Bu gün büyük hem önemli bir gün. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti ortağımız Rumlar 60 sene 6ay önce  21 Aralık 1963’te bizleri silah zoruyla devletten kovup Cumhuriyete birinci darbeyi yaparak işgal etti. 4 Mart 1964’te BMGK’nin beş ağası 186 nolu kararla güya 3 aylığına Cumhuriyeti darbeci işgalcilere  teslim ederek  tek egemen ilan etti. Türk ortağı da asi ilan ederek cezalandırıp bir kenara attı. Darbeci işgalcilere güya isyanı bastırmasında yardımcı olsun diye adaya sözde Barış Gücü gönderdi. Böylelikle Rum saldırıları daha da ateşlendi. 15 Temmuz 1974’te EOKA-Yunan Cuntası Cumhuriyete ikinci darbeyi yaparak savaşa neden oldular.

          Savaş sonrası ada Kuzey-Güney diye ikiye ayrıldı. Yıllarca BM gözetiminde  görüşmeler yapıldı, darbeci işgalciler BM’nin bütün çözüm planlarını reddetti,  Referandum dahil. Referandumun bir hafta sonrasında Cumhuriyeti yıkan darbeci-işgalciler 1 Mayıs 2004’te sözde Kıbrıs Cumhuriyeti diye AB’ne üye alınınca çözüm ihtimaline büyük darbe vuruldu.  Halbuki Referandumu reddeden tarafa ceza, kabul edene mükafat vaat edilmişti. Vaatler bir anda unutuldu, tam tersi oldu, darbecilere mükafat, masum Türklere cezalar katlandı.

         Sözde Kıbrıs Cumhuriyetinin Avrupa Parlamentosunda Rumların 4, Türklerin de 2 sandalyesi var güya. Ama bu hiç gerçekleşmedi, seçim hep Güneyde yapılır ve seçime Rum partileri katılır. İsimleri Türkçe olan bazı kimselerin bu seçimlerde Rum parti listelerinden aday olması ikinci dönemdir,  kendini Türkçe konuşan Kıbrıslı addeden kimileri gider oy kullanır. Bu gün bu seçim yine güneyde, 2 sandalye hakkımız da Rum partilerinin paylaşımında. Rumlar ve AB, Türklere buyurun aday olun oy kullanın 2 sandalyenizi kazanın diyorlar.

          Rumlar bir yandan AB de Türkleri bu fırsatla Rumların altına idaresine sokmaya çalışır, Rum egemenliğinde yamalı bohça, tıpkı geçen defa AKEL’den aday olup kazanan bay Kızılyürek’in iltihak ve biat etmesi gibi. Anlaşmaya gerek bile duyulmadan boyunduruğu ve azınlığı kabul ettirip Kıbrıs sorununu noktalamak, 724 aydan beri uzatılan 186 sayılı hukuk dışı kararı meşru kılmak.  Rumların, BMGK-AB’nin uzatmalarla beklentileri tam da işte budur. Katılımın çok az olması, Ulusal Davamızı daha güçlü kılar. Bu gün Kıbrıs Türk Halkının karar günüdür denebilir. Ya havlu atmanın işaretini verecek ya haklarını geleceğini savunacak. O yüzden bu gün önemli bir gündür.       

         BMGK’in hukuk dışı 186 kararı yetmezmiş gibi AB’nin de darbeci işgalcileri mükafatlandırıp Kıbrıs Cumhuriyetinin meşru sahibi ve egemeni diye kabul ederek üye alması, Rumları daha da uzlaşmazlığa  teşvik etti,  her defasında görüşme masalarını devirerek çözümsüzlüğün sürmesine oynadılar. Esasında 186 nolu karar ve AB üyeliği çözümsüzlüğün başlıca sebepleridir. AB üyeliği 186’yı perçinlemiş, Türkler açısından sorunu içinden çıkılmaz hale sokmuştur. Tek çare bırakmıştır, Türklerin teslim olması. Bana göre BMGK ve AB, Kıbrıs meselesini anlaşmaya gerek olmadan kendilerince bitirmiş durumdadırlar. Onlara göre gelinen aşamada Kıbrıs meselesinin çözümü noktasında, bu iki hayati öneme haiz hukuk dışı taraflı karar, Anlaşmanın da ilerisinde yerini almış olup başka bir çözüm şekline gerek olmadığı noktasındadır. Sadece eksik olan, Türklere yargısız infazla verilen cezalar ve baskılarla pes ettirip, hukuk dışı kararları ve uygulamaları kabul ettirmek ve bir yerlere imzayı attırmaktır. AP seçimlerine tüm Kıbrıslı Türklerin katılması propagandasının amacı ve altında yatan gerçek budur.

          BMGK ve AB nezdinde Kıbrıs meselesi hemen hemen bitmiştir. Bundan sonrasını bu zeminde devam ettirmek isterler. Nedir bu zemin, Rumların adada tek egemenliği ve Helen Cumhuriyetine dönüşen sözde Kıbrıs Cumhuriyetinin tek meşru sahibi olduğu. Türklerin de bu Helen Cumhuriyetine iltihakıdır yamalanmasıdır ve Rumların statüsüne gölge düşürmeyecek bir şekilde olmasıdır. Tıpkı, eve ufak tefek bir iki parça eşya daha konması gibi. Onlar, Kıbrıs sorununu hukuk dışı emrivakilerle çözümsüzlüğü uzatarak halletmiş görünürler. Bize düşen meşru ortaklık haklarımızı, eşit egemenliğimizi ve Devletimizi koruma ve savunma kararlılığında olduğumuzu göstermeliyiz. Kıbrıs’ta 50 yıldır Barışın ve asayişin sürdüğünü de.

         Türkler olarak Rumlarla anlaşsak da anlaşmasak da, madem Rumlar sözde Cumhuriyetin egemeni olarak BMGK ağaları ve AB tarafından böyle kabul edilmektedir ve Türklerin ortaklığını da metazori elinden alıp saldırganlara verdiler ve sorunun uzamasına sebep olup bundan umurları değil  ve de gaileleri sadece Kuzey topraklarıdır, bizi çökertene kadar, bölüp parçalayana kadar çabalayıp  bekleyecekler. Güneyde yapılacak AP seçimlerine bazı Türklerin de aday olması, bazı çevrelerin giderek oy kullanması bölünmemizin göstergesi, birlik beraberliğimizin bozulmasıdır. Aday olmak ve gidip oy kullanmak Helen yönetiminin sözde Kıbrıs Cumhuriyeti olduğunu kabul etmektir. Yamalandığımız takdirde gelecekte de bunun aynisi olacağıdır. İçinde Türklerin olmadığı Cumhuriyet, Kıbrıs Cumhuriyeti değildir.

           Güney seçimlerinde aday olmak veya oy kullanmak Rumlar açısından en büyük başarıdır,  gaflettir, yamalanmaya malista demektir, azınlığı kabul etmektir, Cumhuriyet ortaklığımızdan ve haklarımızdan feragat etmektir, Helen egemenliğine biat etmektir. Eşit egemen iki devlet üzerinden antlaşma olmadığı takdirde şu veya bu şekilde birleşmek yok olmanın başlangıcıdır, Rumların oy pusulasında yer almak, oy kullanmak teslim olmakla eştir. Milli Davamıza İHANETTİR. Sayın Kutlay Erk de geçen gün bu seçime katılmanın ne kadar yanlış olduğunu açıklamıştı.

          AKEL’in 1981 tarihli genelgesini tekrarlayım ki herkes elini vicdanına koysun. Bu genelge bütün partilerce benimsendi ve hükümetlerinin yol haritası oldu, halen de başarılı şekilde uyguluyorlar.

Madde 1- Kıbrıs sorununun bir savaş ve işgal sorunu olarak 1974’te başladığını içte ve dışta herkese kabul ettirmeliyiz.

Madde 2- Kültür, sanat, gelenek, tarih ve folklor gibi yöntemlerle adada ‘ Kıbrıslı Türk ‘ ve hatta ‘ Türk değil, bir ortak ‘ Kıbrıslı ‘ kimliği olduğunu coğrafi ve kültürel – tarihi veriler üzerinden Türk Toplumuna kabul ettirmeliyiz. Bunu başarırsak sorun kendiliğinden çözülür. Başaramazsak sonuç iyi olmaz. Bu genelgede yazılanlar yıllardır başarılı şekilde uygulanır, çok büyük randıman da aldılar. Herkesin kulağına küpe olsun, özellikle bazı siyasi parti ve bazı sendika ağalarıyla sivil örgütlere.

        Güney sempatizanı güya solu savunanlardan örgüt başı  ‘AKEL ile toplumsal sol ittifak’ çağrısı yaptı. Seni göreyim AKEL, daha akıl komayanlar var, elinden kaçırma, al tepe tepe kullan. 1981 genelgesi hayli tutmuş, Makarios’un taktiği bravo size. Aramızda bizi serbestçe içten vuranlar var.  Halbuki bu gün on binlercemiz sınırlarda Rumları hem  BM-AB’yi protesto etmemiz lazımdı. BM-AB’nin beklediği önemli mesaj Kıbrıslı Türklerin bu seçime yüksek katılımıdır. Bu seçim, Referandum niteliğindedir. Ya boyunduruk altında yamalı  azınlık, ya hür eşit egemen Devlet. Kendimize neyi yakıştırırsak, haklarımızı ne kadar savunursak.

Parantez açalım.  Yahu sıcaklar daha da artınca daha neler göreceğiz bu trafikte? Eğer, trafik  düzenine kapılıp nasıl bir tinyozlukla başkalarının hakkını çiğnemeye fırsat bulurum düşüncesinden sıyrılıp trafikteki kural ihlallerini, anlayışsızlıkları, sabırsızlık, saygısızlık ve aceleciliği görmek için bakarsanız öyle çirkin davranışların farkına varırsınız ki şaşırıp kalırsınız. Yahu, sanki rodeoda yabani atlar ansızın salıverilir da olanca hızla bir ora bir bura çılgınca huysuzca koşarlar zıplarla ya işte çoğu arabalar da trafikte bunu andırır şekilde kullanılıyor. Tepe taklak tekerler havada durma  başarılabiliyor. Yok, bunlar normal karşılanır hiçbir şeyin farkına varılmaz aynen uygulanırsa nereye kadar gidilir? Çekirge bir sıçrar iki sıçrar, üçüncüde takılır.

         Yollarda bir tinyozluk, bir açıkgözlük, bir aceleciliktir gidiyor, kanun nizam tanımazlık çok. Kırmızı ışık, tehlikeli sürüş, telefonda konuşma-mesaj, trafik işaretlerine riayet etmeme, sürat, alkollü vs gırla. Sanki çok zaman kazanacak, kazanacak da sanki bir mok olacak, kazanacağı birkaç saniye, en uzak yere üç dört dakika, kaybedeceğini kaybettireceğini düşünmez, halbuki insan hayatı, bir ömür, yıllar ve yıllar. Bir örnek vereceğim. Salı günü Yeni Boğaziçi Ambelya bölgesi 07.30 dört yol kavşağında İskele ana yoluna paralel servis yolunda, bayan sürücünün sol yola görüş mesafesi sıfır, kendi yönü  kavşakta ve karşı kavşakta dur çizgisi ve tabelası var, ama en az yüz Km süratle önümden vızıl vızıl geçti, galiba dünyasından da geçmişti, nede olmasa Tabakhaneye BOK yetiştirecekti.  

        Efendim, Meclis nisap sorunundan toplanamamış ama sonra toplanmış, güncel konuşmalardan sonra da oturum tamamlanmış, sonraki toplantı bir hafta sonra 11’inde, arkası Bayram belki de gene 9 gün tatil. Halbuki gece gündüz çalışmamız gerekir, oturduk da yeriz petrolun hem altın madeni gelirlerini, da biri ora çeker biri bura güya bir şey yaparlarmış gibi. Güncel konuşmaların alası her gün kahvehanelerde, sataşma olmadan bağırıp çağırmadan, kırmadan, herkes bildiğini duyduğunu fikrini görüşünü söyler Meclisten ala. Bir birlerini sanki çok özlerler da haftada bir iki iş ola toplanır Yüceler Yüce Mecliste. Daha bir çay kaşığı bal bile üretmediler, halbuki 50 tane 170 bin ile fıçılar dolusu bal alınır, bir o kadar da ekstralarından, o ayrı.

          Devlet ve Hükümet yetkililerimizin turizm sezonu başlamadan yurt dışı seyahatleri geçmişe göre epey arttı. Ya turizm sezonu kızıştığında nasıl olacak? Elektrik Kurumu borcu olanların elektriğini kesecekmiş, sanki borcu olmayanların kesilmezmiş gibi. Anavatanımıza,  hala ne suyunu isteriz ne elektriğini diyen var mı? Paranı da istemeyiz diyenler hiç inandırıcı olmadıydı zaten, zaman içinde takke düşmüştü.

         Erkek berberler-kuaförler ERO’ya geçmiş. Saç sakal 500 TL’yi forsa etti, anlaşılan ülke saç sakal birbirine karışmışlarla dolup taşacak. Bunun yanında tüm ürünler inanılmaz zamlarda. Ey Hükümet, verilen artış Ocak-Nisan aylarının zamları içindi. Mayıs-Ağustos ayları zamları neyle nasıl karşılanacak? Üstelik artış Eylül’de. En iyisi siz alın geri verdiğiniz artışı, verin geri Nisan sonunun zamlarını. Çarşıyı boykot etmeyi hiç düşünen oldu mu, denesek mi? Zira sıkıyı çeken satan değil alan kesimdir.  

         Son günlerde büyük özverilerle çalışan güzide Kuruluşumuz Polis Teşkilatımızın mensuplarına  yapılan asla kabul edilemez saldırı şiddet ve darp olaylarını şiddetle kınıyorum. Son günlerde artan bu çirkin saldırılar aslında Devletimize ve halkımıza yapılmıştır. Son üç saldırı halktan tepki görmüştür.  Hayvancılar Birliğinin eylemleri sırasında Polislerimizin darp edilmesi göğüs göğüse arbede yaşanması ve Devlet malına kasten zarar verilmesi halktan ne tepki görmüştür ne de destek.

          Bir günde üç ayrı yerde yaşanan Polisi darp olayı, acaba darp olaylarına karışan eylemcilerin serbest bırakılması yahut meselenin kapatıldığı düşüncesi-şüphesi, bu üç olaya etkisi mi oldu da yetiştiren vurdu Polisimize? Son üç saldırıya halkımız ve basın tepki gösterdi. Bu üç olayda saldırganlar alkollü, kendinden geçmiş aklı başından gitmiş halde (asla mazeret değil) suç işlemiş, ama diğeri aklı başında, yasal bir eylemde hak ararken Polisler darp edildi. Halk ve basın üç olaya gösterdiği tepkiyi göstermedi, neden acaba? Ayrıca olayların zanlıları tutuklandı hem Mahkemeye çıkarıldı, yani!