İşyerime yakın, yol kenarında bir küçük market vardı…

   Bir buçuk yıl önce yeni işyerime taşınmadan da o market oradaydı, daha doğrusu yıllardır orada.

   Bu sokaktan geçerken durup o markete girmişliğim, alışveriş yapmışlığım vardır.

   Yan tarafında park yeri olmasına rağmen birçok kişinin trafiği de engelleyecek şekilde marketin önünde durup içeri girmesi, sinirimi de bozmuyor değildi hani…

   İki adım öteye park edemiyor birçok kişi, illaki marketin tam önüne park edecek, o markete girince araba da çalışıyor olacak…

   Maalesef bu ülkede bu durum genel bir hastalık; gittiği her yerin tam karşısına park etme hastalığı da ilginç gerçekten. Kimse birkaç adım atmak, biraz yürümek istemiyor.

   Bu küçük market iyi çalışıyordu, çünkü bölgede, yakınlarda başka bir market yoktu.

   Ta ki bu bölgeye büyük bir market açılana kadar…

   Bu marketçiğin tam karşısına, belki de ondan tam dört kat büyük ve indirimli satışlar yapan, şubeleri olan bir süpermarket açıldı.

   Çift gidiş, çift geliş yolun karşısına, yoğun yerleşimin, konutların olduğu tarafta yeni açılan dev süpermarket, karşıda ise yani az konut bulunan tarafta diğer marketçik…

   Yani yeni market açılınca insanlar çift gidiş çift geliş olan marketçiğe gitme zahmetine katlanmıyordu, fiyat olarak da hesaplı bir market bulmuşlardı.

   Ne mi oldu? Yılların marketçiği kapandı…

   Hem de beklediğimden bile erken kepenklerini sonsuza kadar indirdi.

   Sahibi/ işletmecisi kimdir bilmiyorum ama önünden her gün geçip gittiğim arada durup bir şeyler aldığım marketin kapanması hüzünlendirdi beni.

   Bir gün konuyu işyerine açtığımda diğer arkadaşların da aynı duyguyu taşıdığını gördüm.

   Çok klişe, çok slogan gibi olacak ama kapitalist anlayış, kapitalist düzen daima “büyük balık küçük balığı yutar” mantalitesine göre hareket eder…

    İşte bizim mahallede yaşanan da odur, büyük market küçük marketi yuttu…

    Bu durum bana yanılmıyorsam ilk kez 1990’ların başında sahnelenen rahmeti Ferhan Şensoy’un “Kahraman Bakkal Süpermakete Karşı” oyununu hatırlattı.

   Ferhan Şensoy’un bu oyununda kahraman bakkalın, yeni kurulan bir süpermarkete karşı kalma çabaladığını anlatıyordu… Çok da güzel mesajlar veriyordu…

   Ferhan Şensoy, hayatını kaybettiğinde Gazete Duvar’da konuk yazar olarak bir yazı kaleme alan Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Hatime Kamilçelebi, hem oyunu özetlemiş hem de dünden bugüne çok güzel bir bakkal- süpermarket değerlendirmesi yapmıştı. Ben o yazının bir bölümünü şöyle vermek istiyorum:   

   “Kahraman Bakkal Süpermakete Karşı oyununun detaylarında süpermarketlerin Amerika’da ortaya çıktığını, aslında bazı ürünleri maliyetin altında satarak bakkalda alışveriş yapan müşteriyi kendilerine çekmeye çalıştıklarını, müşterilere market girişinde (bakkalda bulunmayan) büyük alışveriş arabaları vererek ihtiyacı olmayan şeyleri de almalarını, fonda müzik çalarak müşterilerin bir ürün alırken bile mutlu hissetmesini sağlamalarını, bakkaldaki poşete ücret ödemeyenlerin markette poşete bile ücret ödemeye ses çıkarmadıklarını görürüz. Elbette ki bunlar yıllardır bakkaldan alışveriş yapan insanları bu alışkanlıklarından vazgeçirmek için yapılan pazarlama taktikleridir. Kahraman bakkal abla ise süpermarketlerin bir ürünü nasıl bu kadar maliyetin altında sattıklarına akıl erdiremez. Süpermarketin bir ürüne indirim sağlıyorsa diğer ürünleri olduğundan daha pahalıya sattığını müşterilerine anlatsa da müşterileri bakkala artık eskisi gibi alışveriş yapmak için değil, herkesin evinde telefon olmadığından (oyunun yazıldığı dönem öyleydi) bir yere telefon etmek veya bir şey sormak için gelmektedir. Kahraman bakkal abla ise bakkala gelenlerin kimi zaman borç aldığını, kimi zaman aldıklarını veresiye defterine yazdırdığını ve ay sonunda ödediğini söyler. Bakkalın müşterisinin yanında olduğu bu davranışın süpermarkette olamayacağından ve marketin sadece bir makine gibi çalıştığından dem vurur…

    80’li yılların sonunda bu dönüşümle beraber büyük marketlerde müzik, çeşitli kokular, büyük alışveriş arabaları, göz hizasında raflara ürün dizimi, promosyonlar, ürün tanıtımları ve indirimlerle beraber insanlar daha fazla harcadıkları halde daha fazla kazançlı çıktığı düşüncesi oluşturan bir sistemin içinde olduklarının çoğu zaman farkında değiller. Alışveriş yapanlar etrafında market çalışanları olduğu halde sanki yokmuşçasına davranıyor. Kaçına bir şey sormak dışında selam verip, kolaylıklar dileniyor?

    Günümüzde evde telefon olması bile artık demode. İnsanların istedikleri her şeyin o an elinin altında olması gerektiğini düşündüğü ve haz odaklı yaşadığı bir dönemdeyiz. Çoğu insanın akıllı telefonu ve alışveriş yapmak için market uygulaması var. Özellikle pandemiyle birlikte akıllı telefonlardaki uygulamalar sayesinde markete gitmeye gerek kalmadan sanal marketlerden verilen sipariş, istenen adrese belirli bir süre içinde motorlu kuryelerle getiriliyor. Çok çalışma, zamanı yetirememe, sosyal medyanın da tetiklediği ‘bir şeylere yetişememe’ üzerine bir sistem içinde örneğin insanların çalışma performansı veya bir ürünün kalitesi akıllı telefonlardaki uygulamalarla değerlendiriliyor. Artık alışveriş internet yoluyla elimizin altında. Akıllı telefon market uygulamaları marketteki indirimli ürünleri, avantajları, kampanyaları vb. gün içinde sürekli bildirir hale geldi. Alışveriş her gün daha da kolaylaşıyor ama yine de bir şeyler eksik değil mi?

   Pandemiyle beraber artan internet alışverişlerinde belirli sürede ürünü belirtilen adrese yetiştirmek için yola çıkan yüzlerce motor kurye can verdi. O uygulamalar yoluyla kuryeden memnun kalınıp kalınmadığı soruluyor, kuryeyle ilgili yorumlar isteniyor ama o kuryeyle kaç saniye iletişim kuruluyor?...”

   Dr. Hatime Kamilçelebi, ne kadar güzel özetlemiş meseleyi değil mi? Benim çocukluğumda, gençliğimin bir döneminde süpermarket yoktu, yukarıda Dr. Hatime Kamilçelebi’nin anlattığı süreci bizzat yaşadım…

   Belki bu süreçleri yaşadığım ve bugün her şeye çok daha kolay ulaştığım halde bir şeylerin bende de sanki eksik kalması nedeniyle işyerimizin mahallesindeki küçük marketin, mahalleye yeni yapılan büyük market nedeniyle kapanmasına üzüldüm.

   Tabii bizzat ben de bir çelişki içerisindeyim. Ekonomik şartlar o kadar bizi zorluyor ki ben de indirim yapan marketleri tercih eder oldum. Mahalledeki küçük marketlerden de alışveriş yapıyorum ama çok az, yalnızca acil ihtiyaçları… Büyük alışverişimi, fiyat değerlendirmesi yapıp büyük marketlerden yapıyorum. Kendimi suçlu gibi hissetsem de aile ekonomisi adına tasarruf nedeniyle böyle yapıyorum. Tabii ki pazarlama politikası aldatmacalarından uzak durmaya çalışarak…  

    O sevmediğimiz, eleştirdiğimiz kapitalizm bir şekilde bizi teslim alıyor ve kendimizi bir şekilde haklı çıkarmamız ve gerekçeler sunmamız için de bize yardımcı oluyor adeta…

    Yine de şehir içlerinde bakkal veya küçük market, kasap, manav, perakendeci olmalı, yaşamalı, süpermarketler bunları yutmamalı, illaki her tarafa, kısa mesafelere büyük marketler dikmeye gerek yok… Büyük balık illaki tüm küçük balıkları yutmamalı, yuttu yutacağı kadar bazıları da yaşamalı.

  Ülkemizde yalnızca marketler değil, diğer iş alanlarında da aynı meslekten mağazalar, dükkanlar çok sık, çok yakın açılıyor, aynı bölgede yer alıyor, kimi zaman birbirlerini batıracak duruma geliyorlar, hiç olmazsa buna biraz dikkat edilmeli…

   Kapitalist düzenden kaçış yok anladık ama büyük balık da doymayı bilmeli, tekel olacak noktaya da evrilmemeli…