmişse…

   HALK memleketi yönetmekten aciz siyasi iktidarlar tarafından sürekli vaatlerle aldatılıp istismar ediliyorsa falan…

    VE maskaralıkla ciddiyetsizlik siyasetin şah damarında atarken milleti bir vekil bir muhtar için “olağanüstü seçim” kararı ile haydin sandıklara diyerek çağrıda bulunursan…

   İŞTE SONUÇ: Katılım yüzde 30 bile olmaz 29’larda kalır. Bunun adına da “parlamento dışı muhalefet, protesto” denir. Çünkü halk siyasilerin “kalk dedikçe kalktıkları otur dedikçe oturdukları Arap değildir!”