Siyaset bilimcisi değiliz. Fakat demokratik ve çok partili rejimlerde hükümet kurmanın yıkmaktan daha zor olduğunu bizzat yaşayan toplumlardan biri olduğumuz için iyi biliyoruz. Ki ne zamandır KKTC’nin yönetim erkini, rutin bir süreçte “koalisyonlar yönetimleri” oluşturmaktadır. Yani ne?

   Çok partili demokratik teamüllerde birbirlerine rakip ve görüşleri farklı siyasi partilerin bile zorunlu ve kaçınılmaz “son çarelerde” bir araya gelerek “hükümet” kurmaları!. Hem de nasıl “hükümet?”

   DIŞTAN fiskelik müdahale ve muhalefete bile gerek kalmadan içteki tek bir koalisyon ortağının bile “cıvıtması” sonucu bozulup dağılabilen yönetimler!”

   BU küçük ülkede ve beş on kişilik yamalama koalisyon hükümetlerinde sanırsınız ki bu tip “yönetim atraksiyonları” yaratmak zordur!.

   TAM aksine ömürler koalisyon hükümetlerini yıkıp yenilerini kurmak; kurulamadığında da erken seçime gitmekle   geçirilen bir siyasi teamülün lüks devletiyiz.

   ÜSTELİK Allah sakladı “ne öyle çok etkin ve yetkin bir devletiz ki büyük rejim bunalımları yaşayalım ne de zaten yoktur ki sosyoekonomik yönden bunalımlara düşelim!..

   AKSİNE zırt pırt yıkılıp yerine yenilerinin oluşturulduğu koalisyon hükümetlerinin yarattığı yeni “hükümetler kurma” alışkanlığımızla artık rutin hale geldiğince de “erken seçimlere” giderek ayıla bayıla yeni koalisyon hükümetleri kurma alışkanlıklarımızla çok da mutlu oluyoruz!

   MİTEKİM bu ülkede kaç yetkili ve sorumlu.. Yada seçilmiş toplum ileri gelenlerinden her hangi biri..

   “Sn. Özersay’ın tek başına bir koalisyon hükümetini darmaduman ederek binlerce KKTC seçmenini sadece kendi “sandalyesindeki boşluğunu” doldursunlar diyerek yeniden erken seçime zorladığına kafa yordu?                                                                                                                                                         

   Sadede geleyim:

                                                                              

***

   ADA inanlarının tipik karakteri midir? Yoksa “siyasi ve sosyoekonomik koşulların” bir sonucudur mudur? Bilmiyorum ama bu adada Güney’deki Rum toplumunun kendi bünyesinde yarattığı “siyasi ve ekonomik” düzenlere, “neden onlar öyle biz böyleyiz” diyerek hayıflanacak kadar kendimizi yargılar ve suçlarken; bir defa değil bin defa düşünmek zorundayız!

   Kİ HEP YAZARIM: Bu ülkede artık gençlerimiz Amerika’dan Avrupa ülkelerindeki üniversitelerden de mezun olmaktadırlar.. Ve KKTC bizatihi “üniversiteler cennetidir!”

   BIRAKIN KKTC’yi.. Dünyanın pek çok ülkesine ince ayar verecek, yol yordam gösterecek donanımda yetişmiş insan potansiyelimiz vardır..

   FAKAT bu niteliklerimize karşın hâlâ bünyemize uygun “nasıl bir yönetim” “nasıl bir rejim” sorusuna cevap veremedik! Üstelik KKTC’yi de yaratamadık! Bir Güney kadar yapamadık! 

   KENDİ bünyeselliğimize kıvrık yargılarda değil, fakat “anavatan” dediğimiz Türkiye’ye karşı da ayıp olmaktadır! Ki bize “işte “Türkiye’nin yavrusu” diyorlar!  Ufacık tefecik varlığımızı ciddiye alarak bize devlet muamelesi gösteriyorlar!           

***

   OYSA BİZ bu ülkede hâlâ hastane, okul, hatta hapishane gibilerinden eksik ve aksak yapılar sorunları ile yaşıyoruz!      

   Olmayan yeşil alanlarımız, yetersiz ormanlarımız, parklarımız gibilerinden sorunlarımızı çözemiyoruz!   Yollarımızı bile tamamlayamadık hâlâ ölümcül trafik sorunları yaratmalarını önleyemiyoruz! Öte yandan:

   KOSKOCA Lefkoşa’nın dıştan gelen turistlere sunacağı Arasta’sından ötesi mekânları yok!

Mağusa surlar içi “turist cenneti olmalı” ama her gün bir iki saatliğine Güney’den gelen otobüsler dolusu turistleri bile Namık Kemal Meydanında gezip dolanmalarından, eski liman kapısı önüne yığılıpaval aval hisar taşlarına bakmalarından öteye taşıyamadık, götüremedik!            

***

   VESSELAM diyorum: Bu ülkenin hâlâ çok eksiklikleri hâlâ içten içe kanayan yaraları, bitmeyen ahları vahları vardır ki yine de son bağlamda Erdoğan’lı Türkiye tek umudumuz olmaktadır…