İnsan türünün varoluşunun en önemli özelliklerinden birisi de düşünmesidir. Kendi varoluşu üzerine düşünen insan aslında tüm insan türünün varoluşu üzerine bir sorgulama yoluna gitmektedir. Bireyin bir konu üzerine düşünebilmesi için de o konuda bir şüpheye düşmesi, sorular üretmesi gerekmektedir.
Felsefe tarihinde şüphecilik yanını ortaya koyan Descartes, her şeye şüpheyle yaklaşmıştır. Ona göre duyular da yanıltıcıdır. İnsanın varoluşunun kanıtı bedeni ve duyulardan çok düşünebilme yetisidir. O, bu nedenle “Cogito ergo sum” olarak bilinen “Düşünüyorum, o halde varım” anlayışıyla hareket etmiştir.
Varlığını, düşünebilme yetisiyle kanıtlayan insan, ilk çağlardan bugüne dek bu yetisiyle hayatı anlamlandırmıştır.
Şüphe etmekle düşünme eylemi arasındaki ilişki bilginin kaynağı ve sanat eserindeki güzellik konusunda karşımıza çıkmaktadır.
Öyle ki bilginin kaynağı konusunda birçok düşünür tarafından çeşitli argümanlar ortaya atılmıştır. Bu düşünürlerden birisi olan Platon’a göre bilginin kaynağı idealar dünyasıdır.
Yani asıl dünya, gerçekliğin yer aldığı mekân idealar dünyasıdır. İçinde yaşadığımız dünyadaki “şey”ler idealar dünyasının bir kopyasıdır. Platon bilginin de estetiğin de idealar dünyasında var olduğunu düşünür.
Platon’a ve onun hocası Sokrates’e göre bilgi insanda doğuştan gelen bir özelliktir. Kişinin bilgiye ulaşması hatırlama yoluyla gerçekleşir. Sokrates’in hiçbir bilgi birikimi olmayan bir köleye soru sorarak geometri çözdürdüğü dile getirilmektedir.
Sanatsal güzelliğin kaynağı
Peki, sanat eserindeki güzellik o eserde kendiliğinden mi bulunur yoksa sanat eserine güzellik sıfatını o esere bakan kişi mi vermektedir.
Edebiyat özelinde gidildiğinde birçok akımın ve kuramın ortaya çıktığı görülmektedir. Eleştiri kuramlarına bakıldığında da yazara yönelik, okura yönelik ve esere yönelik olmak üzere üç çeşit eleştiri türünün olduğunu görürüz.
Konumuzla ilişkili olması nedeniyle Yapısalcılık kuramına göz attığımızda Ferdinand de Sassure’ün dilbilim kuramından yola çıkılarak oluşturulan Yapısalcı yöntemde sanat eserine eğilim gösterildiği göze çarpmaktadır.
Bir metindeki güzellik metnin içerisindeki bağlantılardan oluşur. Okurun veya yazarın söz konusu eserin güzel olması noktasında bir rolü yoktur, sanatsal güzelliği metnin kendisi doğurur.
Bu kurama göre yaklaşıldığında sanatsal güzelliğin eserde kendiliğinden bulunduğu görülmektedir. Ancak buradaki sorun sanatın işlevinin göz ardı edilmesidir.
Yapısalcılık bağlamında bakıldığında eserin iletişim yönü arka planda kalmaktadır. Oysa sanatın temelinde kişilere haz vermesi yatmaktadır. İsmail Tunalı, “Estetik” başlığını taşıyan yapıtında bireyin bir sanat eseri karşında haz duymasını “estetik tavır” olarak adlandırmaktadır.
Yani eylemi estetik tavır yapan söz konusu objenin kişiye haz vermesidir. Böyle bir durumda sanat eserinin alımlayıcıdan bağımsız olarak bir estetik değer taşıması estetik temellere aykırılık arz etmektedir.
Ortak estetik yargılar var mıdır, yok mudur ?
Estetik felsefesinde üzerinde durulan noktalardan birisi de ortak estetik yargıların varlığı konusudur. Bir sanat eserine bakan kişilerin tümünde ortak bir estetik yargı oluşmakta mıdır, yoksa sanat eseri kişiden kişiye değişen bir haz mı vermektedir?
Kant gibi bazı düşünürler sanat eserinin zorunlu olarak güzel olduğunu savunur. Yani ortada bir sanat eseri varsa bu sanat eseri mutlaka güzeldir. Bu nedenle ortak estetik yargılar vardır.
Croce gibi düşünürlere göre ise ortak estetik yargılar yoktur. Bir sanat eseri; kişinin yaşına, içinde yetiştiği kültüre, cinsiyetine, içinde bulunduğu koşullara göre değişiklik göstermektedir. Bu nedenle herkesi kapsayan ortak estetik yargılar yoktur.
Bu iki görüş çerçevesinde de düşündüğümüzde ortak estetik yargıları savunan düşünürlerin de sanat eserini alımlayıcıdan bağımsız düşündüğü görülmektedir.
Oysa gündelik yaşamda olduğu gibi sanatta da birçok olay ve durum kişilerin birikimine göre algılanır. İoanna Kuçuradi’nin İnsan ve Değerleri adlı yapıtında değer atfetme bölümünde dediği gibi herkes kendisi için önemli olan şeyi daha değerli görür. Bir edebiyat öğrencisi şiiri, felsefeyi sevebilir, bir matematikçi sayısal alanı daha değerli bulmaktadır.
Görüldüğü gibi değer felsefesine baktığımızda da olay ve durumların kişilerin özelliklerine göre anlam bulduğu ortadadır.
Bu perspektiften de bakacak olursak bir sanat eserindeki değer/ güzellik o sanat eserine bakan alımlayıcıdan kaynaklanmaktadır.
Estetik felsefesine tüm bunlar ışığında eleştirel bir bakış atıldığında, sanat eserinin alımlayıcıdan bağımsız olarak güzel olması o sanat eserinin işlevinin olmadığı anlamına gelmektedir. Psikoloji disiplinine göre olay ve durumların hiçbir anlamı yoktur, ona bu anlamı insan vermektedir. Nitekim Yukarıda sözü edilen Değer felsefesi ile Stoa felsefesinde de anlamın birey tarafından oluşturulduğu dikkat çekmektedir.
Tüm bu unsurları düşündüğümüzde sanat eserindeki güzelliğin eserle alımlayıcı arasındaki ilişkinin bir sonucu olarak varoluşunu sağladığını söyleyebiliriz.