Yıllardır süregelen “Ulusal mücadelemizin ruhu” bu adada en az Rum toplumu kadar var olma hakkımızın siyasi yönden kabul görerek resmi ve tanınmış bir “Dünya devleti statüsü” kazanmış olmamızdır. Oysa:
TAM AKSİNE! Rum toplumunun da mücadelesi, Türk toplumun kazanacağı böyle bir siyasi statü ile dünyadaki bazı ülkeler tarafından tanınması olasılığını önlemektir!
Ki başaramazsa işte asıl o zaman Kuzey’deki Türk Devleti özgür ve egemen, kendi ulusal kimliğini kazanmakla kalmayacak…
Rumun Güney’de ne kadar siyasi kazanımı varsa hepsinin de sahibi olacak ki artık Kıbrıs’ta “Türk ve Rumlardan oluşan iki tanınmış devletin varlığı ne “inkâr” edilebilecek ne de “görmezden” gelinecek! Yani yeniden bir bebek gibi doğarken dünyalı devlet olacağız…
OYSA: Bugün ulusal mücadelemizin ideasını teşkil eden bu tasavvurlarımız bizatihi Rum’un (kendince haklı olduğuna inandığı) siyasi mücadelesinin de kazanımlarını oluşturuyor!..
Dayanağı da hâlâ masalların “devleri” ya da “melekleri” misali ismi var cismi yok “devlet” oluş iddiamız değildir elbet! Olacağımıza yönelik şüphesidir!
Kİ ASIL REZİLLİK de bu iddiasına karşın Rum toplumunun bugüne kadar sadece başını ayağını değil, Güney’den Kuzey’e burnunun ucunu bile ancak “Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yetkililerinin” izni ile gösterebilmesine karşın, uluslararası siyasi camiada tüm adanın mutlak sahibi olarak tanınmış olmasıdır!
Kİ az zaman önce Türkçe Konuşan Türkler örgütüne “gözlemci üye olarak kabul edildiğimizde” “tanınmış devlet kapısını açıyoruz” sandıktı ama o iş de fos çıktı!
ÇÜNKÜ onların da ağa babaları ile sorumlu vasileri ya Amerika’dır ya AB’dir!
Yazık ki bu ülkeler henüz Türkiye ile mesela bir Kıbrıs siyasi sorununu konuşmaya bile çekiniyorlar!
MESELA Türkiye’nin Somali, Nijer gibi ülkelerdeki varlığı ile ağırlığı, öte yandan Türk Devletleriyle oluşturulan örgütsel ittifakı mesela ayni Türkiye’nin ulusal davası olan Kuzey Kıbrıs Türk Devletine yönelik politikasına yansımamıştır! Destek görmemiştir! Oysa ayni Türkiye bir Azerbaycan için neredeyse Ermanistan’la savaşa girecekti…
***
YALNIZLIKLA BAŞARAMAYIZ: Hatta sadece Türkiye ile de başaramayız demek istiyorum..
Ki dünyanın en uzak ülkelerinden bile KKTC üniversitelerine öğrenciler gelmektedir. Buradaki üniversitelerden mezun olup ülkelerine döndüklerinde “üniversiteli” olarak resmi kabul görürlerken hatta işittiğimce aralarında vali olanlar bile varmış da kazandığımız böylesi bir itibarla verdiğimiz yüksek öğrenim güvencesine karşın… Kırk yıldır süregelen siyasi yalnızlığımızla, dünyadan tecrit edilmemize şaşmamak mümkün mü?
***
YUKARIDAKİ serzenişlerimin son örneği de şimdilerde yaratılan olayın artçı depremleri yaşanırken, Pile olayı nedeniyle cereyan ettiydi..
Pile yolu onarım çalışmaları sırasında bizatihi BM’lerin de başrol oyuncusu olduğu senaryosu ile filmi kendinden menkul olay yukarıda sözünü ettiğim “siyasi yalnızlığımızın” bir yeni ispatı oldu!
Kİ o yol çalışmalarında herkes görevini yapıyordu. BM’ler askerleri çalışmaların gözetimini.. Rum tarafı yol çalışmalarında kendine ait toprakların gasp edilmemesini…
Türk tarafı da çalışmalar sırasında çalışanların can güvenliklerini kollayıp koruduğu gerçeklerde… yine de arbede kopartıldı!
***
ANCAK “amiyane ifadesi” ile yazacağım. Olaya karışıp görüşlerini açıklayıp yorumlarını yapan aramızdaki bir “taraf” daha vardı ki “Rumdan yana Türklerden oluşuyordu!”
BİR muhalif siyasi partiden söz ediyorum.. Ayakları asla yere basmayan eğer iktidarda olsaydı bu son olayda savaş bile çıkartacakken, sırf mevcut yönetim erkini suçlu sandalyesine oturtmak için siyaset üreten bu siyasi parti Türk tarafının yönetimini suçladı!
NEDİR bunun adı demokrasi mi fikir özgürlüğü mü? Ki hiç böyle toplumun bütününe mal olmuş dolayısıyla “ulusal kimlik” niteliği kazanmış böylesi olaylarda “iktidar- muhalefet” zıtlığı mı olur?
Kİ işte bu kafalar nedeniyle de sürekli sadece nihai çözüm şansımızı kaybetmiyoruz, Rum tarafının tüm adanın mutlak sahibi olduğu inancına da bal kaymak sürüyoruz! Neyse ki dizginler hâlâ Ankara’nın elindedir. Yoksa nice olurdu hallerimiz?
***
KISACA TAKILDIĞIM: İki konum var. Birisi Ercan hava alanı.. Ve müjdemi isterim “okullar bu yıl da eksikliklerle ve sorunlarıyla eğitim öğrenime başlayacaklar!”
“ERCAN’dan başlayım: Alandan gidip geldiğini işittiğim yolculara rastladım mı kendilerini tanımamış da olsam bir vesileyle sorarım. “hava alanını terminal binasını nasıl buldunuz?”
Ortak cevap hiç şaşmaz! “Kimin ne yaptığı belli değil!. Bagajlar gelir gider peşinde koşulur bulunur bulunmaz bir keşmekeş sürer gider şaşırır hatta telaşa kapılırsınız…”
YANİ NE? Herkes bagajlarının ne olup kaldığının peşinde koşturmaktan etrafına bakacak ne zaman kalır ne takat ne de ilgi! Anlatılanlar hizmetin çok ağır aksak ve karışıkça olduğudur!
Bir Hava Alanının ilk yarattığı imaj bu ise ötesini hiç sormayın..
Öte yandan yıllar yılı hava alanının kaymağını yiyen sağ olsunlar bu nedenle namı şöhreti arşı alaya yükselen Emrullah Turanlı beyefendiyi de unutmamak gerekir.. Hâlâ Ercan’ın sahibi mutlakı gibi!
Kısaca “büyük terminal binası yapmak bir hava alanını büyültmez.. Hizmetlerde yolcu memnuniyeti sağlamak hâlâ en önemli unsur olmakta. Her halde bir gün Ercan’da o da olur..
“Okullara yeni ders yılına da yarın bakarız..