Edebiyatın ne’liği konusunda farklı tanımlamalar yapılsa da kanımca edebiyatın en önemi tanımı yeniliğin peşinden koşuyor olmasıdır. Belli bir anlayışı takip eden eserlerin o anlayışa sıkışıp kalması gibi bir durum söz konusudur.

   Sürekli arayış içerisinde olan, çağını iyi analiz eden sanatçı, doğal olarak yeni bir anlayışla ortaya çıkmaktadır. Şair-Yazar Halil Karapaşaoğlu’nun Ahir Zaman Âlemi isimli ikinci kitabı da yenilikçi bir niteliğe sahiptir. İçerisinde yaşadığımız 4. Sanayi Devrimi’nin şairin gerçeklik algısında yarattığı değişim, kitabın kurgusunu oluşturmaktadır.

   Şair, kitapta dijital dünyaya dayanan yeni bir gerçeklik yaratırken, öte yandan filozofların kavramlarından yola çıkarak üretimde bulunmakta, şiddet iç güdüsüne yönelmekte, toplumdaki transseksüel öznelere de yer vermektedir. Kitaptaki şiirlerin dilinde ise biçimsel deneyler yapıldığı dikkat çekmektedir.

   Bu yazımda Halil Karapaşaoğlu’nun Ahir Zaman Âlemi başlığını taşıyan kitabını ele almaya çalışacağım.

 

Düşünmeye itmek

   Şair-Yazar Halil Karapaşaoğlu’nun ikinci şiir kitabı Ahir Zaman Âlemi, ilk şiirden son şiire kadar okuru düşünmeye iten, donanımlı bir okur kitlesine gereksinim duyan bir niteliğe sahiptir.

   Estetik felsefesinde, her ne kadar sanat eserinin haz vericiliği üzerinde durulsa da, söz konusu kitaptaki şiirlerde okurun sorgulaması, düşünmesi, daha önce aklından geçirmediği konular üzerine akıl yürütmesi söz konusudur.

    Kitabın ilk şiiri olan “Acemi Mutsuzluklar Müzesi”nde geçen “Acısını barın duvarına gömmek için içen nice insanlar gördüm. Mutsuzluğun acemiliği birikmiş duvarıma.

   Acemi mutsuzlukların müzesidir barım.” İfadelerine bakıldığında “mutsuzluğun acemiliği”nin neliği sorgulanmaktadır. Usta bir mutsuzlukla acemi bir mutsuzluk arasındaki fark üzerine düşünen okur, kendi hayata bakışı ve mutsuzluk tanımı üzerinden bir sonuca varmaktadır.

   Kitapta düşünce odaklı şiirlerin en yoğun olduğu bölüm ise “Zamanın Arzusu” başlığını taşıyor. Felsefi bir bakış açısının estetik malzeme olarak kullanıldığı şiirlerde şair, kavramlardan yola çıkarak okuru araştırmaya ve düşünmeye itmektedir.

   Bu bölümün ilk şiiri olan “Fluctauatio Animi”nin Spinoza’nın fluctauatio animi kavramından esinlenerek yazıldığı dipnot kısmında belirtilmektedir.

   Spinoza’ya göre sevinç ile keder iç içe geçmiş durumdadır. Spinoza, aynı anda farklı duygulanımlar, duygusal dalgalanma üzerinde durmaktadır.

    Ona göre “Her ne kadar güven ve memnuniyet sevince ilişkin duygular olsa da, kendilerinden önce bir keder, yani umut ve korku yaşandığını ima etmektedir.” Görüldüğü gibi sevince işaret eden duyguların kaynağında bile kederli bir duygu söz konusudur.

   Karapaşaoğlu’nun “Fluctauatio Animi” şiirinde geçen “sevinç keder sevinç keder / sevinç keder sevinç keder / sevinç keder sevinç keder/ sevinç keder/ sevinç / keder / hayat sonsuz döngüyü işaret eder” dizeleri Spinoza’nın felsefesini de yansıtmaktadır.

   Bu doğrultuda “İmaj” şiirinde Ulus Baker’in “imaj”;  “Natura Naturans” şiirinde ise yine Spinoza’nın kendi başına var olan: Tanrı anlamını taşıyan “natura naturans” kavramları kendine yer bulmaktadır.

   Bu şiirlere bakıldığında şairin; okurun bir manzaraya bakıp ondan haz alması gibi bir eylemden çok, düşünerek, araştırarak felsefi bir donanım sahibi olmasını amaçladığı söylenebilir.

“Artırılmış Edebiyat”

 

   Ahir Zaman Âlemi’ni Kıbrıs Türk(çe) şiirinde farklı kılan özelliklerden birisinin de içerisinde bulunduğumuz çağın analizini estetik bir boyutta sunması olduğu kanısındayım.

   Teknolojik devrim, yapay zekânın, sanal gerçekliğin ve post-hümanizmin tartışıldığı, hayata geçirildiği bu dönemde şair, hem poetik hem de üretim anlamında eylemde bulunmaktadır.

   Kitabın Tirem İnsanları bölümünde artırılmış gerçeklik, şairin kavramsallaştırmasıyla “Artırılmış Edebiyat” bağlamında şiirler yer almaktadır.

   Karapaşaoğlu,  Artırılmış Edebiyat-Augmented Literature başlığını taşıyan makalesinde 4. Sanayi Devrimi’nin yaşandığı günümüzde insanın gerçeklik algısının da değişime uğradığına dikkat çekmektedir.

   Geleneksel anlamda şair dünyada gözlemlediği olay ve durumları, başka bir deyişle somut gerçekliği estetik malzeme olarak kullanırken, Artırılmış Edebiyat’ta ise somut olmayan sanal/dijital bir gerçekliği deneyimleyip sanatsal üretimde bulunmaktadır.

   Karapaşaoğlu, yukarıda adı geçen makalesinde şair ve yazarın yeni gerçeklik algısını şu şekilde örneklendirmektedir:

“İnsan boş bir mekanın içine konuyor. O boş mekanın içinde kendisine sahil kenarında olduğu hissini anımsatacak bir dünya yaratılıyor. İnsan gerçekten sahil kenarındayışmış gibi o boş odanın içinde zaman geçiriyor. Buradan bir deneyim elde ediyor. Sonra bunu romanlarında, öykülerinde veya şiirlerinde yazıyor. Fakat kendisi gerçekte bunu hiç yaşamamıştır. Aslında artık o gerçek dediğimiz gerçekte ortadan kalkmış, sanal olan onun gerçekliğine dönüşmüştür. İleriki yıllarda onun sanal olduğunu belirtme ihtiyacı bile olmayacaktır. Sanal olan doğal kabul edilecektir. Şairin ve yazarın yeni gerçekliği tam olarak da budur artık.”

 

   Bu bilgiler doğrultusunda Tirem İnsanları bölümündeki şiirlere bakıldığında da yeni bir gerçekliğin inşasıyla karşılaşılmaktadır.

   Yerimizin kısıtlı olmasından dolayı bölümde sadece bu şiir üzerinde durulacaktır.

    Bölümün ilk şiiri olan Tirem İnsanları’nda yeni bir dünyanın izlenimi yansıtılır. Yeni dünyada insan sesini, tüm sesleri kaybetmiştir. Bu kayıp şairin duygularını kaybetmesi olarak düşünülebilir. Nitekim şiirde geçen

“zamandır sessizlik sürer

kalmamıştır hareket edecek tek bir zerre

toprak nedir

su, ateş, hava nedir

nedir gülmek, sevişmek

korkmak nedir, bilmemektedir Tiremliler”

dizelerinde Tirem dünyasındaki insanların eski dünyadaki yetilerini kaybettiği görülmektedir. Yukarıda verilen alıntının son dizesinde “korkmak nedir, bilememektedir Tiremliler” dizesi duyguların da kaybedilmesi olarak yorumlanabilir.

    Öyle ki psikoloji disiplininde duygular düşünceler tarafından oluşturulmaktadır. İnsanın düşünceleri onun duygularını oluşturur. Köpekten korkan birisi için bir köpek korku verici bir canlıyken; köpeklerle arası iyi olan birisi için sevinç vericidir.

    Tirem insanlarının seslerinin olmaması, düşüncelerinin de olmaması ve dolayısıyla duygularının da olmaması olarak düşünülebilir. Böylece sesi Tirem insanları, duyguları olmayan bir nesneye dönüşmektedir.

   Tirem insanlarının varoluşunu gerçekleştirmesi için sese ihtiyacı vardır. Tirem İnsanları şiirinin kurgusunda ise şiirde geçen karakter Mr. Box’un “ikinci el seslerden oluşan dükkânı”ndan “kuşun kanat çırpışı”, “ayağın çimleri ezişi”, “dişlerin yeşil elmayı ısırışı” sonucu oluşan sesleri satın aldığı görülmektedir. Karakter şiirin son bölümünde ise üşüdüğünü ve silah sesine ihtiyacı olduğunu vurgular.

    Tirem insanlarının varoluşunu gerçekleştirebilmesi için ses satın alması kapitalist sistemin bir eleştiri olarak da okunabilir. Bu sistemin içerisinde yaşamak isteyen, sese kavuşmayı talep eden insanın paraya ihtiyacı vardır. Burada da parası olan kişilerin kendini bulması söz konusuyken, parası olmayanların ise sağır bir karanlıkta yok oluşa sürükleneceği söylenebilir.

Şiddet eylemi

 

   Kitabın “Beyli Apartmanı Cinayetleri” bölümünde şairin şiirlerini cinayet kurgusu üzerinden işlediği göze çarpmaktadır.

   Şair, bu bölümde keçe bebekler üzerinden kurguladığı “Keçeden Bebekler No:9” şiirinde ev yaşamında yaşanan sorunları, eşiyle olan iletişimini ve sonunda keçe bebekleri oluşturan iğnelerle eşine şiddet uygulama anını ele almaktadır.

   “Sülün Motifli Halı No:6” şiirinde Hikmet Bey’in, “Hayvanlarla Dolu Mutfakta Bir Veganın Uykusu No:3” şiirinde Hasan’ın ölümü söz konusudur.

Anlatıdan şiirselliğe köprü

   Ahir Zaman Âlemi’ne biçimsel bağlamda yaklaşıldığında öyküsel olanla şiirsel olanın birleştiği görülmektedir. Modern şiirde öykü yerini sezgiye bırakmış, şiir hikâye anlatmaktan çok his uyandırma işlevi görmüştür. Nitekim Ahmed Haşim, Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar isimli yazısında “Şiir hikaye değil, sessiz bir şarkıdır” ifadesini kullanmıştır.

   1950’li yıllarda ortaya çıkan II. Yeni hareketi de şiirden öyküyü atarak, dilsel deneylerin yarattığı imge yüklü bir şiirsel formu benimsemiştir.

    Bu kitapta ise bu şiir kurallarına aykırı olarak kimi zaman öyküye kimi zaman mensur şiire, kimi zaman mensur-manzum şiire ve kimi zaman da öykü-şiire varan anlatım söz konusudur.

    “Gölgelerini Arayan Köpekler” şiirinin bir bölümü şöyledir:

  

    “Yağmur gökten sürülmüştü. Kış uzakta hayal meyal beliriyordu. Ağaçların dallarına konmaktan ürken kuşları anımsatıyordu, duyduğum ayak sesleri. Güneş ezinç içinde parladığından, oynayacak gölgeleri yoktu köpeklerin. Bakışlarıma biriken tozların ağırlığından hissedilecek yel, tutulacak el kalmamıştı. Gelecek, şimdiye karışıp içeriye yuvarlanıyordu. Her gün, ‘iç’ doğuruyor, doğurduğuma sığınıyordum. Bedbaht bir zamanın çıkışını  görmeyecek denli düğümlenmiştim göbek bağıma. Gölgelerini verin köpeklerin…

 

kim ki bardan içeri girer

ruhu mermere siner

yürüyemem, ayaklarımı yavaşça aşağıya çeker

siz de bezdinin değil mi Necati Bey?”

 

   Yukarıdaki alıntının ilk bölümüne bakıldığında roman ve öykü gibi anlatılardaki betimleyici anlatımın hâkim olduğu görülmektedir. Bu ifadelerde bulunan şiirsel anlatım mensur şiir olarak da düşünülebilirken, şiirin devamında yeniden biçim değişikliğine gidilerek kesik dizelerle devam edilmesi deneysel bir biçim arayışı olarak düşünülebilir.

   Kitabın Beyli Apartmanı Cinayetleri, Tirem İnsanları, Siborgland Kehaneti bölümlerinde yer alan şiirlerde de aynı şey söz konusudur.

   Bu deneysel biçim şiirin ne’liğini de sorgulatmaktadır. Şiir sessiz bir şarkı mıdır yoksa her şarkı içerisinde bir hikaye mi saklamaktadır?