İngiliz sömürge idaresinden kalan bazı toplumsal “özelliklerimiz” vardı. İngiliz idaresinden kurtulduktan sonra da insafla yazmam gerekirse bu faydalı öğretilerle çoğunun görgüsel niteliklerini çok uzun yıllar aynı zamanda “mülki ve idari” kanunlarımızla da taşımaya devam ettikti.

   Mesela “denetim” devlet kademelerinde göz açtırmayacak kadar yoğundu. Ve bu denetimler sonunda görevlerini kötüye kullananlar “tart” edilirler yani işlerinden atılırlar hatta yargılanarak hapsedilirlerdi…

   Bu konuda halk arasında oluşturulan hikâyeler kahve köşelerinin sohbetlerinde yer bulurlar, “falan filan kişi” söz konusu oldukça söylenenlerle anlatılanlar görevi esnasındaki siciline yönelik dürüstlüğü ile istismarları olurdu…

   1963’den sonra “devlet olma” arayışlarımızı sürdürürken bu hikâyeleri kendiliğinden bir refleksle yerli yersiz anlatanlar çok olurdu!

   Ne var ki biz de devlet olduk, bürokrasi ile biz de tanıştık fakat yıllarca ağzımızda sakız gibi çiğnememize karşın “yolsuzluklarla sapkınlıkları önleyici denetim mekanizmalarını çalıştıramadık…”

   Hatta gün geldi kelli felli insanların huyu haline gelen bu “illegal hareketler” “bırakın yapsınlar” “bırakın gitsinler” teşviklerinde yüz karamız haline geldiler… Özellikle 1974 sonrasında Rum mülklerinin paylaşım aşamasında…

   Ki o güne kadar dünyada eşi benzeri görülmemiş bir olay cereyan ediyordu: Güney’den kaçmak zorunda kalan yurttaşlarla birlikte arkalarında bıraktıkları mülklerinin paylaşımına nazire biz de Rumlarınkini paylaşmaya daldığımızda gördük ki “pööö! Biz bu servetle bu adada cennetten vatan da kurarız yedi sülalemize yetecek sermaye birikimi ile iş olanakları da gerçekleştiririz…

   Bazılarımız ise “haydan gelen huya gider” diyordu!. Sonunda onlar kazandı!

                                                                          ***

   Şimdi denecek ki “sen de bir denetim olayına saplandın çıkamıyorsun. Kaldı ki denetlenecek neyimiz var? Her şey kanunlarımızın nizamlarımızın hükmünde ve tabi denetimde!..”  

   Hemen yakın geçmişte başta Ercan Havalimanı olmak üzere, Girne Liman projesi, şeytana uyan kelli felli insanların yarattıkları şekilleri şemailleri farklı olsa da “yolsuzlukları” ne oluyor peki?

   Mesela Ercan bitti ama hâlâ Hayrullah Turanlı beyefendinin hikâyeleri bitmedi, TT şirketi hâlâ baş rolde dönmekte…

   Ki her şeyin üzerinde bir de siyasi sorunumuzla o sorunun da “çözüme” yönelik beklentileri var.. Nitekim: Güney’deki Rum olası çözüm müzakerelerinde Maraş ile Kuzey’deki mülkünü masaya yatırırsa ne yapacağız? Dünyanın gözünün içine bakarak “eşek öldü ortaklık bozuldu” mu diyeceğiz?

   Ki daha geçen gün Sn. Cumhurbaşkanı Tatar’ın birbirine ulandı mı Mağusa’dan Lefkoşa’ya kadar uzanacak çözüme ilişkin dizi dizi yerine getirilmesi gerekli koşulları vardı ki her biri ayrı bir dünyasallık dava oluşu taşımakta!

***

   Demek istediğim şudur: Rumlar ve BM’ler “Kıbrıs sorunu bitti demeden biz bitiremeyiz!” Ki hatırlatayım da. 1974 Barış Harekâtı Rum tarafının bu bölgede turizm efsanesi Maraş’ın bir dünya markası haline geldiği en başarılı ve debdebeli günlerinden birinde gerçekleşti! Ve o güne kadar “olduğunun” da gerisine düşerken sadece “Enosis” hayali iflas etmedi, hayal bile etmediği bir gerçekte Kıbrıs Türk Devletinin Kuzey’de nasıl oluştuğunu da gördü. Hem de yanlışları yüzünden!

   Ki yıllardır BM’lerdeki yedi düvelin ülkeleri de ne Kuzey’le Güney arasında bir çözüm kapısı açabiliyorlar ne bir çözüm umut edebiliyorlar!

   Ve Kıbrıs hâlâ bir kıvılcımla yerle yeksan olacağı kaderde “barışçı çözümü” gözlüyor!                            

***

   Kısaca takıldığım: Kısa süre önce Sn. Cumhurbaşkanı Tatar BM’ler Genel Sekreteri’nin Kıbrıs özel temsilcisi olarak atanan Kolombiya eski dışişleri Bakanı Guellar’a yönelik mesajında “tanınma yoksa müzakere de yoktur” mesajını ileterek bu kez Türk tarafının restini peşin çekti!

   Sn. Tatar bununla da yetinmedi. “Ruma yem olmamızı istiyorlar” dedi ve ekledi:

1. Özel temsilci adada zemin var mı yok mu  önce ona bakacak..(Müzakereler için)

2. “Gelecek, duyacak, gidecek!

3. Eskiye göre adada daha çok bilinirlik var.                                           

   Satır aralarında ise “KKTC’deki yabancılar olayına değinirken en çok TC’li yurttaşların bulunduğunu söyledi… Bu arada vurguladığı “KKTC’nin geleceğinin parlak olduğuydu.

***

   Tabi bu tip değerlendirmeler yorumlar olacak. Fakat siyasi tanınmışlık dolayısıyla adanın Kuzeyinde bir Türk devleti olduğu gerçeği kabul görmeden tüm yorum ve temenniler havada kalacak bilelim…

   Tutun ki bu bekleyiş de bir siyasi tevekküldür. Her ne kadar BM’lerle özellikle Güvenlik Konseyi üyelerinin KKTC’yi görmezden gelmeleri utanmaları gereken bir siyasi skandal olsa da!.

   Çünkü hiçbir devlet çocuklar gibi laf ola beri gele seçimler üzerine seçimler tazelemez devlet rüştünü ispat yollarında bu kadar çok terlemez.

   Bu gerçekleri görmek istemeyen gözleri zorla açmak için ille de adada yeni bir Türk Rum kavgası mı koparmak gerekecek onu da zaman gösterecek.. Şimdilik ve hâlâ “dur bakalım ne olacak” trendindeyiz…