Günlük yaşamın çoğu zaman fırtınaya dönüşmüş hareketliliği içinde farkına varmamış olsak da sürekli olumlu olumsuz “değişimler” yaşadığımız gerçeğini yadsıyamayız…

Mesela sürecin devinim halini alan akışı içinde, devlet kademlerindeki “görevliler” kendilerine takdir edilen makamlarında çapları oranında yer alırlarken, tutun ki o “devleti” çalıştıran büyük bir mekanizmanın irili ufaklı çarkları durumundadırlar ki bir teki arıza yapsa tüm sistemi olumsuz etkiler…

PEKİ ya maazallah çoğunluğunca arıza yapsalar? Devlet batar!                                                                        

KKTC’ye kuruluşundan bugünlere gelişine dek geçen sürede bir de bu düşüncelerle bakıyorum… Ki hem siyasi hem sosyoekonomik yönden 1974’lerden bu yanadır “kurduğumuz devletin rüştünü ispat etmek için uğraşıyoruz.  

Bu iddiamıza “siyasi tanınma” ararken, o ilk yıllarda yaratılan heyecanı da unutmadım. Ki en büyük talihimiz hem İngiliz sömürge idaresinden hem kısa süreli olsa da Kıbrıs Cumhuriyetinden intikal etmiş “bürokrasimizin” bilgi ve deneyimleriydi… Olmasalardı “bürokrasiyi” disipline edemezdik!

YA BUGÜN? Yine tekrarlayım: Memurlarımız ve kadrolarımız yerli yerindeler ve görevlerinin de bilincindedirler.                                                                                                                       

FAKAT periyodik aralıklarla seçilerek devletin kaderini yüklenen “seçilmişler” için ayni kanaatleri serdedemiyorum!

NİTEKİM: Yukarıdaki düşüncelerime denk gelen bir olayı geçen hafta yaşadıktı. Olay biliniyor:

Geçen Hafta Güney’deki AKEL’in öteden beri Kıbrıs sorununa şaşı bakan milletvekili ve AB’deki Kıbrıs temsilcisi Niyazi Kızılyürek Barış Harekâtının 49. yılını bahane ederek değişmeyen tutumuyla bir gazetede yazdığı makalesinde o büyük ve tarihi olayı yerlerden yerlere çalıverince, tabi ki anında Kıbrıs Türk Mücahitler Derneği Başkanı Sn. Bayar tarafından bir kez daha protesto edildi ama nafile!

ÇÜNKÜ bu kafalara bu adada artık Kuzey’de “kuruluşunu” tamamlamış bir Kıbrıs Türk devleti olduğunu kabul ettirmek mümkün olmuyor!

Üstelik gereksinmeler söz konusu olduğunda “sınır kapılarından KKTC’nin kanun ve kurallarına uygunluğunca geçiş yapmak zorunda olduklarını bilmelerine karşın!

O geçişlerde KKTC’nin kural ve kanunlarına uymalarına karşın…                                    

Dolayısıyla bu inatçı ve ayrımcı karşı koyuşa akıl erdiremediğimiz yerde adeta feryat ederiz: “Allah’ınızı severseniz adadaki bu iki devletlilik” gerçeğini başka hangi nedenle idrak edeceksiniz ki kafanıza dank etsin!”

ÖTE YANDAN, tüm bu gelişmelerin içinde Niyazi KIzılyürek’in fonksiyonu ne ola ki?

Artık Güney Rum’unun politikalarında bile suyu sıkılmış   limon posasından öte nitelik niceliğinin esamesi okunmayan, gündemde yer almayan hatta abese iştigal olarak saydığı bu tip etkinliklerde 1974’ü karalamasının bile tırnak kadar kıymeti değeri olmayan bir gerçekte, iki cami arasında kalmış binamaz gibilerinden bir politikacıyı “söylettirip kınamalarda bulundurmasına zemin hazırlamak” hangi siyasi kazancı sağlattıracaktır ki?  Öte yandan:

VE BİR BENZER OLAY DA Mağusa Belediye Başkanı Sn. Süleyman Uluçay’In şahsında olabilirdi. Nitekim az kalsın   kendisini mandepsiye bastıracaklardı…  Nitekim AKEL 20 Temmuz’u   telin (yada onların dilinde lanetleme etkinliğine) Sn. Mağusa Belediye Başkanı Uluçay’ı da davet etmiş fakat kabul görmemişti…

 (BURADA madalyonu çeviriyor öteki yüzünde sırıtan bir başka gerçeğe bakıyorum)                                 

PEKİ AMA bu “seçilmiş yurttaşlarımız” neden bizim için “kurtuluşumuzun bayramı,” Rumlar için “enosis hayalinin tarihe gömülmesi” gerçeğine dayanan 20 Temmuz gibi anlamlı, tarihi ve muhteşem bir günümüzde; bizler “bayramını yapar, Güney matemini tutarken…

Aramızdaki bu “üst kademe makam sahibi yurttaşlarımızı” Güney’de söz konusu olan “adanın işgal edildiği iddiasına dayalı “resmi matemli etkinliklerine” katılmalarını ve “Türkiye’yi Barış Harekâtı nedeniyle telin edip kadaralar okurlarken, izlemelerini hatta alkışlamalarını isterler? BU ne pervasızlık! Neyse ki bu defa Rum’un bu süregelen oyununa kapılıp da bunun için oluşturulan mandepsiye basanımız çıkmadı! Hristodulidis bu olayı bir daha değerlendirmelidir belki aklı başına düşer!   

KISACA TAKILDIĞIM: (TRAFİK NEDENİYLE YAŞADIĞIMIZ ACILARIMIZ:) Geçen hafta görevi başında bir polisimiz çarpan tır nedeniyle, bir kızımız da kullandığı arabasıyla yaptığı kaza sonucunda öldülerdi…

Küçük toplumuz. Bir yere düşen ateş hepimizi yakar ağlatır… Her iki gencimize de Allah’tan rahmet dilerim… VE bu vesile ile yazayım:                                                                                                                                                

KKTC’de “yol” sorunumuz devam ediyor… Ki olay ilk kurulan üniversitemiz olan DAÜ’ye TC’den özel arabaları ile gelen öğrencilerin bir anda trafiği kat katıyla yoğunlaştırmalarıyla açığa çıktıydı: Şöyle ki ne kentlerde ne kentler arasında, yollarımız yeterli ve düzgün değildi… Arabalar bir anda çoğalınca trafik mangos olduydu!

GEÇEN yıllar içinde bazı iyileştirmeler ve yeni yollar yapılmazsa da sorunları devam ediyor. Çoğu yollarımız yol olmaktan çıkmış… Bazıları artan araba yoğunluğunu taşıyamaz duruma düşmüş… Üstelik ne kentlerde ne kentlerdeki yerleşim yerleri arasındaki yollarda sürücülere yardım edip yönlendirecek, sağlıklı sürüş yapmalarına imkân verecek “trafikle ilgili işaret, çizgi, yön gösterici, kaldırımlı, doğru dürüst panketli…” Kısaca ülkedeki arabaların sağlıklı ve güvenli seyrüseferlerine cevaz verecek yollar, trafik düzenlemeleri, işaretleri, çizgileri falan… Ya yoktur ya eksiktir, ya baştan savmadır!

TABİ Kİ ille de ölümcül kazaların nedenleri bire bir “bunlardır” demek istemiyorum…               

“Dikkatsizlik bir anlık dalgınlık yada anında verilemeyen kararlar da trafik kazalarının nedenlerindendir ama bunların hesabı sorulmadan önce devlet “sağlıklı trafik için ne yaptığını, bugüne kadar ölümcül kazaları önlemek için hangi alt yapıları oluşturduğunun hesabını verebilmelidir… Ki “çok az, hemen hiç” denecek bir cevapla karşılaşılır!