Elbette bir sanayi ülkesi olamazdık. Çünkü ne küçük coğrafyamızın konumuna uygun düşerdi ne de Türkiye’ye bağlı ve bağımlı yapımızla örtüşebilirdi.

Bir “tarım ülkesi” de olamazdık. Çünkü sonradan TC’den borularla akıtılmış olsa da o yıllarda yeterli suya sahip değildik.

BENZER sorun ayni adayı paylaştığımız Rumlar için de geçerliydi. (Di’lı dı’lı geçmiş zamandan söz ediyorum fakat bugün de durum vaziyetlerimiz çok değişmiş değildir.)

FAKAT: Adanın iklim özelliğinden kaynaklanan “susuzluk ve kuraklığını” dikkate alan Rumlar 1974’lerden çok önceleri “küçük sanayiyi” de oluşturdulardı… 

Henüz adada bir turizm sektörü dolayısıyla bir Maraş yaratılmamıştı ama mesela Mağusa’da ve adanın diğer kentlerinde “sanayi bölgeleri” vardı…

ÇOK sonraları öğrendimdi: Söz konusu o sanayi bölgeleri geliştirilecek olan “turizm sektörünün” araç gereçlerini üretecekti.

Nitekim bir yandan gökdelenler gibi oteller yükselirken öte yandan yatak şilteleri için sünger tesisleri de kurdulardı, turizm sektörüne gerekli olan ötesi iğneden ipliğe her bir şeyi de imal etmeye başladılardı.

PLANLI PROGRAMLI diyoruz ya! Evet planlı programlı bir “turizm seferberliği” başlatırlarken zorunlu ihtiyaçları için de oluşturabilecekleri kadarını kendi sanayi tesislerinde üretip sağlamaya başladılardı. 

***

TUTUN ki o yıllarda Maraş biz Mağusa’lıların “gezme tozma” yeriydi ve turizm seferberliği gözlerimizin önünde cereyan ediyordu.

Ki henüz Türkiye’de turizmin “t”si bile yoktu! Bizde ise hiç yoktu!

Rahat dursalar, akılsızlık yapıp “enosis” sevdasına kapılmasalardı bugün Maraş Akdeniz’in en görkemli turistik kentlerinden biri olacaktı

***

…YUKARIDA anlattıklarımı yıllar önceleri de ve sonraları zaman zaman   hemen her vesileyle yazıp tekrar ettim. Çünkü peş peşine hükümetler yıkılır yerlerine yenileri oluşurken hem çok zaman kaybettik hem de bazen Mecliste günlerce tartışmaları yapılıp onaylanan “hükümet programlarını” uygulamak gerekirken “göstermelik” oluşlarından kurtaramadık!

ÜSTEL Koalisyon hükümetine de tabi ki bu değerlendirmelerin ve nasılsa tanığı olduğum öncesi gelişmeler objektifinden bakıyorum. Ki daha iktidara gelir gelmez nasıl ve ne zaman gideceğini merak etmeye başladımdı. Yani bizi öyle alıştırıp öyle kurguladılar!

***

HA, NE DİYECEKTİM? Mesela Mağusa’da “hani kalkınmalarının ilk adımlarını buralarda attılardı” dediğim Rumdan kalma “sanayi bölgelerimiz” vardı ya. Üretim yapan tesislerinin bazıları Barış Harekâtından sonra yağmalanırken, bazıları da çalıştırılamadığı için zamanla göçüp gidiverdilerdi.

NE VAR Kİ “aradan da kırk yılı aşkın süre geçti” dediğime nazire bugün baktım medyada, yukarıda yazdıklarıma dil çıkartan bir haber, daha doğrusu bir acı uyarı salınıyor: 

“ARTIK narenciyemiz için bir soğuk hava deposu şart oldu!” Yani ne? Demek bugüne kadar yoktu! 

***

YORUM yapmaya gerek var mı? En büyük tarımsal gelir kaynaklarımızdan biri olan narenciyeyi muhafaza edecek soğuk hava depolarımız yok!  (Diyerek yazdım ama bildiğimce Mağusa’da Rum’dan kalma iki büyük soğuk hava deposu var ki içlerinde futbol maçı oynanır. Ki daha lise öğrencisiyken yaz tatillerinde “buzluk” dediğimiz bu depolarda çalıştığım da olduydu da ya şimdi ne oldular?)

***

LAFIN KISASI ŞUDUR: Küçük yurdumuzda hâlâ organize olamadık. Oysa hemen yanı başımızda “grak” dedik mi su “gruk” dedik mi “et” veren, tasada ve kıvançta bizi yalnız bırakmayın, sürekli elimizi tutan, destekleyen hatta sıkışıp sıkıldık mı cebimize para koyan anavatanımız Türkiye vardır.

VE biz Türkiye’ye karşın hâlâ bu yurdu istediğimizce, gerektiğince organize edemedik. Şöyle ki sarı altın dediğimiz narenciyeyi depolayacak doğru dürüst soğuk hava depolarımız bile yok. Ya da var kullanamıyoruz.  Ve elli yıldır “vatan” dediğimiz bu topraklarda işte böyle yarım yamalak enten püften çözümsüz sorunlar yığınları arasında oflayıp puflamaya devam ediyoruz. 

İyi ki bir Türkiye’miz vardır yoksa nice olurdu hallerimiz?