"Ankara’dan kopuk, kendi inisiyatifimize kalmış sorunlarımızı çözemiyoruz” desem ilk akla geleni yanlış olmayan bir yargıda KIB-TEK olacak ama çok da doğru olmayacak.
Çünkü günah keçisi haline getirilip sürekli kırbaçlanan KIB-TEK’in yanı sıra bu ülkede devleti yönetmek için halk tarafından seçilmiş “vekiller” ve o vekillerin siyasi partiler ağırlıklarında oluşturdukları gelip giden “hükümetler” vardır.
HER NE KADAR yıllardır bazı yasaları değiştirip istikrarlı hükümet kuruluşlarına fırsat verecek beceriyi gösterememişsek de sürecin “eğri gemi doğru sefer” kabilinden devamlılığını sağlıyoruz da fakat nasıl?
Mesela ülkenin alt yapısına yönelik zorunlu yatırımları Ankara ile hangi hükümet daha iyi ilişki kurarsa halleder düşüncelerinde mi?
Yahut “ülkenin” kalkınma ve varlığını idame ettirmesinin bir yolu da bizatihi devlet kademesini oluşturan seçilmiş politikacılarımızın T.C.’nin seçilmiş devlet erkânı ile sürdürmeleri gereken iyi ilişkileri oranındadır” düşüncesine dayandırılan inanç mı?
TABİİ HİÇBİRİNİN de bir mahzuru yoktur. “Ya da iki egemen devlet arasında elbet böylesi ilişkilere ihtiyaç vardır bu nedenle olması gerekenler olmaktadır” denebilir de o ilişkiler silsilesi içinde bir de resmi paramız olan “TL” vardır.
Ki Ankara’dan işitilen seslere göre Türkiye’de enflasyon yüzde 47’lere dayandı. Araya sıkıştırılan tek umut verici haber T.C. de enflasyonun ancak 2024 yılının Haziran ayında düşmeye başlayacağıdır. Yani önümüzde bir yıla yakın süre vardır ki bu süre içinde sürekli yükselen enflasyonla yaşayacağız…
BAŞKA bir ifade ile sosyoekonomik kaosla!
***
ÖTE yandan: Mevsimi olduğu bir dönemde neden domatesin kilosunun 50 TL’ye dayandığı vakası ise üretimle ilgili bir başka sorunumuz olmalıdır!..
Kİ HATRIMA geldi yazayım: Yıllar önce yine “köşemde” domates, hıyar, kavun karpuzla uğraşıyor bir yandan da hâlâ o yıllardaki yakın ilişkileri bir daha yakalayamadığımız “İsrail”e kafa yoruyordum.
Çünkü çölün içinde kilometrelerce ötelerden sular taşıyarak kumlarda, kıraç topraklarda narenciye bahçeleri oluştururken bir yandan da o kurak çorak iklimde sebze ve meyveleri sadece üretip ihraç etmekle kalmıyor, zirai bilimin emrettiği ne varsa uygulamalarını yapıyordu..
Üstelik “sistemler” ithal etmiyor kendi coğrafyasına uygun kendi sistemlerini yaratıyordu.
BUGÜN hâlâ kırsalda var olan “Kibuts”ları “Moşavları” bunlardandı. Adamlar sadece kendi çarşı pazarlarının değil ilgili ülkelerin ihtiyaçlarını da dikkate alarak kısaca “kooperatifçilik sisteminde” üretim yapıyor dünyanın dört bir yanına sebze meyve sevkiyatı gerçekleştiriyorlardı.
HATIRLAYIN! BİZ de Londra’ya uçaklarla sebze meyve ihraç ettiğimiz dönemleri görüp yaşadık. Şimdi kendimize bile yetmiyoruz ki artık Londra’ya, yediğimiz kazıkları sıralayarak ulaşabiliyoruz. Öte yandan:
***
1974’TEN HEMEN SONRA liderlerimizin, “yetkili yetkisiz önümüzde koşanlarımızın” dillerine pelesenk olduydu: “Askerî zaferi şimdi de ekonomik zaferle taçlandıracağız” diyorlardı nutuklarında.
O “tacı” hâlâ “ekonomimizin başına giydirme fırsatı” bulamadık. Neyse ki Türkiye gibi bir payandamız var. Ne zaman düşecek olsak ya dayanıp kurtuluyoruz ya da Türkiye dayaklayıp kurtarıyor.
FAKAT doğrusu şu ki içinde bulunduğumuz ekonomik ve mali durumumuz lafazanlıklarımız kadar değiller. Yani ne? Bu aczi yenmemiz hayatlarımızın kaderleri olmaktan çıkartıp atmalıyız!
***
KISACA TAKILDIĞIM: (İŞTE TATAR’IN ÇAĞRISI İŞTE RUM TARAFININ CEVABI!)
Sn. Tatar geçmiş günlerde doğru veya yanlış, yerli veya yersiz fakat her hâl ve kârda yüzünü Güney’e dönerek Kıbrıs Haber Ajansının kendisine uzatılan mikrofonuna konuşurken, “Birçok konuda güçlerimizi birleştirebiliriz” dedi ve tabiİ ki Güney’de yankı bulacak dostane çağrıya verilecek olumlu ve insancıl bir cevap bekledi.
DOĞRUSU çok bekletmediler. Anında Rum hükümet sözcüsü Letimbiotis beklenen cevabI vererek şöyle dedi: “Kıbrıs sorunu kamuoyuna açıklamalarla çözülmez!”
SANKİ Sn. Tatar “Gel Kıbrıs Sorunu’nu çözelim” demiş gibi.
Çok insanî, ve beşeri olan bu teklife bile kerhen de olsa insanlık adına en küçük olumlu bir cevap vermeyi “Türk düşmanlığı” nedeniyle beceremeyip çiğnenmiş sakız gibi yerlere atan Rum liderine şimdi ne cevap verebilirsiniz? Ki dilimin ucuna yığınla cevaplar geliyor da düşündüğüm için kendimden utanıyorum.
“İnsanlığı da öldürmeyelim” diyorum. Ki şu anda dünyanın her yanında sürünüp yerle yeksan olan o “insanlık trajedilerini” izliyoruz…
KÜÇÜK adada en azından doğal afetler ya da elde olmayan nedenlerle oluşan felaketler karşısında en basit insanca yardımlaşmaları bile geri iten bu bağnaz ve düşmanlıklarla kaim beyinlerle biz sittinsene daha siyasi çözümü sağlayamayız. Yazık!