Baraka Kültür Merkezi dün akşam Arabahmet Kültür Evi’nde gerçekleştirdiği bir etkinlikle Dünya Tiyatro Günü’nü müzik ve oyunla kutladı. Sol Anahtarı müzik topluluğunun dinletisiyle başlayan etkinlik Baraka Tiyatro Ekibi’nin hazırladığı “Shakespeare’in Şen Kadınları” oyununun sahnelenmesiyle devam etti. Tiyatro severlerin yoğun ilgi gösterdiği gecenin sonunda Baraka’nın Dünya Tiyatro Günü Bildirisi de sahneden okunarak seyircilerle paylaşıldı.  
Shakespeare’in Şen Kadınları oyunu, Lefkoşa’daki son temsilini 30 Mart Cumartesi akşamı saat 20.00’de Arabahmet Kültür Evi’nde gerçekleştirecek. 

Baraka Tiyatro Ekibi’nin Dünya Tiyatro Günü Bildirisi ise şöyle:
“Gece uzun da olsa güneş mutlak doğar!”
Bertolt Brecht’in dediği gibi; karanlık bir çağda yaşıyoruz. Ağaçlardan söz etmenin bile neredeyse suç sayıldığı, kötü haberi henüz almamış olanın gülümseyebildiği, yine de bencilce yiyip içmenin salık verildiği, toplumsal değerlerin erozyona uğrayıp, ben merkezci insanın insanlıktan çıktığı bir çağ bu... 
Sanat ve tiyatro da bundan nasibini almıyor mu? Sahneyi bir ego gösterisine dönüştüren, baştakilere yaranmak için kırk takla atan ya da tarafsızlık adı altında lafazanlık ederek suya sabuna dokunmadan perdeyi açıp kapatan, uyandırmak yerine uyutan, açığa çıkarmak yerine kafa bulandıran bir tiyatro anlayışı da pıtrak gibi yayılmıyor mu?
Emek vermeden, bedel ödemeden, mutluluk ve haz peşinde koşan bir insan modeli yaratılıyor. Sadece ve sürekli tüketerek var olabileceğimiz fikri dayatılıyor. Topluma ve bir parçası olduğumuz doğaya karşı sorumluluk duygusu, yerini, en iyi ihtimalle yüce gönüllü bir “iyilik sever”liğe, en kötü ihtimalle de bencilce bir vurdumduymazlığa bırakıyor. Oysa gerçek mutluluğun, her bir kişinin özgür gelişiminin, tüm toplumun özgür gelişiminin ön koşulu olduğu bir kolektiviteden geçtiği unutuluyor. 
Ezilenlerin tiyatrosunun kuramcısı Augusto Boal ise bize “mutlu olmak için cesaretli olun” diyor. Hayatı değiştirebiliriz, yakına gelerek ve dayanışarak! Seyirci kalmayıp sesimizi çıkararak, yalnız durmayıp örgütlenerek, çoğalarak... Savaşların, şiddetin, işsizliğin, yoksulluğun, ayrımcılık ve ırkçılığın gerisine bakarsak bütün toplumlarda ezenleri ve ezilenleri görürüz; adaletsiz ve acımasız bir dünya görürüz, emeğin ve doğanın sömürüldüğü bir sistem görürüz. Başka bir dünya yaratmamız gerek; çünkü biliyoruz ki öyle bir olanak var. O başka dünyayı kendi ellerimizle, kendi sahnemizde, kendi yaşantımızda yaratmak bize düşüyor.
Sanata politika karıştırmayalım safsatasına da şöyle diyor Augusto Boal: “Tüm tiyatrolar zorunlu olarak politiktir, çünkü insanın bütün faaliyetleri politiktir ve tiyatro da bu faaliyetlerden biridir. Tiyatroyu politikadan ayırmaya çalışanlar bizi yanıltmaya çalışmaktadırlar ve bu da politik bir tutumdur.”
Ülkemizde, tiyatronun ışığından, halkları birleştirici gücünden ve gerçeklerle yüzleşmekten korkan karanlık güçler, hâlâ daha yasaklara, sansürlere başvuruyorlar. Bunun karşısında ise barıştan yana olanlar dahi baskılara boyun eğiyor, yeterli tepkiyi yükseltemiyor. Oysa ifade özgürlüğü ve barış, baskılara boyun eğerek değil, inatla direnerek kazanılır. 
Başka neler oluyor, daha doğrusu neler olmuyor ülkemizde tiyatro adına: Özerk Tiyatro Yasası yıllardır yapılmıyor mesela... Her ne kadar sokaklar fırsat sunsa da, amatör tiyatroların ücretsiz kamusal salon bulması  her geçen gün zorlaşmakta. Devlet Tiyatrosunun sahnesi, belki de masalsı anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğar diye düşünülüyor, bir çivi çakılmıyor. Devlet Tiyatrosu müdürü, hükümet tarafından siyasi bir kararnameyle atanıyor. Sanata ve tiyatroya bütçe ayrılmıyor, sanatçılar sermaye ile içli dışlı olup sponsor aramak zorunda bırakılıyor. Başkent Tiyatro projesi yarım inşaat olarak kentin tam ortasında utanç duvarı gibi duruyor. Amatör dernek tiyatrolarına yeterli kaynak sağlanmıyor. 
Tüm bunlara rağmen ve sahteliklerin, yozlukların, kokuşmuş bir düzenin arasından, yediveren bir ağaç gibi dört mevsim çiçek açıyor tiyatromuz. Çünkü hâlâ daha umut var!
Çünkü tiyatronun tavrı, örgütlü kötülüğün karşısında yine örgütlenerek durmaktır. Tiyatro ki; özgürlüklerin evinde oturan, yaşama tanıklık eden, onu değiştirip dönüştürendir. Tiyatro; haksızlığın, sömürünün üstüne giden, değiştirdikçe, kendi de değişen ve gelişendir. İnsanları bir arada tutmanın en evrensel aracı, inandığımız değerlerin en etkili konuşmacısı, insanlık tarihinin en eski hikaye anlatıcısıdır. 
Brecht’le başladık yine onunla bitirelim: 
Irmakların suyu taşları sürükler, bir gün silinip yok olur zorbalar.
Alır büyüklerin yerini küçükler, gece uzun da olsa güneş mutlak doğar!
Tüm tiyatro emekçilerinin ve seyircilerinin 27 Mart Dünya Tiyatro Günü kutlu olsun.
 

Editör: Erol Kanlıada