Önce kendi kendimize sorun yaratıyoruz. Ardından toplumca etrafında kümelenerek Kızılderililer gibi tamtamlar eşliğinde “ha hu, ye yuv” sesleri çıkartarak dön baba oluyor, sonra da kalmayan dermanları...
Önce kendi kendimize sorun yaratıyoruz. Ardından toplumca etrafında kümelenerek Kızılderililer gibi tamtamlar eşliğinde “ha hu, ye yuv” sesleri çıkartarak dön baba oluyor, sonra da kalmayan dermanlarımız nedeniyle yerlere serilip yorgunluk atarken, bu tepinmenin adına da “toplumsal devinim” ya da “duyarlılık” diyoruz!
SON günlerin bu konudaki baş oyuncusu ise “çadırlarla çadırlarda eğitim” oldu! “Olur muydu olmaz mıydı? “Çocuklarımız buna layık mıdırlar” sorgulamalarında sorun büyük bir toplumsal tartışmaya dönüştürüldü!..
BAKIN: Ben yıllarca köylerde öğretmenlik yaptım. O yıllarda ilkokullar 6 sınıf, dolayısıyla 6 yıldı. Bazı köy okulları yıkıldı yıkılacak, bazıları ahır bile olamayacak kadar virane ya da torak damlı kerpiçten odalardan ibaretti. Bir odada altı sınıfın öğrencilerine hep birden ders vermeye çalışırdık. Maarifin, sonradan Eğitim Bakanlıklarının hazırladıkları ders programları vardı onları uygulardık…
O köy okulları tedrisinden binlerce öğrenci geçti mezun oldu. O öğrenciler arasından doktor, avukat, iş insanı, vekil, ülkeye başbakan olmuş “büyüklerimiz” yurttaşlarımız yetişti. Bu ülkenin kaderini bugünlere gelmesini o tek odalı okullarda yetişen öğrenciler, klasik ifadesiyle “dünün çocukları bugünün büyükleri” gerçekleştirdi.
NE VAR Kİ o yıllarda da tek odada altı sınıf öğrencisinin bir arada eğitim görmesini kafasına sığdıramayanlar elbet vardı… Bugünkü çadır karşıtları misali “tek odada altı sınıf öğrencisinin hep birlikte eğitime tabi tutulmasını kafası almayanlar da bugünküler gibi “olur mu” diye isyanı oynarlardı… Ama oldu işte!
NİTEKİM ülkemizin duayen eğitimci, maarifçilerinden rahmetlik Kemal Yücel “samanlıkta bile eğitim olabilir. Eğitimin mekânı değil içeriği önemlidir” derdi…
Tabi ki çadırda eğitim olsun demiyorum. Fakat olağanüstü bir durum yaşanıyorsa, çaresizlik basmışsa neden olmasın?
***
SORUN POLİTİZE EDİLİYOR. Etmesinler mi? Siyasi partilileşme varsa, “zıt güçler dengesi” çalıştırılacaksa, cici demokrasi yaşatılacaksa iktidar muhalefet olgularında demokrasi tafrası kesilecekse elbette “çadırda eğitim” de eleştirilecektir, bizatihi eğitimin kendisi de! Amma:
BİR DE yetişmekte olan öğrencilerimize gençlerimize bakın… Anayasamızın “ulusal görevlerimiz” maddesini teşkil eden “zorunlu askerlikten” kaçmak için neredeyse ömürlerinin yarısını bağışlayacaklar. O ne korku (çok affedersiniz ama maalesef gerçek) o ne nefret!”
OYSA o “askerlik” denilen kamplardaki beş altı aylık eğitimler de hayatın bir parçası gerçeğidir. Ki olay sadece askerlik becerisine sahip olmaktır… Güney’de Rum halkı varlığı söz konusu olduğu sürece de askerlik bilgi ve becerilerine hep ihtiyacımız olacaktır…
FAKAT bugün “çadırda eğitim olamaz” diyenlere, çocuklarını askerlikten kaçırtmayı marifet sayanlara, bazı ulusal değerleri ve zorunluluk karşısında çadırlarda bile eğitim olabileceğini anlatabilmek kolay değildir… Oysa çocuklarımızın tıpkı hastalıklara karşı “aşılanmaları” gibi hayat yollarında yürürlerken karşılaşacakları bin bir çeşit olumsuzluklara karşı koyabilecekleri “dirençlere irade ve uygun becerilere” de ihtiyaçları vardır…
YANİ çocuklarımızı canımız kadar sevmek yetmez… Bir gün ayakları üzerinde durabilecekleri kadar eğitim öğrenime gereksinme duyuyorlarsa bir o kadarına da hayat yollarında ihtiyaç duyacaklardır… Çünkü artık “hayat” dediğiniz şaka kaldırmıyor! İşte ispatı:
***
KISACA TAKILDIĞIM: (SÜRPRİZ!) Geçen Pazar hava da müsaitti. Tatilin keyfini çıkartacak kadar günlük güneşlikti. Arabalarınızla kırlara, köylere, mesire yerlerine açıldınızdı. Hatta bir yerlerde nasılsa bir iki boş masası kalmış yolunuzun üstündeki bir lokantada maaile yemek de yemiştiniz…
Çoluk çocuk belki eş dost aileden yakınlarınızla çok da mesuttunuz. Cebinizdeki parayı ayın kalan günlerine göre ayarlamış bazı ihtiyaç malzemeleriyle maddelerini alabileceğinizin hesabını bile yapmıştınız… Akşam da zaten Pazar yorgunluğu var çok da rahat uyuyakalmıştınız…
VE SABAH KALKMIŞTINIZ: “Günaydınnn, “merhabaaa” seslenmelerine gülerek sevinerek karşılık vermiştiniz ki ilk memleket haberine de ulaşmışsınız: “Gaza elektriğe yine zam geldi!” Hem öyle böyle değil! Çarşı pazardaki tüm emtiayı domino taşları gibi yıkıp yerle yeksan ederken fiyatlarını göklere çıkartacak etkin ve yetkin zamlar!
Dünün olanca güzellikleri karalar bağlarken hayalleriniz çarçur olurken ve siz “fakat olamaz, bu bir kader değildir” demişsiniz isyanla ama “oldu da deldi de yıktı da!”
TUTUN ki İngilizin Rum’un esiri olmadık, baş eğmedik ama “kaç zamandır kendi devletimizin esiri olduk! Depremden beter tahribatı ile üstelik kendi yarattığımız düzen yanlışlarının enkazları altında kaldık! “Pahalılık da pahalılık gene pahalılık gene pahalılık…” İşte KKTC’nin gönderde dalgalanan bayrağı!
Kİ bugün bazı dış ülke platformlarında bayrağımızı nasıl dalgalandırdığımızdan söz edecek sonra Güney’e dönüp patlayın çatlayın diyecektim! Bir kez daha patlayıp çatlayan yine biz olduk!