Geçtiğimiz Pazar’ı Pazartesi gününe bağlayacak akşamın sabahına yakın saat 3’ü 20 geçiyordu ve ben nasılsa yatakta bir uyku arası dönüşe davranırken, tavandan sarkan kablonun ucundaki ampulü ile ileri...
Geçtiğimiz Pazar’ı Pazartesi gününe bağlayacak akşamın sabahına yakın saat 3’ü 20 geçiyordu ve ben nasılsa yatakta bir uyku arası dönüşe davranırken, tavandan sarkan kablonun ucundaki ampulü ile ileri geri sallandığını görüyor ve anında başıma da fena halde bir sızı oturuyordu.
DAHA önce de yaşadığımca hemen anlıyordum, deprem olmaktadır.
Tavana asılı elektrik kablosu ucundaki ampulü ile bir süre sallanıp durduktan sonra yataktan çıkarak alt kata indim, sokak kapısını açıp zift gibi karanlık yola baktım. Bazı evlerde ışıklar yanmış sesler çıkıyor ama bir yandan da yağmur yağıyor, üstelik hava buz gibi. Bir süre daha bekleyip yukarı çıktım biraz da korka korka fakat “her halde bir yerlerde büyük bir deprem olmuş bizimki artçısı olmalı” deyip yeniden yattım.
BEN erkenciyim, sabah saat beşte falan kalkarım. Fakat bu kez zaten uyuyamamışım televizyonu açtım Türkiye’deki bir haber kanalında Kahraman Maraş’ta ve Adıyaman’da 7.4 şiddetinde büyük bir deprem olduğunun haberleri verilmekte. Yıkılan apartmanların, minaresi göçüp giden caminin görüntüleri ekrana gelmekte.
ALLAH diyorum!. Meğer hissettiğim deprem Türkiye’nin Güney sahillerindeki kentlerini vurmuş.
“Felaket çok büyük olmalı” diyorum.
Daha sonra da ilgili haberleri ve açıklamaları izlemeye koyuluyorum ki meğer deprem dediğim büyük felaketin bölgemizdeki asıl çıkış yatağı Akdeniz çanağında Kıbrıs çevresindeymiş. “Yine sıyırdık” diye söyleniyorum!
***
HER HALDE “dinimizde Kuranı Kerim’de sözü edilen “kıyamet günü” artık vadesini doldurduğu için tüm dünyayı da yok edecek olan bir son depremdir.
DOĞRUSU dinlerin niçin mistik ve tevekküle dayalı olduğunu insan böylesi depremler felaketler karşısında çaresiz kaldığı zaman daha iyi anlar.
BUNA karşın ne ihtiraslar biter ne savaşlar.
İnsanlık bir karış toprak için bırakın depremi, ölümün kaçınılmazlığını bile beklemeden savaşarak ve kendi kendini öldürterek yok eder!
DOYMAK bilmezliğin ihtiraslarında bir karış toprak için dünya savaşı da çıkartır Roma’yı da yakar! Hele komşumuz Rum-Yunan gibi olanları hiç meram anlamazlar!
HER hafta kiliseye gider dua eder hâlâ İsa’nın çarmıha çivilenmesine ağlarlar ama o ayinler bittikten sonra hırslarla düşmanlıklarına devam ederlerken etrafı yakarlar yıkarlar, öldürürler ölürler! İşte Kıbrıs, işte Rumlar!
***
…GERÇEKTE bugün Kıbrıs siyasi sorunu çok uzadı diyecektim.. Üstelik Barış Harekâtı gibi kesin bir sonuçla adanın Türk ve Rum bölgelerine ayrılmasına, artık bu iki toplum statüsünün değişmesine imkân ve ihtimal olmamasına karşın!
Kİ Kıbrıs’ta bugüne kadar iki bölge gerçeğinde iki devlet olarak Kuzey’de ve Güney’de yer alan Türklerle Rumlar, bugünkü kadar huzurlu ve barışçı bir ortam oluşturamamışlardı.
Ne VAR Kİ Rum tarafı bu barışçı ortamdan bu siyasi statüden hiç hoşnut değil! Dolayısıyla kaçınılmaz kaderde ve nere gitse gelse bir maraza çıkartacak ki adayı yeniden cehenneme çevirsin!.. Diyelim ve gelelim siyasi statü konumuzla konumumuz.
***
KISACA TAKILDIĞIM. (“KKTC” Mİ YOKSA “KTD”) Mİ? Bir süre önce KKTC’deki bir etkinliğe katılan Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sn. Fuat Oktay bir konuşmasında “KKTC” değil, “Kıbrıs Türk Devleti” diyerek siyasi literatürümüze aslında içeriği eski olan yeni bir değişiklik daha uladı.
Nitekim demecinde “KKTC’nin “Kuzey” ibaresini es geçerek sadece “Kıbrıs Türk Devleti” dedi. Dolayısıyla KKTC’ye bile tahammülü olmayan bazı çevreleri gene ayağa kaldırtırken, kırk yıldır muradı ile ikbalini göremediğimiz siyasi statükomuz yine bir yeni tartışma platformuna taşındı!
BUNLARDAN biri de etnik azınlıkların BM’ler tarafından da kabul edilen “kendi kaderlerini tayin hakları vardır” dediğimize nazire, sanki adada iki tanınmış devlet varmış da birisi Güney’de diğeri Kuzey’de yer alıyormuş çağrışımlarında siyasi yönden “Kuzey” kelimesi ile bağlamamız oldu.
NE VAR Kİ kırk yıldır belki bizi tanıyan bir devlet çıkar diye bekliyoruz! Ve hiçbir ülke bu konuda Amerika’dan icazet alamadığından KKTC’miz ve bayrağımızla ve tabi büyük bir yalnızlığı yaşıyoruz!
TABİ söylene gelmesine karşın gerçekleştiremediğimiz entegrasyon da araya girince, tutun ki kırk yıldır iki arada bir derede ve tabi Kuzey’de kendimize özgü kendi icadımız olan “Devletimizle” kalakaldığımız siyasi gerçeğini de yadsıyamıyoruz! Kİ Türkiye yardımlarını yapmasa, himmette bulunmazsa çoktan mayna etmiştik!
***
ŞİMDİLERDE yukarıda anlatmaya çalıştığım bu “makûs talihi” değiştirme hevesine kapıldık. Nasıl? Devletimizin adında değişiklik yaparak. Çünkü KKTC söylemi dillerde ve ellerde o kadar yıprandı ki artık söylene çiğnene şekeri gittikten sonra geri kalanı tatsız tuzsuz bir sakız esamesine düştü!
HA ŞİMDİ ne yaptık? Bu kez de KKTC’yi “Kıbrıs Türk Devleti” söyleminin şekerine batırdık ki vaziyeti umumiyemizi bir kırk yıl daha idare edelim! Fessüphanallah…