Ki soralım: Var mı Yahudi’de acıma duygusu? Olsaydı eğer yedi gündür Gazze’yi abluka tutup bir yandan bombalarken öte yandan açlık ve susuzluğa terk edip oradaki insanların “Arap” oldukları için ölmelerini beklemezdi..

   AMA ne diyor ayni “Yahudi?” Ben diyor Arapları pek çok kez yenebilirim. Fakat Araplar beni bir defa yenelerse artık bu topraklarda tutunamam!”

NE kadar doğrudur bilmiyorum. Ancak  her halde dünya kurulalı beridir bir kenti kadınları çocukları ile birlikte günlerce açlık ve susuzluğa mahkûm ederek ölmelerini beklemek  (zaten yoktur ama) insanlık olmamalıdır..

   FAKAT işte İsrail Yahudisinin o kurak çorak toprakları yeniden yeşertip asırlar sonra “benimdir” dediği topraklarda bir “millet” haline gelmesinin nedeni de bu “düşmanlık” duyguları olmalıdır.

   Kİ o düşmanlığı “besleyip yetiştirmeselerdi çoktan tarihin sayfalarına “yurtsuz milletlerden” biri olarak kazınırlar yada esir kavimler olarak tarihin karanlık sayfalarında kalırlardı..                                                               

***

   BUNA karşın ama işte şu anda Yahudi, bir zamanlar kendisine reva görülüp yapılanları şimdi zavallı “Filistin” halkına yapmaktadır!  Ki Okyanus ötesi Amerika’nın Biden’nı da ne diyor? “Her zaman İsrail’in yanındayız. Yahudi’yi kimseye yedirtmeyiz!”

   İNSANLIĞIN iflas ederken, ırkçılıkla, politik çıkarların bir yeni ispatı işte!

   Kİ BİZ TÜRKLER bu insafsızlıkla Allahsızlığı  Rum düşmanlığı nedeniyle çok yaşadık.. Eğer Türkiye olmasaydı belki “vatansız” kalmazdık ama her halde ya adada “esir Türkler” olurduk yada hayat hakkı bulamaz savrulur giderdik!

   KISACA dediğim şudur: Ömür boyu var olmak için dışarıdan taşıdığı taneleri ile geçinmek zorunda kalan karınca yada kendi balını kendisi yapan arılar gibi olmazsak;  gün gelir bu adada bizim  varlığımız da tehlikeye girer. Ki İsrail karşısında yenik düşerek yurdunu kaybedip terketmek zorunda kalan Araplar da bir zamanlar o toprakların efendileri sahipleriydi. Geriye tarih sayfalarındaki hatıraları kaldı şimdi de canlarını kurtarmak için savaşmak zorunda kalıyorlar!

Ki bir yandan da ne diyor Yahudiler? Ben Arapları pek çok kez yenebilirim. Fakat bir defa yenilirsem, artık buralarda duramam göçer giderim…

***

   KISACA TAKILDIĞIM:  Uzun süredir Mağusa’nın Salamis’inden ötelere başımı bile uzatmamıştım.. Bu nedenle olmalı bir süre önce Mağusa Boğaz’ını da aşarak artık uzaklardan “Avrupai sayfiye yerleri” gibilerinden görülen ve gitgide artan inşaatlarla katlanarak çoğalırken  tüm yöreyi İskele’den de ötelere taşarak kaplamaya başlayan yeni iskân alanlarını hayranlıkla gezdimdi…

   FAKAT bir yandan da “O güzelim bereketli toprakların  ayaklarımızın altından kayarken yerlerini alan çok katlı binalarla betonlaşıp sayıları her gün biraz daha artan  aramızdaki “yabancı nüfuslarla yeni sorunlara kapı mı açıyoruz” düşünceleri de içimi karartmadı değil..

   BUNA KARŞIN şunu da iyi biliyorum ama:    Her ne kadar Kuzey’de bir rastlantı sonucu “üniversiteler diyarı” haline gelmişsek de  bir “ada” ve “adalı” oluşumuzu da dikkate alarak bu doğasal kaderimizi istikbalimizin “Turizm” sektörü haline getirmek de kaçınılmaz bir akıllılık olacaktır.. Ki özünü ettiğim yeni yapılaşmalar da bu sektörün olmazsa olmazlarıdır..

   ANCAK: Aramıza hangi statüde nasıl katıldıklarını, öbek öbek gettolarıyla yerleşik düzende nasıl yer aldıklarını bilemediğim, sadece “Ruslar, Yahudiler, Ukraynalılar” falan diyerek fakat bir yandan da artık kendilerine özgü sorunlarına ellemeye başladığımız bu yerleşik düzendeki “yabancıları” da  ciddiyetle dikkate almak zorundayız!

   YANISIRA Üniversite öğrencisi olarak aramıza katılıp iş aş derken artık neredeyse “yerlilerimiz” durumuna getirdiğimiz siyah insanları da bu ülkede bir statüye bağlamak zorundayız çünkü gitgide “işlerimize aşlarımıza” ortak olmayı aşarak onların sahibi oluyorlar!

***

   VESSELAM diyorum: “Kabuk değiştiriyoruz.” Ve bu vesileyle hem Güney’deki komşumuza hem de “bizimkilere” saygılarımla selamlarımı iletiyorum.  Kuzey’de Güney’de  bazı insanların bazı insanlarla  tanıdıkları, yandaşları olabilir.. Yine de bu kırık dökük yakınlıklara aldanarak “Kıbrıs’ta iki toplumun federal sistem oluşumunda” barışçı bir çözüm sağlayabileceklerine aldanmamak gerekir..

   KALDI Kİ: Nedir bu “fedarilizm aşkı? Eğer iki bölgeli iki toplumlu bir çözüm, barış ve huzur getirecekse bunu 1963’lerde Kıbrıs Cumhuriyeti ile başarırdık oysa üç yıl bile dayanamadıktı ortak devlete!

    BUGÜNE dönüp bakarsak, artık adadaki Kuzey’le Güney’in bırakın “federal sistemde” ortak bir yönetimde buluşmasını; yan yana gelemeyecekleri kadar birbirlerinden uzaktırlar!

   ÜSTELİK gözlerden ısrarla kaçırıldığı için görmediğimiz bir başka gerçek daha vardır: Şöyle ki bu adada biri Türk diğeri Rum olduğu için değil… Eğer siyasi sorun uzayıp gidiyorsa adanın tümden Rum-Yunan tarafının mutlak egemenliğine girmesi için kollanan zamanın beklenmesindendir. Ki gözlenen “enosisi” gerçekleştirecek o son darbenin vurulması için.

   Kısaca önümüzde hâlâ kat etmemiz gereken çok uzun yollar vardır ve henüz siyasi sorun da oldubitti maşallah değildir… (Pazartesi buluşmak üzere)