Dün bu sütunlarda bir Kıbrıs Türk yurttaşı olarak “Türkiye’ye yönelik minnet duygularımdan söz ettimdi. Ki Rum-Yunan ikilisi için bu adada bir KKTC yaratılıp yaşatılması düşüncesi tahammül dışı ve mümkün değildi. Nitekim daha 1800’lerde “Ada’nın Yunanistan’a ilhakını” öngören “enosis” hülyalı düşünceleri çiçek bile açmaya fırsat bulamadan kuruduydu.

   YANİ ADA ne Rum-Yunan tarafından  yutulacak kadar sahipsiz ve kimsesizdi ne de biçareydi.

   Nitekim 1974’te son bir darbe ile Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlayıp “enosisi” gerçekleştirmelerine an kala Türkiye’nin müdahalesi ile tecelli eden siyasada “Kuzey ile Güney”  bölgelerinde biri Türk, diğeri Rum iki devlet yaratıldı.                                                          

                                                              

***

   FAKAT Ada’da hâlâ “nihai” denecek bir sona ulaşılamadı. Üstelik bir gün bugünlerin mücadeleleri ile Kuzey-Güney bölgeleri gerçeklerinin nasıl siyasi statülere evrileceklerini bilebilmek de mümkün değildir.

   BU nedenle Türkiye’nin sadece Ada’nın kuzeyindeki yatırımları değil, geleceğe yönelik siyasi konumu ve tutumu da önemlidir.

   MESELA Ercan Havaalanı sayesinde dış dünyaya yolcu uçakları ile açılmak gibi.

   Mesela ayni öneme haiz Mağusa Limanı’nın Ortadoğu’da “serbest liman bölgesi” işleviyle “yükleme boşaltma” ve “antrepo” görevi ile Kuzey’deki yerini alması gibi.                                     

   Kİ Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan hemen sonra oluşturulan Mağusa Serbest Limanı bu düşüncelerin eseriydi.

   YAZIK ki Rum bu gelişmelere yönelik  “yatırımları”  Türk otoritesi ve çalışanlarıyla  paylaşmak yerine, diğer sanayi  ve tarımsal alanlarda da görüldüğünce hemen hepsini de  kendi aidiyetine geçirdi.  Söyle ki doymak bilmez iştahası sonunda “enosisi” gerçekleştirerek Tüm Ada’yı yutmak üzerine oluşturduğu politikasını kuvveden fiile geçirmek hedefinde…

   ASLINDA çıktığı bu maceralı yolculuğu hakim kalmalı, “megali idea”   hayalini bir daha hortlatamayacağı şekilde tarihe gömmeliydi ki bu adada gözlenen   barış  sağlanabilsindi.                                      

   Sonuçta Kuzey’i kaybetti, Ada’yı Türk Rum iki Devletli bir çözüme götürdü!.. Şimdi de nasıl kurtarırım diye zırlanıyor.

***

   “GEÇMİŞİ BIRAK GELECEĞE BAK” derler: Doğrudur. Sonuçta geçen geçmiştir. Ki KKTC’den söz ediyorsak yeni bir gelecekten de de söz ediyoruz demektir ve ekliyoruz: “Bundan sonra ne yapacağız ne olacağız?”                                                               

                                                                                             

***

   YUKARIDA bir arabalık “Mağusa Limanı” lafı sıraladık… “Ercan Havaalanı yeni hava ulaşımına açılırken ne kadar önemli olduğundan” söz ettik… “Eğer üniversitelerimizi restore eder, mevcut potansiyellerini artırır ve   onları yüksek öğrenimin gerçek anlamdaki fayda ve katkılarıyla yinelersek; evet, bir “üniversiteler beldesi” olacağız ki dünyasal önemde” dedik.

   BÜTÜN bunlar ayni zamanda Kuzey Kıbrıs Türk Devleti’ni sadece bugünün politikalarında değil, geleceğin “kalıcılığına” nasıl taşıyacağımıza yönelik büyük ve ulusal çabalarımızı da teşkil edecek. 

   FAKAT bugün karşımızda aşmamız gereken AB gibi bir Hristiyan kulübü ile artık bir avuçluk nüfusu ile AB’ye de sığmayan Rum toplumu vardır ve  KKTC de “varlığımızı sürdürmek uğraşlarıyla sarmalanmış türlü çeşitli gailelerimizi teşkil etmektedirler..                                                                                                                                                                               

***

   BU NEDENLE şunu da hatırlatmakta yarar vardır. Kıbrıs ayni zamanda Türkiye’nin sınırlarının dışında dünyaya kapı açtığı eşiklerden biridir. Üstelik tam da Doğu Akdeniz’in göbeğinde mihver ada olarak…

   Yunanistan bunun çoktan farkındadır, son zamanlarda “stratejik Kıbrıs adası” imajını basite indirmek için çabalamaktadır.  Gözlerden uzaklaştırıp dikkatlerden de kaçırdı mı Kuzey’i rehavete itip “Türklerin sahiplik ve aidiyet” duygularını basite irca edeceğini sanmaktadır.

***

   ANLAYACAĞIMIZ bu adada işimiz bitmedi. Babadan oğula, kızına derken nesilden nesile aktarılacak bir “mecera”.

***

   KISACA TAKILDIĞIM: (HOŞ GELDİNİZ KELEBEKLER) Dün yıllar yıllar sonra ilk defa evimin küçücük arka bahçesinde iki üç ağacın arasında uçuşan sarı, beyaz, pembe renkli kelebekler gördüm.

   Ki çocukluğumuzda bu kelebeklerin peşinde koşturur bir şekilde onları ağ gibi kullandığımız eski kadın çorapları düzeneği ile yakalar ve bir kartonun üzerine toplu iğne ile tuttururduk. Bir süre sonra karton üzerinde kanatları yanlara açık toplu iğnelelerle tutturulmuş rengârenk kelebekler çoğalır, rahmetlik babam bana kızardı:

   “BE oğlum” derdi. “Onlar uçarken, çiçekten çiçeğe konarlarken güzeldirler”.                                                               

   “Bak” derdi sonra “Bana, bakkk”.  “Ne kadar güzeller, renk renk… Sanki Allah onları uzaktan seyredip öylece sevelim diye yaratmış…”                                                                                                                                                                                                                                     ***

   Dün onlardan beş on tanesini avlumdaki ağaçlar çiçekler arasında uçarlarken görünce çok sevindim. Yoksa dedim “Biz farkında değiliz ama çevremiz, havamız, kısaca doğamız temizleniyor mu? Yoksa yıllar yıllar sonra bir kez daha kelebeklerle birlikte uçacak severken sevinecek miyiz?

   HOŞ geldiniz kelebekler, sefalar getirdiniz. Masum güzelliklerinizle tertemiz doğayı hatırlattınız bize. Ki bir daha göremeyecek, soluyamayacak, saramayacak sanıyorduk… Siz çok yaşayın güzel kelebekler.