“Ne olacak şu Kıbrıs sorunu?” diye sormaya başladığımızın üzerinden elli yıl geçti. Bu süre içinde ne Rum tarafını istediğimiz çözüme yakınlaştırabildik ne de “haklıyız” dediğimize” inat hakkımızı alabildik!

   Tutun ki elli yıldır “çözümsüzlük de çözümdür” direncinde bu adada 1963 ahkâmlarından kalma “Kıbrıs Cumhuriyeti” değil, Kuzey’de ve Güney’de “Türk ve Rum iki ayrı devlet olduğuna” başta BM’ler ve AB olmak üzere kimseyi inandıramadık!
   TABİ geçen sürenin siyasi çözümsüzlükten kaynaklı zararlarının faturalarını, “tanınmamışlığı” ve ulusalararası yalnızlığı nedeniyle Kuzey’de “bağımsız ve egemen devlet” iddiasında olan Türk tarafı öderken; Güney’deki Rum tarafı da dünyanın kör gözüne parmağı dercesine hâlâ adanın “tanınmış tek Devleti” olarak kabul görmektedir!.
   BUNA DA ÇOK ŞAŞIRILMAMALIDIR: Çünkü dış dünyada “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla Güney Rum Yönetimi başta BM’ler ve ABD olmak üzere siyasi yönden küresel örgütlenme ve bloklaşmalar kapsamına alınarak bir “Hristiyan kulübü” olan AB’nin de üyesi yapıldı… Güney Rum Yönetimi de tüm adanın tanınmış tek devleti olarak da tescil edildi!.

   DERKEN: Fakat bu tek yanlı ve Rum-Yunandan yana kayırıcı politikalardır ki adada sadece iki toplum arasında çözüme giden yolları tıkamakla kalmadı, imkânsız hale de getirdi!

***

   TABİ ASIL BÜYÜK SORUN artık Kıbrıs”ın adadaki Türk ve Rum halkları boyutunda değil… Türkiye-Yunanistan ve AB üçgeni içinde ele alınan bir sorun haline getirilmesidir.
   NİTEKİM bugüne kadar Kuzey’de ve Güney’de Türk-Rum toplumlarının hâlâ varsayılan “1960 KC ahkâmlarından kalma hakları ile siyasi hukukları tartışılırken, artık bu tartışmalar Türkiye-Yunanistan dolayısıyla AB’nin de müdahil olduğu bir siyasi konuma sürüklendi!  
   YANİ artık Kıbrıs sadece bir Türk-Rum yada Türkiye ile Yunanistan arasında süregelen siyasi sorun değildir… Güney’de üssünün de bulunduğunca ve siyasi ittifaklar silsilesinde AB’nin de sorunudur ABD’nin de sorunudur…
   DOĞRUSU eğer bu gelişmeler nedeniyle bizim de  aşta tuzumuzun olmasını istemiş olsak artık aramızda satın aldıkları konutları, işleri güçleri ile yerleşik duruma gelmiş Rus ailelerini de öne sürerek anavatanlarını siyasi sorunun muhatapları haline getirebiliriz, üstelik çok da şenlikli olur!
   NE VAR Kİ henüz böylesi gelişmeleri “siyasi muzırlık” haline getirecek kadar da politik değiliz!

***

   UZATMADAN noktalayalım: Siyasi sorunun çözümsüzlüğünden dolayı “kaybeden” taraf olmaya devam ediyoruz… Her ne kadar “boşluklarla eksiklikleri” Türkiye’nin katkı ve himmetleriyle dolduruyor olsak da sonuçta “tanınmamış devlet” olmanın rizikolarıyla boğuşmak da bir kader oluyor…
   Üstelik ufukta ne müzakerelerin yeniden başlamasına yönelik bir belirti var ne de (buna rağmen) siyasi tanınmışlığımıza yönelik bir umut var... Şimdilik kaydı ile sorun “öyle geldi böyle gidecek” gibi görünüyor!

***

   KISACA TAKILDIĞIM: Aslında bu ülkede bırakın “takılmayı” resmen yerlere serilip sürünmenin bile olağan bir yaşam biçimine dönüştüğü gerçeklerde hangi sorunun çok hangisinin az olduğunu yada hangi ulusal zafiyetler nedeniyle büyük sorunlar yaşadığımızı tespit etmek de kolay olmuyor…
   NİTEKİM yurttaş için artık fiyatının yüksekliğinden dolayı satın alamayacağı “et” en büyük sorunken meğer asıl büyük sorun neymiş bilir misiniz?
   Resmen medyanın da manşetine oturttuğunca “özel okul ücretleriymiş!..”
   HAYIR AMA! Bu saptamayı mevcut hayat pahalılığı koşullarında insanların yaşamlarını idame ettirmede gitgide daha çok zorlandıkları için vurgulamak gereğini duymadım!”  
   Et, süt, hellim derken; yanı sıra daha iyi eğitim görmek, çok daha yararlı ve verimli öğrenimlerden geçmenin de artık “ihtiyaç” haline gelmesi nedeniyle yazdım…

***

   DOLAYISIYLE ve bu nedenle “özel okul tedrislerinin” sürekli arttığı gerçeğini de artık göz ardı edemeyiz… Tabi ki “özel okul ücretlerini” verebilecek ailelerin çocukları için ama!”
   YANİ çoktandır ve artık ne “imtiyazsız sınıfsız” ne de “ulusal nitelik ve ağırlıkta” bir toplumuz…

   Gitgide kapitalizmin acımasız dişlileri arasında öğütüldükçe parçalara ayrılan “çekirdek yapımız” sınıfsallıklarının başından sonuna uzanan kademeli bölümlerine ayrılıyorlar ki “özel okullar” da bu değişimle gelişimin yeni kurulumları oluyorlar…
   BU nedenle “Özel okul harçlarının artmasına” ne tepki gösterdim ne de şaşırdım… Kaldı “halk” dediğimiz nerede kaldıydı? “Etin pahasında!”
   Ve şimdilerde “müjdeleri kendinden de önce gelen yeni pahalılık furyasında!” Ki bu adanın Kuzeyindeki Türk halkının “sosyoekonomik varlığı” bu kıstaslar içinde ölçülür…