Nasıl olursa olsun, ne olursak olalım, kısa ya da uzun… Basit veya önemli… Genç ya da yaşlı… Güzel veya çirkin… Bir yaşam sürecimiz vardır… İster yirmi dört saate bölün, isterseniz yıllara… Kesinlikle...

Nasıl olursa olsun, ne olursak olalım, kısa ya da uzun… Basit veya önemli… Genç ya da yaşlı… Güzel veya çirkin… Bir yaşam sürecimiz vardır… İster yirmi dört saate bölün, isterseniz yıllara… Kesinlikle bir başlangıçları vardır her yeni doğan günle başlayan… Ve bir “sonları” vardır her gün noktası yeniden konan… Ömürler böyle geçer… Bu nedenle olmalı dönüp dönüp arkaya baktığımız… Ne kadar yol kat ettiğimiz… Neleri kazandığımız neleri yitirdiğimiz… GEÇEN haftaya bir kez daha bu düşüncelerle baktım… Yığınla toplumsal sorun katmer katmer katlanarak hayatlarımızı sararken yine sıkboğaz olduktu! Bir yanda artık “niçin sürekli arttığının” sırrına ulaşamadığımız hayat pahalılığı öte yanda karanlıkların arasından sızan titrek “umut ışıkları…” ŞÖYLE Kİ: Olay çok önemliydi. İlk kez bir uluslararası toplantıya katıldıydık. Hatta Sn. Cumhurbaşkanı Tatar konuşma da yaptı. Dahası bu nedenle ilk kez bayrağımız dünyadaki bir uluslararası toplantıda diğer katılımcı ülkelerin bayrakları yanı sıra gönderdeydi. Medya “tarihi katılım” dedi. Doğruydu… KKTC ilk kez “Türk Devletleri Teşkilatı’nın” toplantısında gözlemci üye olarak yerini alıyordu… Hem de Cumhurbaşkanı, Bakanları ile… BUGÜNE kadar “kazandığını” zanneden Rum-Yunan ikilisi bir kez daha ve bu son gelişmeyle bir daha kaybediyordu! 1974 öncesi ve sonrasında kaybettiğince… Ki hatırlatayım: “Yola çıktığında adayı İngiliz’den kurtarıp Yunanistan’a bağlayacaktı! Kuzeyini de yitirdi, artı sayesinde adada bir de Türk Devleti kuruldu… Ve işte şimdi o devlet büyüyüp olgunlaşırken artık uluslararası zirve toplantılarına katılacak kadar da etkin ve yetkin oldu… HA! Bu yeni kurulan nam-ı diğer KKTC dediğimiz Türk devletinin hiç mi kusuru yoktur? Olmaz mı? Hâlâ “devletin” ne olduğunu, nasıl yönetilmesi gerektiğini, kurumlarının nasıl çalıştırılacağını, temizlik tertibi, bayındırlığı yeterince bilmiyor! Ve yurttaşına pahanın kazığını atarken, atanları da sadece izliyor! Başa dönüyorum: *** HER ŞEYE KARŞIN: TDT’nin kapısını aralamak bile siyasi tanınmışlığımız yolunda atılan önemli bir adımdır. Ancak bizim de bu önemli ve tarihi fırsatları “dirayetli devlet” olmak için değerlendirip kıymetlendirmemiz gerekir… MESELA: Geçen hafta bu haftaya da sarkacağı belli olan “okullar, sanayi bölgeleri, limanlar gibi eski ve müzmin sorunlarımız aynı zamanda “ayıplarımız ve utançlarımız” yine gündemimize oturduydu! BİR yandan depreme ne kadar hazırlıksız olduğumuzun korku ve telaşını yaşarken, öbür taraftan olağanüstü durumlarda kendimizi nasıl korumamız gerektiğinin şaşkınlığına düştüktü ki nasıl tedbirler alacağımızı bile bilemiyorduk! *** OYSA bu ülkede yıllarca “sivil savunma örgütleri” oluşturduk hem de zorunlu kurslarına katılarak… Hatta örgütlenerek tatbikatlarını yaparak. Fakat yıllar boyu kurslarına, tatbikatlarına katılarak görev bölümleri oluşturulan o örgütlenmelere karşın günü geldiğinde bir deprem olasılığına bile hazır olmadığımız ne yapacağımızı bilmediğimiz, sonuçta ve en kabadayısından yine tüm kurtarıcı görevleri askere ve polis güçlerine yığacağımız bir eksik aksak “teşkilatlanmamız” ortaya çıktı!.. MESELA sanki bu dünyada hiç deprem olmuyormuş gibi okul binalarımızın durumunu ancak deprem kapımızı çalınca hatırladık! ÜSTELİK sadece okullarımız da değil… Bu ülkede İngiliz sömürge idaresinin “valilik” dönemlerinden kalma binaları bugün hâlâ Devlet Daireleri görevini sürdürmektedirler! Çoğu köy okullarının, belki derme çatma malzemelerle yapılan evlerinin hatta hibe paralarla inşa edilen camilerinin depreme dayanıklılığı nedir ne kadardır bilmiyoruz!  Ve rastgele yaşıyor, bir derviş tevekkülüyle sadece “Allah büyüktür” diyoruz… OYSA Allah aptalları, kendi hayatını koruyacak tedbirleri almadan sürekli dualarla temennilerle yaşama alışkanlığına kapılmış kullarını sevmez. Son kertede neyse layık oldukları son gerçekleşen de o olmakta! İşte TC’de depremle birlikte yıkılıp giden konutların apartmanların durumları! *** KISACA GEÇEN HAFTA ACIYDI! Buna karşın ama Rum tarafı yine keyif çatıyordu! Anastasiadis gidiyor Hristodulidis geliyordu ama adada iki “bölge kabulünde Türk ve Rum halklarını” barışçı çözümlere hazırlayacak ne bir projeleri vardı ne de tasavvurları! Bu nedenle olmalı TDT toplantılarına gözlemci olarak katılmamızı, bayrağımızın on yedi ülkenin bayrakları arasında dalgalanması karşısında her halde canları çok fena sıkılmış olmalıydı!” Çünkü bu olay 1974’den bu yanadır cicim bicim titizlik ve türlü çeşitli siyasi mozaiklerle örüp tüm adanın mutlak egemeni olmak yollarında kurdukları “Kıbrıs adası tasavvurunu” berhava ediyordu! Ve sonuçta bir kez daha adada biri Güney’de Rum, diğeri Kuzey’de Türk iki devlet gerçeği kalıyordu… Üstelik artık Kuzey Kıbrıs  Türk Devleti siyasi tanınma yolunu da yürümeye başlıyordu… *** SONUÇTA Kıbrıs Türk halkı haklı davasını, Kuzey Devletini dünya siyasi örgütlerine tanıtmayı başaracak ama önce kendi toplumsal bünyemizde bir karar vermeliyiz… “Bağımsız devlet olarak mı yoksa şu veya siyasi atraksiyonlarla Güney’le oluşturulmuş şaibeli ve netameli anlaşmalarla mı?” Bu soruya cevap verecek olan da görevi yüklenecek olan da “yeni nesillerimizdirler…” *** KISACA TAKILDIĞIM: Yukarıdaki yorumumda “nesilden nesile taşınan Kıbrıs siyasi sorununa sahiplik koyanların hep birbirlerinin peşi sıra gelen gençler olduğunu söylemeye bile gerek yoktur çünkü bu bir ulusal teamülüdür” FAKAT artık KKTC gençliği bir gün kaderini yükleneceği, “yönetimine” ortak olacağı devletinin ahvalinden memnun değildir! Daha liseyi üniversiteyi bile tamamlamadan ağabeylerinden, yakınlarından, çevresindekilerle küçük ülkedeki küçük toplumun naturasından bilir ki kendisini bekleyen hayat koşulları ne sular gibi akan ırmaklardır ne hurili melekli cennetmekânlardır! İŞ AŞ aslanın ağzındadır!. Hayat bir kaya kadar sert ve duygusuzdur! *** NİTEKİM son zamanlarda   her halde bir rastlantı olmalıdır yanıma sokulup, “bildiğin bir iş var mı” diyen gencecik insanlar yanı sıra onların yollara düşen ana babaları evlatları için bildik kapıları çalarak çocuğuna iş var mı diye sormaktadırlar!” Üstelik şimdilik ne olursa olsun yeter ki üç beş kuruş gelir sağlanacak bir iş olsun diyerek! Kİ artık “yetişkinler” yetişmekte olan gençlerine “iş, aş, hayat hakkı” sağlayamadıkları için çaresizliğin son kertesinde sadece üzülmektedirler! *** BUNA karşılık artık Ercan Havaalanı’nın da devreye girmesiyle mesela geçen yıl sadece adaya gelen İngilizlerin sayısı 24 bin olurken Lokmacı ile Metehan’dan girenlerin sayısı 282 bin kişiye ulaştı. Sık sık ülke turizmini yansıtan bu rakamlara karşın ülkede turizme yönelik istihdamlar yaratacak bir ekonomik fukaralığın olması her halde şaşırtıcı olmalıdır ama değildir! ÇÜNKÜ: Bugüne kadar adını sanını işitmediğimiz Afrika ülkelerinin olanca gençleri KKTC üniversitelerine akmakta, kayıtlarını yaptırdıktan sonra da işte o “gençlerimiz işsizlikten sürünüyor” dediğimize nazire kayıtsız kuyutsuz ve tabi “kaçak” olarak olanca iş alanlarını kapatmaktadırlar! Başınızı nereye çevirseniz bir yerlerde bir şeyler yapan küme küme Afrikalı işçiler görmek mümkündür… TAM bu sırada ne diyor ama Sn. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı? “Gençler için yeni teşvikler içerecek bir mini ekonomik paket düzenlenecek… NE kadar “mini” olacak bilmiyoruz ama inşallah öncekiler gibi “mini mini” olmaz!