Türkiye’deki depremin hayatlarımıza sinen acısı insanlık yanımızı da çok sızlattı. Bir grup öğrencimizin nasılsa depremin tam ortasında kalması ise başlı başına bir toplumsal travmaya neden oldu.
O...
Türkiye’deki depremin hayatlarımıza sinen acısı insanlık yanımızı da çok sızlattı. Bir grup öğrencimizin nasılsa depremin tam ortasında kalması ise başlı başına bir toplumsal travmaya neden oldu.
OLUR tabi. Araba tekeri altında kalıp ezilen kedimize bile ağlarken, beton yığınları altında kalan insanlara mı ağlamazsınız? Ağlamak ne kelime kahrolursunuz…
NE VAR ki dünyamızın da halleri bunlar! İnsanların hatalarını kabul etmiyor, affetmiyor! Doğasına aykırılığa dayanamıyor!
NİTEKİM: TV kanallarını seyrediyorum: Bakıyorum bir mahallede dizi dizi apartmanlar… Ama deprem nedeniyle yıkılanlar parmakla gösterilecek kadar az!
PEKİ ama neden? Neden bazıları dimdik ayakta kalabilirlerken, bazıları yerle yeksan olmuşlar!
Cevabını hepimiz biliyoruz! Biliyoruz ki Allah’ın hikmeti değil o yıkılan yüksek binalar… İnsanın ahlâksızlığı ile hırsızlığıdır! Demirden harcından çalmışlardır… Çürük çarık inşa etmişlerdir…
Kİ aynı kentte o göklere doğru kat kat çıkan yüksek binalar santur gibi kapanarak bir moloz yığını haline gelirlerken, asırlar önce teknolojinin ilkelliğinde taştan inşa edilmiş, şimdilerde “tarihi eser” dediğimiz binalar hâlâ ayakta hâlâ sapasağlam!
***
LAFIN kısası şudur: Allah var olduğu için ilahi adaleti de vardır. İyiyi, güzeli, temizi, gerçeği, vicdanı, namusu doğru olanı yüceltir… Yanlış olanı yanlış yapanı cezalandırır…
HAYIR: Serzenişim mistik düşüncelerimden dolayı değildir… İşte depremle birlikte bir kez yaşanan gerçek, depremde yıkılmış binaların görüntüleri geliyor ekrana. Bakıyorum bir mahallede dizi dizi apartmanlar ama deprem nedeniyle aralarından sadece bazıları yıkılmış! Diğerleri sapasağlam…
Kısaca ne diyoruz? “Neyi ekersen onu biçersin!”
***
VE BU VESİLE İLE YAZAYIM: Ben depremle birlikte doğdum. Mağusa surlar içinde “Maronit karısı” dediğimiz, sürekli bisikletiyle gezen kadının hanayında kiracıydık. Üstte yani hanayda biz, alt katta ailesiyle rahmetlik İrfan Nadir ikamet ediyordu! Asil Nadir’le aynı zaman dilimi içinde doğmuşuz ki o yıl, 1940’larda Mağusa’da büyük bir deprem olmuş… Ve yukarıda sözünü ettiğim o yılların gelişmemiş teknolojisine karşılık o taş ve çamurla ahşaptan yapılmış “hanaylı evler” dediğimiz binalar yıkılmamış… Çünkü insanlar o evleri namuslarınca inşa etmişler.
GÜZEL yurdumuza dönüyorum: Siyasi sorunu da çözüm olacak mı olmayacak mı sorularının hâlâ verilemeyen cevaplarını da bir kalem geçin.
Sonuçta “bu vatan bizim…” Ne var ki dağına taşına, ovasına ormanına, denizine sahiline baktığımızda sanırsınız bizim değil, Kıbrıslıca ifadesiyle “beytambal mallarıdırlar!” Oysa:
İNSAN vatan bildiği ve hâlâ uğruna savaştığı bundan sonra da zamanı geldi mi savaşacağı ata yadigârı topraklarını bu kadar hoyratça kullanamaz!
İMAR iskân derken bu kadar plansız programsız olmaz, sahillerini harcamaz, doğasını bozmaz!
VE çevresini bu kadar pisliğin içinde boğmaz!
Yollarını trafiğini, yeşilini doğasını bu kadar bozmaz!
DİRLİK düzenini sağlamakta bu kadar hasis davranmaz, yurdunu pislik deryası haline sokmaz!
MAŞALLAH AMA: Kuzey’e artık “yurdumuzdur” dediğimiz, 1974’lerden beridir bir yandan kalkındığımızı zannederken bir yandan da işte şu “olmaz olmamalı” dediklerimizin şu doğasını, imar iskânını darmaduman ederek tümünü de büyük bir çarşaf gibi sermişiz yurdumuzun üzerine! Altı kaval üstü Şişhane!
Kaldı ki vahametin bir de siyasi yanıyla “devlet oluşa” dayanan iddiası var ki şu anda o iddia da kadük duruma düştü çünkü bazı siyasilerimizin hikmetinden sual edilmez, durup durup “Türkiye dışarı, Rum içeri” diyorlar! Artık bizi Allah beklesin demekten öte çare de kalmadı…
***
VE BÜYÜK ACIMIZ: Şubat tatili ve spor karşılaşmaları nedeniyle deprem bölgesinde bulunan bazı okul öğrencilerimiz de tam felaketin ortasında kalmışlar… Acı haberlerini işittikçe canımız yanıyor, yanmak ne kelime ağlıyoruz. Bir öğrenci kafilesi sağ salim yurda dönebilmişken bir kafile hâlâ yıkıntılar altında kurtarılmayı bekliyorlar. (Yazımı gönderirken hâlâ kendilerine ulaşılamadıydı.)
Üstelik hiçbir tesellimiz de yok. “Allah beklesin korusun” demekten başka... Kurtarılanlara geçmiş olsun derim. Allah hepimizi, insanlığı beterinden saklasın…