Tarihimize kazınmışlığınca aralık ayının bu günleri ayni zamanda “Kuzey, Güney, Türk ve Rum devletlerinin oluşumları hazırlıklarının da başladığı tarihi bir kesittir.

   Rum toplumunun “enosis” yani adanın tümden kendi egemenliklerine geçmesine yönelik ve kendilerince bunun için  verdikleri “EOKA” teşkilatlı mücadelelerine karşın; “Bu ada en az sizin kadar da bizimdir” dediğimizin kararlığında başlattığımız “ulusal direnişimizin” de yıl dönümüdür.

   BİZİM  için çok geride kalan o günler, bugünün yeni kuşak nesilleri için artık ya okullardaki ders kitapları ile hâlâ yaşamakta olan bazı “tanıklarının” anlatımları yada  okuyup işittikleri  kadardır…                                        

   Çoğu gencimizin de bu tarihî olaylar hakkında yeterli bilgisi olduğunu zannetmiyorum.            

   ANCAK “Kuzey”e sahiplik konusunu bu tarih bilgisi zafiyetinden uzak tutuyorum. Çünkü artık bu “gençlerimizin” sahipliğini yüklendiği “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” tartışmasız geleceği ve  gerçeğiyle “Adanın kuzeyindeki egemen ve özgür Kıbrıs Türk devletidir.”                                                                                                               ***

   Kİ HÂLÂ hatırlarım ve her zaman yazarım: Neyi?

   “Dünyada ilk kez Türkiye dışında bir Türk devletinin de Kıbrıs’ın Kuzeyinde oluştuğunu…”

   İLK KEZ Bozkurt gazetesindeki “köşemden” haykırır gibi “işte şimdi dünyada iki Türk devleti, iki siyasi irade, iki özgür ve egemen Türk yurdu oluştu” diyordum.

   Ki henüz Azerbaycan gibi ne bugünün Türk cumhuriyetleri vardı ne de öteki Türk devletleri.

   ÜSTELİK aklımın önünde koşan düşüncelerim 1974’lerin o karmakarışıklığı içinde öylesine bir coşkuya kapıldılardı ki “artık diyordum dünyada iki Türk devleti vardır.. İki siyasi irade, iki güç…Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti…”

   OLAYI tarihî menafiyi içinde yere göğe sığdıramazken…

   İLK ŞAMARI “ganimet” adı altında Kuzey’in “yağmalanması” ile yediydim!                            

   Bir büyük zaferin, artık hep bizim olacak yeni  vatanımızın mayasına “yağma ile hırsızlığı, alavere ile dalavereyi” katıyorduk!..                                                                           

   ACI verici bir olaydı.. Üstelik olası çözüme de yardımcı olamazdı bu tutum! Nitekim olmadı!                

***

   HER neyse! Uzun zaman geçti artık hatırlanmıyorlar bile. Ama nüfusumuzun kat katı nüfusu ile Güney’e kaçarken arkasında bıraktığı “taşınır taşınmaz mülklerini” eğer talan etmek yerine bir devlet disiplininde değerlendirecek olanakları yerli yerinde kullansaydık bugün Güney’e biz değil, Güney bize bakarak haset ederdi.     

Neyse ki 1974’lerden beridir T.C.’nin parasal yardımları ile ayaktayız her şeye karşın yıkılmadık!                                                                                                                                                                

***

   DOĞRUSU böylesi tarihî günlerimizde rengârenk konfetiler gibi havalarda uçuşan bir “KKTC devletinden” söz etmek isterdim.                                                                                                                         

   FAKAT hâlâ eksiklerimiz çok. Hâlâ doğru dürüst bir yönetim erki de oluşturamadık. Üstelik 1974’den bu yana aradan yarım asır geçti.                                                               

   Elli yıl dolu dolu yaşanan bir insan ömrüdür. Demek Kuzey’i restore etmemize, yeniden yaratmamıza yetmedi.   

   Hâlâ gelecekleri inşa etmek için plan programlar yapıyoruz.  Hâlâ altyapıyı restore etmek için uğraşıyoruz.  Sorunlarımızla boğuşuyoruz.

   Buna karşın ne yaparsak yapalım durduramadığımız “zaman” nedeniyle boyumuzu posumuzu aşan sorunlarımızın altında ezilirken “anlıyoruz ki vatan sahibi olmak kolay değildir!”

***

   TÜM bu aksiliklerle, günahı ile vebalini “çözümsüzlüğün” boynuna astığımız toplumsal yapımızı yine de sürüyüp geleceklere taşırken, “artık Kuzey’den öte bir vatan yoktur” diyorum. Herhalde hayırlı ve başarılı günleri de göreceğiz..

   Pazartesi yeniden görüşmek üzere.