Bir yanda “büyüklerin çocukları kıydıkları”, masum insanları öldürdükleri, çok katlı binaları bile bombalarıyla yerle yeksan ettikleri fakat bu insanlık dışı barbarlığa yine de “cinayet”  değil, “savaş” dedikleri… Savaş olduğu için de binlerce insanın öldürülmelerinin olağan karşılandığı bir toplu katliamlar gösterileri ile tutun ki yeni bir çağa atladık.             

   Tüm insanlığa kutlu olsun! Ki bu insanlık dediğiniz şimdi de “yapay zekâyı icat etti.              

   Yakın gelecekte insanlık dünyayı daha iyi yönetsinler diye “yapay zekâları” çoğaltmakla uğraşacaklar…

   NE VAR Kİ BİZİM YURDUMUZ bize yeter. Son bıraktığımız yerde hayvan besicileri “Battık anam!” diye bağırıyorlardı.  Ki insanlık “yapay zekânın” peşinde koşarken ülkenin hayvan besicileri “30 yıldır bu kadar büyük zorluklarla yokluklar yaşamadıktı” diyorlardı.         

   Hakkımızın hakkını vermeliyiz ama: Trafik kazalarında rekora koşuyoruz. Etin sütün rekorluk pahası da bizde.

   BİR BAŞKA rekorumuzsa “siyasi sorunumuz” olmalı! Ki son hatırladığımda rahmetlik Ahmet dedeme de imam olan babası Tuzla İmamı Arif Efendi’den emanet kaldıydı. Rahmetlik pederim ölürken de hasbelkader layık gördüğünce bana emanet etti ki bu ülkede “siyasi sorun” babadan oğullara kızlara devredilen “ata yadigârıdır”. Ki şu anda kimse tanınmamış olsa da bizim tanıdığımızca “Kuzey Kıbrıs Türk devletidir” adı!

   TEK eksiği “imsenin tanımamasıdır!”  Nedenini az biraz düşündüm “Yoksa” dedim “İlle de Yahudi’nin Filistinliyi vurmasına” nazire bizim de Güney’in Rum’unun ya da Kuzey’in Türk’ünün  birbirlerini vurmaları, bombalamaları, ateşlerde kavurup şişte kebap yapmaları mı gerekir. Devlet olmak için daha çok bedeller mi ödemeliyiz?                                                                                                                                                                                      

***

   NE VAR Kİ bu bedeller ne İsa’ya ne Muhammed’e yar olmaya yetmeyecek gibi görülüyor. Kaldı ki artık dünyada bize göre bir çözüm şekli de yok..

   LAFIN kısası ne Güney’deki Rum ile bu adada gelecekte de kavgasız savaşsız bir siyasi düzen oluşturabiliriz ne de nihai barış diyeceğimiz bir “yönetimin” düzenini oluşturabiliriz.

   Türkler ve Rumlar olarak güçlenmemiz yada anavatanlarımız olan Türkiye ile Yunanistan tarafından daha çok güvenceye alınmamız da  bu adada gelecekteki nihai denilecek bir barışı sağlamaya asla yetmeyecektir.

   NİTEKİM şu andaki durum Kuzey’in Güney kadar gelişmiş olması hedefi ise, yarın da bu hedef “Aşil ile Kaplumbağa’nın yarışı” misali onların beş on adım atmasına karşılık bizim de bir iki adım daha atarak ileriye gitmemizin asla kapanmayacağı  bir “aranın” yani Türk Rum ayırımının, “sen ben kavgalarının” tekrarlarıyla kısır döngülerini yaşamaya devam etmelerinden öte gitmeyecektir. !                                                                                                    

***

   GÜN GELİR  YENİ BİR SAVAŞLA KESİN sonuca varırız düşüncesi mantıksız olmasa da eğer o savaş şu anda arkası yarın dizileri gibi seyreylediğimiz Filistin Yahudi savaşına dönüşürse “arkası yarın dizilerine” de dönüşür ki bu adada taş üstünde taş kalmaz..

   PEKİ ÇARE: Bu yazıyı üstelik o “çareyi” belki bulurum diye en  kötü ihtimalleri de düşünerek yazdım amabir kz daha anladım:  Bu konuda bizim  ve konumda bizim  iyimser düşünme hakkımız da yoktur!..

   TEK ÇARE Türkiye ile Yunanistan’ın bugüne kadar Kıbrıs eksenli tarihi çatlatıp patlatırken makûs talihi ters çevirecek iki dost ve barış yanlısı ülke anlayışında geliştirdikleri siyasetlerini ayni “barışçı iyimserlikle adanın geleceğine yansıtacak dostlukları ile hatta “askeri ittifaklarıyla perçinleyerek gelecekleri güvence altına almaları olacaktır!  Yani “düşmanlar arası ittifaklar” değil.. “Dostlar arası” yeni düzenler oluşumları arayışları..

   NE Enosis ne Taksim!   İki bölgeli “mayası barışla” yoğrulmuş iki devlete fakat “dost devlete” dayanan bir “çözüm!”

   BUGÜN bunu iki toplumun “çarşı pazarlarında” birbirlerinden alış verişlerle gerçekleştirdilerse” yarın “kuracakları iki bölgeli devletleriyle de siyasi çözüm aşamasında gerçekleştirebilirler. Tek istenen “iki halkın birbirlerine Türkler ve Rumlar olarak tahammül göstermeleridir.

    YOKSA bu sorun öyle geldi böyle gidecek diyorsanız ve bu siyasi kaosa tahammül etmemiz gerektiğini düşünüyorsanız bu düşünce tutmaz. Ki unutmayın Hemen yanı başımızdaki korkunç Yahudi Filistin savaşı da 1947’lerden kalma bir sorundur. Hâlâ sonu gelmedi.

                                                                       ***

   NEDEN YAZDIM? Yukarıdakileri tabii. Çünkü bu adadaki çözümsüzlük ne Güney’e yar oldu ne Kuzey’e.  

   Üstelik daha dün bu kez de sınır boylarında “Pile’de” sorun çıktı. Ki bu tip irili ufaklı sorunlar ileride savaşları da kapsamına alarak devam edecektir. Türkiye ile Yunanistan’a nasıl yansıyacağını ya da Yunanistan ile Türkiye dalaşmalarının Kıbrıs’ı nasıl olumsuz etkileyeceğini bugünden kimse bilemez… Bu nedenle geleceklerden korkmalıyız. Hem de çokk!

                                                                       ***

KISACA TAKILDIĞIM

   Sn. Cumhurbaşkanı Tatar geçtiğimiz günlerde “hâlâ üç garantörümüzden biri olan İngiltere”yi hatırlayarak, “İngiltere Kıbrıs siyasetini gözden geçirmelidir” dedi.

   Eminim, “Bırakın gözden geçirmeyi. Eğer hâlâ o İngiltere ise iliklerine kadar hissetmektedir.”

   Kaldı ki  zaten adadaki üsleri ve  araç gereçleri ile burnuna kadar içine batmışlığında adadadır ve ne Rum tarafı ne Türk tarafı istese de bu adadan ayrılmaz! Çünkü ayni zamanda NATO’nun üyesi olarak Ortadoğu’nun bekçiliğini de Kıbrıs’taki üslerinden yapmaktadır..  “

   BU NEDENLE Sn. Tatar’ın “İngiltere’yi hatırlaması ve artık Kıbrıs siyasi sorunuyla ilgili görüşlerini ortaya koyması gerektiğini” söylemesi “boşuna” değildir. Çünkü gün gelecek yine bu adanın kaderi konusunda son sözü söyleyeceklerden biri olacaktır. Ki öylesi bir çözüm aşamasında İngiltere’nin her şeye karşın adada kalıcılığının devam edeceğini zannediyorum çünkü Kıbrıs artık sadece Türk ve Rum halkları için değil bölge ülkeleri ve dünya siyasetleri içindeki konumuyla da Akdeniz’in bu yakasında önemince vardır. Bilirsiniz meyvesi olan ağaçlar çok taşlanır.