Nitekim HER İKİ  politikacımız da Cumhurbaşkanlığına kadar yükselmeyi  başarmış siyasilerimizden. Biri yıllar ötesinden gelen kadim dostum Hakkı Atun, diğeri genç neslin temsilcisi olması gereken ve halen görevini sürdürmekte olan  Sn. Cumhurbaşkanımız Ersin Tatar.         

   KURBAN Bayramı dolayısıyla   verdikleri demeçler yanı sıra, halkın bayramını da kutladılardı. Ancak bu demeçler içerikleri yönünden birbirlerine zıttı ve iki ayrı görüşü yansıtıyorlardı!

   ŞÖYLE Kİ Sn. Atun  “KKTC de siyaset dibe vurdu” derken Sn. Tatar demecinde “aydınlık yarınlardan” söz ediyor ve  “KKTC’nin  Doğu Akdeniz’in cazibe merkezi olacağı” müjdesini veriyordu.

   SEÇİLMİŞ iki Cumhurbaşkanımız, iki görüş ve geleceğe tuttukları aynalarda yansıttıkları vaziyetimize yönelik görüşleriydi bunlar.                                                                                                             

   Fakat birinin demeci “aydınlık” diğerinin “karanlıktı.”

   TABİİ Kİ bu zatı muhteremlerimiz ayni zamanda “devletin kaderini yüklenmiş siyasilerimizdi de.”

   Verdikleri demeçler, istedikleri anda çok rahatlıkla ulaşabilecekleri toplumun siyasi ve sosyoekonomik durumunu belirten “resmi verilerden, araştırmalardan” elde edilip derlenmişti. Laf ola konuşmuyorlardı.

   Zaten buna hakları yoktu çünkü her iki politikacımız da Cumhurbaşkanlığı mertebesine kadar yükselmişti. Yani “demeçleri laf ola beri gele değildi, olmazdı”

   FAKAT: İşte o sözünü ettiğim “demeçlerine” daha yakından bakmak gereğini duyduğumda gördüm ki Sn. Cumhurbaşkanlarımızdan biri  “karanlıkları” diğeri  “aydınlıkları” müjdeliyorlar.                           

   Mesela Cumhurbaşkanımız Sn. Tatar “KKTC’nin gelecekte Akdeniz’in incisi olacağından” söz ederken

   Sn. Atun ise “insanların sefaleti ile devletin fukaralığından” dem vuruyordu.”                                                                                                                                                                            

***

    ASLINDA makamları eşdeğerli olan bu en üst makam sahibi siyasilerimizin bu tip çelişkili demeçlerinin yabancısı değiliz.                                                                                                                                         

   Hatta çok partili siyasi rejimin ahkâmlarında birinin ak dediğine diğerinin kara dediğinin de tanığıyız.   

   PEKİ sorun ne? “Polemiklerle çelişkilerin” Cumhurbaşkanlığı makamlarına kadar tırmanması. Kİ artık halkın güvenip sığınacağı bir ötesi siyasi makam da yoktur.

                                                               ***

   ÖTE YANDAN:  Araya sıkıştırmamın ne kadar doğru olacağını bilemiyorum:                                             

   Ayni zaman diliminde öteden beridir KKTC’nin Lefkoşa Büyükelçiliğine “özellikle atandığını” dolayısıyla rutin görevi ötesinde  özel çalışmalarının da yer alacağını sandığım  Sn. Metin Feyzioğlu’nun, “Burası refah adası olacaktır” açıklamasına da tabii ki özel önem atfettiğimi yazmalıyım.  

   ÇÜNKÜ: Şu anda KKTC’nin ulaştığı “refahın” ayni zamanda “diyetini” de ödemeye başladığımız   sosyoekonomik  sorunlar sarmalına girdiğimiz yadsınamayacak kadar ayan beyandır.                   

   Mesleki hiyerarşi içinde “maaşlarından günlük yevmiyelerine” kadar  “hayat pahalılığı  zamlarının”  güvencesine alınan “devlet kademelerindeki çalışanlar” yönünden, o çok sözü edilen “refah düzeyine” ulaşmamaları için  bir engel, eksiklik ve aksilik yada “hayat pahalılığı zammı” alamayacaklarına yönelik  takıntıları olmaması gerekir ama ülkede   yaratılan “yapay  pahalılık” bu çok olağan “sosyal güvenceleri” bile sıfırla çarparak yerine “felaket senaryoları” ikame etmektedir!

                                                               ***

   DOLAYISIYLA “yakınmakla sevinmek,” “yerinmekle övünmek” arasında duygusallığı çakan üst kademe yöneticilerimizin seslendirmelerini toplum bünyesinde feryatlar halinde koyuvermeleri, artık bizim de sapla samanı karıştırmamıza neden oluyor zaten bizatihi bu sorunun kendisi de toplumsal karışıklık ve gitgide kaotik bir yönetim oluşumu haline geliyor!   

   O ZAMAN da biri halen görevde, diğeri emekliye ayrılmış Cumhurbaşkanlığı makamlarına kadar ulaşmış “toplum liderlerimiz” de kendilerini ya reytingi bedava olan “şikâyetler, sızlanmalar” seslerine bırakıyorlar ya da  “İyiyiz” müjdeleri vererek kendi aidiyetlerindeki  yönetimlerini yüceltmeye çalışıyorlar!.. Kaldı ki:

                                                               ***

   BU ÜLKEDE asıl tehlikeye davetiye çıkaran TL’nin kur değişkenliği içindeki oynaklığına bağlı inişleriyle çıkışlarının yarattığı pahalılık da değildir.

   Mesela bundan uzunca bir süre önce bir ekonomistimizin saptamasıyla sorunlardan biri de “inşaat ve konuk piyasasından kaynaklanan ve ekonominin genelini etkileyen likidite ve finansman krizidir..”

   Ya da “gitgide T.C.’li bankaların hakimiyetine giren bankacılık”  sektörümüzdür.                                      

   Veya “T.C.’den KKTC’ye dönük sermaye emek faktörünün sosyoekonomik etkileridir.”  

   YA DA sorun gün günden KKTC’ye dıştan katılan türlü çeşitli ülkeler insanlarının yarattıkları lobiler arasında  kendine bile “yabancılaşmaya” başlayan KKTC yurttaşlarının  sorunudur.                                                

   Ki “karışık, yabancı, türlü çeşitli dil din, gelenek farklılıkları” gösteren yığınla topluluklar yoğunlukları içinde artık bu ülkede nefes alamayacak kadar sıkboğaz olmaya başladığımızı ayazlatan ve “geliyorum” diyen bir büyük sorun daha gelişmektedir!                                                                                                                                     

***

   3. ÜLKE İNSANLARININ sorunlarından söz ediyorum ki “Paris olayları” bizim de aramızdaki yabancılar sorununu düşünmemiz gerektiğini çimdiklemektedir.

   Denecek ki “Bayram bitti seyran değil, eniştem beni neden öptü?” Yani bu “Yersiz ve hadsiz yazı da nerden çıktı?”

   “Ne diyordu filozof: “Düşünüyorum o halde varım!”

   DİLEĞİM tabii ki “Kıbrıs’ın kuzeyinde Kıbrıs Türk devletinin sağlıklı şekilde gelişip büyümesidir. Ki bir gün önümüzde Güney’in şapka çıkarması da beklentimdir.  Kaldı ki eğer geleceklere bu hedefler konmazsa işte asıl o zaman korkmalı kuşku duymalıyız.