Zaten hep ağladılardı.. Geçmişte de ne zaman sıkışsa başımız ne zaman kalsak çaresiz son sığınağımızdı analarımız. Bu nedenle olmalı “ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar” derdik..
AMA sözünü etme...
Zaten hep ağladılardı.. Geçmişte de ne zaman sıkışsa başımız ne zaman kalsak çaresiz son sığınağımızdı analarımız. Bu nedenle olmalı “ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar” derdik..
AMA sözünü etmekte olduğum kadın artık bir başka ağlıyordu. Yenemediği kaderine, üstesinden gelemediği çaresizliğine ağlıyordu..
İLK depremde yıkılıp gidecek izbe bir evde oturuyordu. Ta Maraş’ın bir ucunda.. Rumdan kalma kerpiç taş karışımı iki küçük odalıydı. İki çocukla zar zor sığışıyordu da o eve bile ayda beş bin lira kira ödüyordu. Üstelik ev sahibi “çık da çık” diyerek başında söyleniyordu!
Kadın dayanamadığı yerde yollara düştü. Kiralık evleri sordu bir apartmanın ikinci katında bir daire vardı. Sahibi 5 bin TL ayda istiyordu. Ama bir şartı vardı: Bir yıllık kira bedeli tutarı olan 60 bin TL’yi peşin ödeyecekti! Haftada bir iki kez evlerde temizliğe giden kadın ayda beş bin lirayı bile ödeyemezken 60 bin TL’yi nasıl ödesindi? Sonra nerden çıkmıştı şu “peşinatlar!” Bu parayı ödemesi için yıllarca para biriktirmesi gerekirdi. Yani “çaresizliğin” çaresinin mümkünü yoktu. Ve kadın ağladı ağladı! Kadınlar hep ağlarlardı zaten.
***
MASAL ANLATMIYORUM: Hikâye hiç! Artık KKTC’nin onca yaralarının arasında bir kanayan yaradır ev kiraları, iskân olayları. 1974’den sonra Rumdan kalan evleri kapatanlar şimdi o evlerin iratları ile yaşarlar! Üstelik “aylık” değil, yıllık kiralar taleplerinde.. Kadınlar ağlar tabi! Ağlarsa zaten analar ağlar ötesi yalan ağlar!
Kİ 1974 de Mağusa ve varoşlarından 40 bine yaklaşan Rum kaçtıydı Güney’e. Arkalarında Maraş gibisi bir kent bıraktılardı. Güneyden bölgeye gelenlerse 20 bin ya var ya yoktu!
VE gözümüzden bile kıskandıkdı ayaklar altına serili zenginliğinden, o zenginliğinin pırıltısından.. Yüzlerce sıfır kilometre arabalar apartmanlar bahçeli villalar bıraktılardı… Maraş’ı çok kıskandıktı. Kapısına kilit vurup askerle sarıp çevresini tellerle örüp kapattıktan sonra yıllar yıllar boyunca yine de “yağması” bu kez resmi kararlarla sürdürüldü! Ganimetlendi ta ki kadavra haline dönüşene kadar!
VE işte şimdi Maraş’ın o Derinya bölgesinde yıkılmaya yüz tutmuş evlerde ikamet etmenin mümkün olmadığı bir sosyal felaketin çığlıkları yükseliyor.. Analar ağlıyor!
***
HİKÂYE ANLATMIYORUM: Sadece 1974’den sonra ayaklarımızın altına serilen serveti bir sosyal devlet anlayışında değerlendiremediğimizden yakınıyorum. Ki artık depremler de korkutuyor ötesi doğal afetler de!
NİTEKİM asırlık konutlarda ikamet etmek zorunda kalanlar son depremin korkusuna kapıldılar!. En küçük sarsıntıda asırlık evlerinin başlarına yıkılma olasılığı ile titreşiyorlar! Fakat hepsi o kadar! Ötesi çaresizlik!
Sanki bu ülkede hiç devlet olmamış, hiç yokmuşuz gibi! Kaldı ki “sosyal devlet” olacaktık eğer olabilseydik! İşte bu nedenle ağlıyordu kadın. Bu nedenlerden dolayı ağlıyor analar! Çaresiz ve korumasız!
***
TEŞEKKÜRLER: Prof. İlber Ortaylı”yı hem Türkiye’de hem burada tanımayan dahası sevmeyen saygı duymayan insan yoktur. Bu yönü ile Ortaylı “Türklerin” tartışmasız saygınlığıdır.. Kendine özgü anlatımları dahası sonsuz gibi görünen tarihi bilgileriyle donanımı onu gerçekten de “kendine özgü ve çok ender bilim inanlarından biri konumuna getirmiştir.”
Geçen gün DAÜ’deki konferansına gidemedim. Dolayısıyla o konferansın içeriği konusunda değerlendirmelerde bulunamayacağım. Sadece medyaya da servis edildiğince bizimle ilgili söylediklerinden şu değerlendirmeyi yapabilirim:
ŞÖYLE Kİ Sn. Ortaylı konuşmasında Kıbrıs siyasi sorununu da değerlendirir ve Rumların tutumunu analiz ederken dedi ki “Rum tarafı her konuda AB’yi kullanarak KKTC’nin önünü kesmeye çalışmaktadır. Varsın uğraşsınlar siz kendi işinize bakınız ve ülkenizi, çevreye de önem vererek daha ileri noktalara taşıyınız…”
PEKİ neden “tarihi ilimler duayeni” Ortaylı her halde “ne yapmamız gerektiği soruları üzerine verdiği cevabında hamaset nutukları atmak yerine “siz kendi işinize bakınız” dedikten sonra “çevre” kelimesini de özellikle kullanarak “bunlara önem vermemizi daha ileri noktalara taşımamızı” öğütleme gereğini duyduydu?
***
ÇÜNKÜ bizim de şikâyetlerimizin odağında sürüp gittiğince “çevremizin ne kadar derbeder ve temizlikten tertipten, yeşilden nasibini alamadığını gördü! Ve “siz işinize bakın” derken de adeta uyardı: “Önce topraklarında varlık savaşımı verdiğiniz, devlet iddiasında olduğunuz yurdunuzu bayındır ve mamur hale getirin hatta Güneyi bile imrendirilecek hale sokup ulusal mücadelenize layık hale getirin, sonra gene konuşuruz” demek istedi!”
Teşekkürler Sn. Ortaylı..