Bilemiyorum: Fakat Rum tarafının Kıbrıs siyasi sorununun çözümsüzlüğünü gitgide bir AB  sorununa evrilecek strateji haline getirmeye çalıştığı  görülen gerçektir.                                                                                

    Nitekim daha geçtiğimiz günlerde Hristodulidis’in  AB’nin Kıbrıs siyasi sorununa daha etkin şekilde müdahil olması ısrarına karşın sorunun  “AB rapor taslağında” yer almaması fena halde canını sıkmıştı!

Rum liderliğine göre  Kıbrıs’ta çözüm isteniyor ve  bu konuda Türk-Rum müzakere ve işbirlikleri söz konusu oluyorsa;  ilgili arayış ve çalışmaların   siyasi çözümü sağlayabilmesi için 1974 sonrasını değil,  “öncesinin” baz alınması gerekir..”         

    ONUN da siyasi anlatımı ile manası “1963 Kıbrıs Cumhuriyetini müzakerelerin mihenk taşına vurmadan bu adada çözüm olmaz” iddiası ile “Kıbrıs Cumhuriyetine dönülmeden yeni çözüm olamaz” görüşüdür ki son dönemlerde bu görüş ayni zamanda tüm siyasi çevrelere AB’nin de sorunuymuş gibi servis edilmeye başlandı!      

   ASLINDA  mihenk taşına vuran her iki görüş de “Güney Rumunun malıdır” ve kaç yıldır da Türk tarafından istenen, olası bir çözümle bu siyasi modele yeniden ortak olunmasıdır!                                                                                                                                                                           ***

   TABİ Kİ artık Kıbrıs siyasi sorununda bizim için bu tip çözüm formülleri geçerli değildir.. Fakat ayni adayı paylaşmamızın kaçınılmazlığında “Kuzey ile Güneyin” ilanihaye birbirlerine sırt dönerek bu adada “varlıklarını” çözümsüzlükle sürdürmeleri de mümkün değildir!               Aslında küçücük coğrafyayı paylaşmak üzerine geçmişte atılmış tarihi adımlar vardır ve asıl çözüm de bu adımların açıp yarattığı yeni Kıbrıs coğrafyasında “iki devletli çözümü” tesis edecek siyasi anlayışın gösterilebilmesidir!

    NE VAR Kİ Rum tarafı böylesi bir radikal açılıma  yanaşmıyor! O zaman zorla gerçekleşecektir fakat o “zor” da adada asıl istenen “huzurlu barışı” sağlamaya yetmeyecektir!

    YANİ öteden beridir “iki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayalı bir çözüm” dediğimiz “çözüm”   gerçekleşmiş olsa bile eğer taraflar bu adada Kuzey’de ve Güney’de yan yana iki “egemen devlet” olarak var olmayı kabul edip bu stratejiyi “barışçı çözüme dönüştürme becerisi göstermezlerse” bu adada sağlanamayan o “çözüme” karşın sağlanması için baş vurulacak son çarede yine “savaşmak” kaderi  vardır!

    ASIL SORUN da bu düşünce üzerinde gelişmektedir. Şöyle ki  “çözüm arayışı”  iki halkı yeniden yaratılacak bir Kıbrıs adası için iş ve güç birliğine” davet etmiyor! Aksine  bir gün yine karşı karşıya gelecekleri savaşmak olasılığına yönelik hazırlık ve stratejilere itiyor.  Fakat yine de: 

                                                                               ***                                                                                      

   BİZ İŞİMİZE BAKALIM DERKEN:  Bir gün bu adada Rum tarafıyla dolayısıyla Türkiye ile Yunanistan’ın da karşı karşıya geleceği bir savaşın kaçınılmazlığını tabi ki gözlerden uzak tutamayız! 

    BU nedenle belirli bir yaştan sonra en azından “silah, top, tüfek nedir..” “Çarpışmak zorunda kalınırsa yetişmekte olan genç insanlarımız hangi silahları nerede nasıl kullanmak zorunda kalacaklardır…” “Savunma nedir saldırı nedir…” “Ve her halde ölmemek var olmak için bazen nefsi müdafaanın da ötesinde yurt savunmasının  mutlaka gerekeceği…” Düşüncelerinden hareketle:

     YETİŞMEKTE olan gençlerimizin bir gün bu olasılıkların  tatbikatlarını öğrenmek için alabilecekleri eğitimler söz konusu olacaktır zaten vardır..

   Dolayısıyla 18 yaşını doldurmuş her Türk gencinin bir süre “askeri eğitimden” geçmesi gerekmektedir zorunludur.. Zaten buna kimsenin de itirazı karşı çıkışı yoktur..                                                                              

    Nitekim            gençlerimiz “zorunlu askerlik görevleri” için kışlalarda eğitime tabi tutulur ve bir süre askerlik görevlerini ifa ederlerken  biraz sızlanıp inleseler de sonuçta terhislerinden sonra  bu süreci tatlı tatlı anlatılan hatıraları olarak yaşarlar..                                                                                                                                                                                                                                 ***

    YETER Kİ terhis olurlarken “oh be kurtulduk bu  mezelletten işkenceden” serzenişinde bulunmak gereğini duymasınlar!

   BU NEDENLE öteden beridir söylenip yazılıyor anlatılıyor: Zorunlu olan “askeri eğitimi” gençlerin hatıralarını karartan kâbusu değil.. Çocuklarına da tatlı tatlı anlatacakları kısa süreli vatani görevleri olarak benimsetip sevdirmek gerekir..                                                                                      

    BU DA eğitimle olur.. Fakat “üst ast ilişkilerindeki anlayış ve güzelliklerle…” “Öğrenen  ve öğreten” arasındaki anlayışlarla.”   “Ne sövmeli saymalı  ne dayak!ı!” “Ne çektirilen ezgi  ne cefa!”                            

   YANİ GENÇLER askerliği  öğrenecekler, bu kadar basit!  Ki “Üst”lerin, eğitimleri için emirlerine verilmiş   gençlere   askerlik için gerekli olan bilgi ve becerileri  öğretmekten  öte bir başka görevleri de olamaz!

                                                                                               ***

    NEDEN YAZDIM? İlk değil! Zaman zaman çok inandığım “iç barış” ve “kesimler arası” insani ilişkiler konusunda gelen şikâyetleri de dikkate alarak  özellikle “eğitim ve öğrenimin” bunlara bağlı “pedagojinin” bizatihi ne olup olmadığının “öğretmeni” olarak da bu konuları sütunumda ayazlattımdı..

Ki “nefretle sevgi” sanıldığının aksine çok çabuk gelişir fakat çok çabuk yıkılır..Gençleri anlamak da en askerlik sanatı kadar önemli ve zordur diyelim..

                                                                                              ***

    KISACA TAKILDIĞIM: Hayat pahalılığını durdurup dindirmek mümkün olmuyor.. Ki ne hazinemiz vardır emrimize amade ne de darphanemiz vardır eksildikçe para basan! TC’nin açıktan yaptığı parasal yardımlarla vaziyetleri idare ediyoruz ama fiyat artışlarını hayır!

   DOLAYISIYLA şöyle bir durum oluştu: “Pire ısırdı çık yukarı!”

   Hayat pahalılığı arttıkça maaşlara zam yaparak zevahiri kurtarmaya çalışıyorlar! Fakat taşıma suyla değirmen dönmez! Ankara para pompaladıkça pahalılık da artmakta! Pahalılık arttıkça piyasaya sürekli ve yeniden para pompalanmakta derken beklersiniz ki “paranın içinde boğulalım!”

   OYSA biz yine de “pahalılığın” içinde boğuluyoruz. Bu sistemde de gidişatta da bozukluk vardır biliniyor fakat düzeltilemiyor! Geriye kalan tek çaremiz sormak: “NBe olacak bu hallerimiz?”