Geçtiğimiz gün medyada satır aralarına sıkıştırılmış dolayısıyla laf ola beri gele intibaını veren küçük bir haber vardı. Okuduktan sonra “peki ama neden” diyerek bir süre düşündümdü.
Haber şuydu: “Sadece 2022 yılında ülkede 945 kişi boşandılardı.
Ayni devrede 247 nikâh kıyılmıştı!
2021 yılında 995 kişi de boşandılardı.
2020 yılında boşananların sayısı ise 841 idi…
HABERİ okuduktan sonra bir süre şaşkınlık yaşadım. Çünkü olay üfusumuzla, çapımız yanı sıra ne toplumsal yapımıza ne de insanı insan yapan unsurlardan biri olan “akde vefaya” sığıyordu!
Üstelik olağan bir sosyal davranış yada tutum biçimi de olamazdı.
Kaldı ki ayrılanların çoğu gencecik insanlardı. Henüz evlenirlerken kurdukları hayallerin renkleri silinmemiş hâlâ başlarında rengârenk konfetiler gibi uçuşuyor olmalıydı. Şöyle ki evlenilecek, şirin mi şirin bir yuva kurulacak, bir süre sonra aileye katılacak çocuklarla birlikte sıcacık saadet ve sevgi dolu bir hayat başlayacaktı.. Oysa:
HAYIR ama belki uzun süre birbirleriyle flört ederek birbirlerini iyice tanıma fırsatı bulan gençler daha evlilik törenlerinin rüyaları bile bitmeden sevgi ve aşkla kurdukları yuvalarını yıkıp sonlandırmak pahasına ayrılıyorlardı! Hem de öyle onlarcasıyla değil, yıllar itibarıyla yüzlercesiyle! *** ÖĞRENİMİNİ gördüğüm için az biraz aşinası olduğum “sosyolojik” bazı bilgilerimi yokladım, Doğrusu “görücü usulüyle” değil, çoğunlukla daha evlenmeden önce birbirleriyle arkadaş olan belki bir süre el ele kol kola gezip tozan, dolayısıyla birbirlerini iyice anlayan öğrenen hatta yüz yüze geldiler mi birbirlerinin ruhlarını okuyan bu genç insanlar neden evlendikten hemen sonra ayrılıyorlardı?
DENECEK ki “gailesi seni mi tuttu?” Olur mu yahu! Söz konusu olay resmen bir toplumsal çöküntünün habercisi hatta aslıdır! Bin bir zahmet ve parasal giderler sonunda evlenen çiftlerin yada uzun yıllar evli kaldıktan çocuk sahibi olduktan sonra bile “ayrılmaları” hatta bir yılda bu ayrılmaların 200 leri aşmasına kimse “olağan” bir toplumsal süreç gözü ile bakamaz! Aksine olay “toplumsal bir çöküntünün” somut ispatıdır!
Ki bu çöküntüyü sadece gençlerin evlendikten hemen sonra ayrılmalarında değil, ötesi toplum değerlerine yönelik tutumlarında da görüyoruz. Çoğu zaman “boş verilen bir hayat” ve hemen her konuda yansıyan “sorumsuzluklar” davranışlarıyla! “Baştan savmacılık ve adam sende’cilik” tutumlarında..
DENECEK ki kuşaklar arası anlayış ve yaşam tarzı farklılıkları her devrede vardı.
Nitekim bugün hiçbir genci EOKA saldırıları ile başlayan Türk Rum kavgaları içine çekemezsiniz.
BU NEDENLE bugünden yazabiliriz: Geleceğin Kıbrıs adası “halklar yönünden” farklı değer yargılarında şekillenecektir. Zaten bizi bu yazımıza sevk eden de bu düşüncedir ki aklımızın bir köşesinde sürekli eğer İsrail Gazze’ye sahiplik koyarsa adaya en yakın komşumuz durumuna geleceğidir..
VE bildiğimiz İsrail için Kıbrıs ayni zamanda “Kenan ülkesidir.” Varılması gereken hedeftir. Ve hedefine varmak için bu Yahudi’nin ne kadar acımasız gaddar hatta çocuk katili olabilecek kadar kan emici olduğunun en yakın tanıklından biriyiz.. Dolayısıyla “ihtimaliyatlar” olsalar da biz teyakkuzda olmalıyız…
KISACA TAKILDIĞIM: CTP MİLLETVEKİLİ Filiz Besim Mecliste yaptığı bir konuşmada “sahte reçete” konusunun ülkeyi kaosa sürüklediğini iddia ederek “keşke (suçluları) polise vermek son çare olsaydı” dedi!
TUTUN ki bu onur kırıcı olay hepimizi üzdü. Çünkü söz konusu “suçlular” toplumda saygınlığı olan kişilerdi. Hayal edilse bile öylesi bir dolandırıcılık olayına tevessül etmeleri mümkün olamazdı. Ne var ki oldu!
VE bir kez bir daha anladık: Şeytan insanın içindedir! Uyuduğunu sandığınız anda ortaya çıkar.. Çünkü misyonu budur!
DOLAYISIYLA olası kanun ve nizamalar onu yani şeytanı sürekli dürterek ve adeta teşvik ederek kötülüklere sevk edecek boşluklarla oluşturulmaz. Nitekim sadece hırsız suçlu değildir.
Hırsızlığı teşvik edecek kadar ülkeyi denetimsiz ve korumasız bırakan yasa yapıcılarla onları uygulattırmak zorunda olan kanun nizamların görevlileri de suçludurlar! Ki bu ülkenin en büyük sorunudur denetimsizlik!
MESELA yıllar yılıdır periyodik aralıklarla bu ülkede tarihi geçmiş torbalar dolusu ilaçlar yakılarak imha edilmektedirler.. Oysa “kullanım dönemlerinde” onlara muhtaç binlerce hastanın bu ilaçları yetmeyen paraları nedeniyle tedarik edemedikleri gerçekler de yaşanmaktadır! Yakılarak imha edilirlerken insan sormaz mı? “Onca gariban ilaç satın alacak darlık içindeyken nasıl olur da ülkede ilaçların vadesi geçmiş, bu nedenle yakılarak imha edilmiş olurlar? Günah değil mi bu ülkenin parasına!?”
YANİ “suçlu ayağa kalk” deme kararına varmışsak önce “milli servet” kaleminden oldukları halde vadeleri geçtiği için çayır cayır yakılan ilaçların da hesabı sorulmaz mı?
VESSELAM bu kez de ülkedeki “düzensizliğin” kurbanları ülkenin elit insanları oluverdi.. Önlerine serilen bozuk düzenler ahkâmlarının kurbanları! Üstelik ödedikleri faturaları da “saygınlıkları!”
TÜM bunlardan alınacak derslerle eğer KKTC’yi yeniden restore edeceksek, umut edelim ki bu derslerden öğrendiklerimiz bir işe yarasın..
Ama “ille de denetim” diyoruz. Çünkü o mekanizmayı çalıştıramayanların sayesinde bu ülkede altın pahasına domates hıyar yiyen bir ülke olduk. Hem ayıp hem insafsızlık!