Geçmişte çoğu zaman irademizin dışında çaresizliğimizin bir tecellisi olan doğal afetlerle kötü gidişleri ifade ederken kullandığımız “makûs” dediğimiz bir kelime vardı:
Anlamını ne kadar ters yüz ederseniz ediniz bugün bir araba dolusu lafla bile izah edemediğimiz için “ters dönmüş talihimiz” deyip kısa kestiğimiz bu Arapça kelimeyi hâlâ kullanıyor olmam, söylemi “fantaziya” olsa da olanca felaket tellallığına karşın yine de hoşuma gidiyor. Kaldı ki “Anadolu içlerine kadar giriveren düşmanı sürüp atmak seferberliğini başlatan Mustafa Kemal Atatürk’ün de sevdiği bir kelime olmalıydı ki söz konusu tarihi mücadelesine niçin başladığının daha anlatımlarında “Türk ulusunun mâkus talihini” yenmek için derdi…
…Kİ SON dönemlerde Türkiye Kıbrıs sorunuyla ilgili yeni parantezler açarken hem bünyesel hem de dünya siyasi çevrelerinde ses soluk getirecek açılımlarıyla bir yandan da “mâkûs talihini” değiştirmeye çalışıyor..
DAHASI bugüne kadar “tevekkül siyaseti” gösteren Ankara “artık başa gelen çekilir” tevekkülünde kendi sınırları içine kapanıp kendi ağıtını yakmıyor! Şöyle ki:
***
GEÇTİĞİMİZ günlerde Litvanya’nın başkenti Vilnius’da yer alan ve iki gün süren “NATO üyesi ülkeler toplantısında” İsveç’in yeni üye olarak kabul görmesi beklenirken Erdoğan’ın resti ile karşılaştılardı.”
NİTEKİM Erdoğan Litvanyadaki zirvede o kendine özgü dopracı siyaseti ile şu teklifte bulunduydu:
“Verin AB’yi alın İsveç’i.” Ajans haberlerine göre bu teklif şaşkınlık yarattı çünkü diplomasiye ait ne inceliği vardı ne de NATO gibi bir dünya örgütünde böyle pazarlığın yeri olabilirdi!
AMA oldu! Ve Türkiye İsveç’in NATO’nun yeni üyesi olmasına “onay verirken” ileride TC’nin AB üyesi olmasına yönelik olasılığı da iyice yakın zamana çekti..
HEMEN ve parantez içinde yazayım: “İsveç”in yerinde KKTC de olabilirdi.. Tabi ki NATO üyeliği için değil “siyasi tanınmışlığı” için. Dünya bu tip “siyasi pazarlıkların,” ülkelerin karşılıklı olarak birbirlerine sağladıkları “yararlar” karşılığında elde ettikleri yeni kazanımlarının örnekleri ile doludur ve Yunanistan o ülkelerden sadece biridir…
DEMEK ki siyasi kazanımlar hâlâ “ülkeler arası kazanımlarla” kaimdir. Kimse “almadan vermediği” gibi asıl büyük beceri de “zamanlamanın” yerli yerinde kullanılmasıdır .. (Ki Rum Yunan ikilisi ne birini ne ötekini kullanmadan çaplarının üzerinde dünyasal kazanımlar sağlıyorlar bu konuda onların da sırrı “Amerikan Temsilciler Meclisi ile Senatosuna çöreklenmiş Rum-Yunan asıllı “senatörlerle Temsilcilerinin” etkin politikaları ile Hristiyan oluşlarıdır!
ÖTEDEN beridir bu konuda serzenişlerimizi ortaya koyarken “bizimkiler” dediğimiz dış ülkelerdeki Türklerin, “sadece deliler gibi çalışarak para kazanmaktan öte bir hayatları olmaz, göçmen olarak bulundukları ülkelerde patronlarına bile güler yüz göstermeyi beceremezlerken hangi politikayı ulusal değerlerde sürdürebilecekler ki” diyoruz!
KALDI ki “palamenter” olacaklar da TC yada Kıbrıs Türk halkının siyasi çıkarları için de lobiler oluşturacaklar!
***
“BU NEDENLERDEN dolayıdır Kıbrıs sorunu yarım asrı aşkın süredir “çözümsüzlüğünü” de kamburunda taşıyarak (fakat sadece Türk tarafı için) öyle geldi böyle gitmektedir!
PEKİ “yok mudur kurtaracak kara bahtı maderini?” Olmaz olur mu! Mevcut siyasilerimizle birlikte Ankara var. Erdoğan var. Ki daha dün açıkladı: “Sn. Tatar var ki “Kıbrıs siyasi sorununu biz çözeceğiz” diyor..
***
KISACA BU SORUN şu veya bu şekilde çözülecek. Aksi halde “çözüme gidecek yolu tank top tüfekler askerler” açacaklar.. O zaman Rum tarafına yönelik yazıyorum, herkes kaderine de talihine de razı olacak ki “iki bölgeli iki toplumlu siyasi eşitliklere dayalı Türk ve Rum Devletlerinden” oluşan bir Kıbrıs adası yeniden siyasi çözümüne kavuşacak ama yine de kimseler “nereye kadar” sorusuna cevap veremeyecek!.
“BÖYLE kader de olamaz ey Allahım” mı diyelim?