Türkiye’ye girişine izin verilmeyen Gazeteci Ulaş Barış, ülkeye geri döndü. “N-82 (Girişi ön izne bağlı yabancı)” kodu gerekçe gösterilerek ülkeye alınmayan Ulaş Barış, KKTC’ye döndükten sonra yaşadıklarını anlattı. Ulaş Barış’ın ifadeleri şöyle: “Sağ salim döndüm. Gerçi Ercan’da herkes uçaktan çıktıktan sonra polis eşliğinde azılı bir suçlu gibi alınıp, sırada bekleyenlerin meraklı bakışlarıyla indirilip memlekete sokulduk, o biraz koydu ama napalım. Standart prosedür buymuş. Neyse kısaca gün içinde yaşananları anlatacak olursam; Sabah bir etkinliğe katılmak için İstanbul’a gittim. Sabiha Gökçen’e indiğimde heyecanlıydım çünkü 4 yıldır doğduğum kente gelmemiştim. Ben İstanbul’u çok severim, kaotik yapısına rağmen garip bir huzur duyarım. Anılarım da çoktur. Bu duygularla gümrük görevlisine kimliğimi uzattığımda ilk sorun kırık ve eski kimliğim oldu. Yeni kimlik lazımmış meğer. Ancak gümrük memurunun iyi niyeti sonrası sıkıntı çözüldü ama kimlik numaramı ekrana yazınca esas sorun orada baş gösterdi. Memur önündeki kağıda büyük harflerle N-82 diye yazınca durumu zaten şıp diye anladım! Ben de sevgili Ali Bizden, Ali Kişmir, Münür Rahvancıoğlu, Aysu Basri ve diğer dostlar gibi “Türkiye Cumhuriyeti milli güvenliği aleyhine faaliyetlerde bulunmakla” itham ediliyordum. Kodun bilinen anlamı buydu. Fakat detayı yoktu. Memur beni başka bir memura verdi, o da alıp Göç İdaresi bölümüne götürdü. Oradaki görevli “Ulaş bey Türkiye’ye giriş yasağınız var. Sebebini bilmiyoruz. Size tavsiyemiz ülkenizde bulunan Türkiye elçiliğine sebebini sormanızdır” dedi. Sonra standart parmak izi alındı ve foto çekildi. Elinde giriş yasağımın yazdığı kâğıdı tutuyordu, görmek istedim, gösterdi ama foto çekmeme izin vermedi. Ben yine de sebep sordum, “biz bilmiyoruz, üzgünüm ama yapacak bir şey yok” dedi. Sonra “geldiğiniz şirketin bir sonraki uçağı akşam, o saate kadar sizi alıkoymak zorundayız” diye de devam etti. “Yasak ne zaman konmuş” diye sordum, o da bakıp “Mart 2022” dedi. Gayet sakindim, görevli ise gayet nazik. Sonra genç birisi geldi, mesleğimi sordu, ‘gazeteci’ deyince diğeriyle bakıştı, “şimdi anlaşıldı” dedi ve ekledi: “Herhalde muhalif gazetecisiniz?” Dedim “evet de ben TC’ye giremeyen ilk Kıbrıslı Türk değilim, son zamanlarda bu durum moda oldu.” Genç olanı “kusura bakmayın, bu durumları bilmiyoruz, emirleri uygulamak zorundayız” deyince “sıkıntı yok, siz görevinizi yapın” dedim. Beni alıp büyük bir odaya geçirdiler, tam içeri girerken genç olanı arkamdan gelip “telefonunuzu da almam gerek” dedi. Ben de “niye?” dedim. O da “emir böyle” deyince “o zaman 5 dk kullanmama izin verin, annem merak eder” dedim, “tabii” dedi. Sonra çay teklif ettiler, hatta beraber sigara içip biraz sohbet ettik. O sırada annemi aradım, merak etmemesini söyledim. Olay hemen yayıldığı için telefonum sürekli çalıyordu, 1-2 kişiye cevap verebildim. Sonra telefonu verip, büyük odaya geçtim. İçeride 1 İngiliz, 1 Azeri, 10 kadar Suriyeli vardı. Hepsinin telefonu olduğunu görünce tekrar dönüp “niye benim telefonum olmaz?” dedim. Genç olanı yine “emir böyle” dedi. Peki deyip kesif bir ayak kokusunun hakim olduğu odaya tekrar girdim. Kapıyı üstüme kilitlediler. Koğuş gibi bir yerdi. Bir sandalyeye oturup durumu düşündüm. Giriş yasağım olduğu konusunda şüphelerim zaten vardı ve şimdi kesin olarak öğrenmiştim. Sağlık olsun deyip, 1 sigara yaktım. Sonra kendime bir yatak koltuk bulup uzandım ve uyudum. 2 saat kadar sonra gürültüden uyandım. Araplar kendi aralarında bağırıp duruyorlardı, Azeri ise birilerine telefonda İstanbul’a giremediği için üzgün olduğunu söylüyordu. Ben de bu konudan dolayı üzgündüm. Saati sorunca şivesinden İngiliz olduğunu anladığım kişi ise Almanca bir kitap okuyordu. O niye oradaydı hiç bilmiyorum, sormadım. Arada küçük bir burger ve cips verdiler, biraz da su. Sonra yine yatıp bekledim. Okunacak bir şey yoktu. Duvardaki yazıları, yemek poşetlerdeki tarifleri okuyup, 2-3 sigara içtim. Sırayla namaz kılan arapları izledim ve en nihayet 6 saatlik bekleyişten sonra birisi gelip beni alarak normal yolcu kapısından değil, başka bir kapıdan döneceğim uçağa geçirdi. Sonra elindeki zarfı göstererek “bunu inişte size verecekler” dedi. Kimliğimi sorunca “içinde” dedi. “Peki” deyip en arkada, en son sırada bulunan koltuğuna yöneldim. Uçak kalkınca da İstanbul’a havadan baktım. Giremediğim için hayıflandım. Bütün hikaye bu. İşin diğer kısmına gelecek olursak, söyleyecek pek bir şey yok. Bu konuları çok tartıştık. Ben ilk değildim, muhtemelen son da olmam. Türkiye’nin gittik sonra otokratikleşen yönetimi böyle buyurmuş, böyle olmuş. Aynen diğer dostlara da buyurdukları gibi. Hiçbir yasadışı siyasi ya da mesleki faaliyetim olmadığı için çok rahatım. Kıbrıs’ta federal çözüm için kendimce faaliyette bulunduğum bilinmeyen bir şey değil. Türkiye’deki iktidar benim bu faaliyetlerimi milli güvenlik sorunu görürse bu onların bileceği iştir. Bu uygulamalarını anti-demokratik buluyorum. Ben doğru bildiğimi, düşüncelerimi ve fikirlerimi söylemeye devam edeceğim. Düşünce ve konuşma özgürlüğü evrensel bir değerdir, korunmalıdır. Son olarak arayan, mesaj atan, destek veren tüm dostlara, basın örgütlerine, siyasetçi dostlarıma teşekkür ederim. Çok çok sağ olun.”

Editör: TE Bilisim