20 Temmuz Lisesi öğrencileri, “Çevre Gazetesi” için, küresel bir soruna dönüşen ve ülkemizi de etkisi altına alan kuraklık konusunu araştırdı ve bir makale hazırladı.
“Susuzluğun Sessizliği” isimli güzel makaleyi Meryem İrem Tutar, İlayda Teker, Melisa Sultan Tokpınar, Naz Akbörk ve Sadiye Zorel hazırladı. “Susuzluğun Sessizliği” isimli makalede şu bilgiler verildi:
“Küresel çapta etkili olan kuraklık, ülkemizi de etkisi altına aldı! İklim değişikliğinin etkisiyle, kuraklıkla mücadele eden bölgelerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bu durum, su kaynaklarının azalması veya yağış rejimindeki değişiklikler nedeniyle suyun yetersiz olduğu bir durumu ifade etmektedir.
Yaşam kaynağımız olan su, her şeyin başı olduğu gibi eksikliği de kuraklığın başlıca sebebidir. Hayatımızı devam ettirmek için gerekli olan su ve su kaynakları gün geçtikçe azalmakta ve başta tarım olmak üzere birçok alanda etkisini göstermektedir.
Bizler de 20 Temmuz Fen Lisesi öğrencileri olarak bu konu hakkında size bilgi vermek ve kendi görüşlerimizi sizlerle paylaşmak istedik.
Su İşleri Dairesi ile yaptığımız görüşmelerde ülkemizde bulunan gölet ve barajlardan 6 tanesinin tamamen kurumuş olup, Mersinlik ve Akdeniz göletlerinin ise ölçülemez durumda olduğu bilgisine ulaştık. Bu durum bizlere, tarım sektörü başta olmak üzere, birçok alanda kuraklığın olumsuz etkileri olduğunu göstermektedir. Su kaynaklarının azalmasıyla birlikte, ekosistemlerde de önemli değişimler olmaktadır.
Kuraklık; bitki örtüsünün azalmasına, toprak erozyonuna ve biyoçeşitlilik kaybına da yol açmaktadır. Peki sizce bu durum doğanın bir kanunu mu yoksa, insanlar yine ‘insan’ olduklarını mı hatırlatmışlardır?
Bu sorunun cevabını bulmak için, öncelikle kuruyan barajlarımızdan biri olan ve KKTC’nin en büyük barajlarından Kanlıköy Barajı’na öğretmenlerimiz eşliğinde bir araştırma gezisi gerçekleştirdik. Yapmış olduğumuz gözlem ve araştırmalar sonucu; baraj içerisinde belirli miktarda kalan suyun, sadece mikroorganizma ve kurbağa larvalarına ev sahipliği yaptığını; balık ve göçmen kuş gibi canlıların kullanımına uygun olmadığını tespit ettik.
Bu durumu önceden tespit eden Kanlıköy muhtarlığının, yaklaşık iki ay önce, Yaban Hayat Koruma Enstitüsü’ne başvurmasıyla, barajın kuruması sonucu kıyıya vuran balıklar toplatılmış ve rehabilitasyon merkezine götürülmüştür.
Kanlıköy Muhtarı Gülen Kılıç ile yaptığımız söyleşide: Barajın kurumaya yüz tuttuğu ve göleti kurtarmanın tek yolunun, barajın restore edilmesi olduğunu vurgulamıştır. Ancak gerekli mercilerin de bu bilgilere vakıf olmalarına rağmen, belediyelerden gerekli düzeyde yardımın alınamaması, göletlerin korunması için gerekli olan bütçenin bulunmaması ve devlet bütçesinin yeterli olmadığı söylenerek geçiştirilmiştir.
Orada bulunan ekolojik döngünün varlığı resmen hiçe sayılmıştır! Göletin kuruması sonucu, bölge halkının bu yıl, tarım yapabileceği suyunun olmadığının da altını çizen Kılıç, köy halkının ne kadar zor bir durumda olduğundan yakınmış ve gerekli mevkilerin en yakın zamanda bu işe bir el atmaları gerektiğini vurgulamıştır. Bu bilgiler doğrultusunda kalan son ağacın kıymetini bilmek için bu kadar duyarsız olunmaması gerektiğini söyleyebiliriz. Kuraklıkla mücadelede, su kaynaklarının sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda, su kaynaklarının korunması, restorasyonu ve etkin kullanımı için çeşitli yöntemlerin uygulanması gerekmektedir. Kuruyan göletlerin restore edilmesi, suyun temizlenmesi ve rehabilitasyonu gibi yöntemler, bu sürecin başarısı için önemlidir. Bununla birlikte, suyun verimli kullanımı için: Sulama tekniklerinin iyileştirilmesi ve su tasarrufu önlemlerinin benimsenmesi de hayati öneme sahiptir. Ancak bu sürecin başarılı olması için, politik iradenin ve uygun finansmanın sağlanması gerekmektedir.
Bir diğer görüşmemizi; Biyologlar Derneği kurucu üyesi Mustafa Kofalı ile okulumuzda gerçekleştirdik. Sn. Kofalı bizlere ekolojik döngü hakkında bilgi vermiş ve bu bilgiler doğrultusunda kuraklığın endemik türlere etkisinden bahsetmiştir. Geçmiş yıllarda birçok farklı canlıya ev sahipliği yapan ve KKTC sınırları içinde bulunan sulak alanlardan, şu anda, neredeyse eser yoktur. Çok değil, 50 yıl önceye göz atacak olursak; Yılmazköy Deresi’ne Güney Kıbrıs’tan gelen yılan balıkları (tatlı suda üreyen) yumurtalarını bu dereye bırakmaktaydı ve yumurtadan çıkıp denize dönen yılan balıkları olgunluk dönemlerinde tekrardan doğdukları yere geri dönerlerdi. Ancak 2023-2024 yılı, Su İşleri Dairesi gölet analiz verilerine bakacak olursak, artık göletlerimizin bu tür canlılara ev sahipliği yapacak koşulları taşımadığını görüyoruz. Yani biz, insanoğlu, misafir olarak geldiğimiz yerde; yine ev sahibini kovmuş durumdayız. Mustafa Kofalı’nın bizlere aktardığı bir diğer konu ise nüfus artışının kuraklığa olan etkisidir.
Günümüz trendleri içerisinde bulunan ani nüfus artışı, plansız kentleşme ve zaten az bulunan yeşil bölgelerimizin de betonlaşması sonucu bölgedeki ihtiyaçların artması doğrultusunda; su kaynaklarımızın, plansız ve ölçüsüz kullanılmasına sebep olmaktadır. Nüfus artışının kontrol altına alınabilmesi için devletin gerekli projeleri hayata geçirmesi gerekmektedir. Tüm bu anlattıklarımızın sonucuna gelecek olursak; Mustafa Kemal ATATÜRK’ün söylediği gibi: ‘Ağaç, çiçek ve yeşillik uygarlık demektir.’
Eğer bu değerlere sahip çıkmazsak, bunun bir dönüşünün olmayacağını tüm dünya olarak anlamamız ve ileriye doğru adımlar atmamız bir öneri değil zorunluluktur! Kuraklıkla mücadelede, toplumun su kaynaklarının korunması konusunda bilinçlendirilmesi ve duyarlılık oluşturulması, başta devlet olmak üzere; hepimizin görevidir. Bu süreçte, sivil toplum kuruluşlarının, yerel yönetimlerin, özel sektörün ve hükümetlerin işbirliği yapması ve toplumun katılımını sağlaması kritik ve büyük önem taşımaktadır. Kuraklıkla mücadelede, acil olarak su kaynaklarının sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi, nüfus artışının dikkate alınması ve uygun politikaların belirlenmesi gerekmektedir.”