Uzunca süre önceydi. Bir gün Namık Kemal Meydanındaki arkadaşım Özer Raif’in sigorta işleri yapan bürosunda laflarken tanıdığı olan orta yaşlı bir İngiliz gelir. Adam asker emeklisidir ama ayni zamanda “Britanika ansiklopedisi” yazarlarından da biridir.

   Sohbetleri sırasında konu adadaki Türk Rum ilişkilerine gelir. Özer İngiliz arkadaşına “adadaki Türklerle Rumların arasında ne gibi farklar olduğunu” sorar. İngiliz gülerek “hiçbir farkınız yoktur der. Sadece Rumlar yakar, Türkler de yıkar!..”

   Kİ EOKA döneminde özellikle karma köylerde Rumlar yakmadıkları Türk evi bırakmadılardı!  Rahmetlik kaynanamın Ayantroniko’da (Yeşilköy) Rumların mahallesinde kulübemsi bir evi vardı. EOKA’nın harekete geçtiği 1963’lerde hem de yıllarca birlikte sabah kahvelerini içtikleri, birbirlerine çörekler börekler ikram ettikleri Rum komşuları tarafından o çamur damlı mertekli kerpiç evi bile çatır çatır yaktılardı da bizim kayınvalide “ayidonissa” dediydi. “Biz bu mahallede kırk yıldır komşuyuz. Sabahları birlikte kahve içerdik. Hiç mi biraz hatırım yoktu da evimi yaktınız” diye yakındığında aldığı cevap, “bir gün senin de eline fırsat geçerse sen de benim evimi yakarsın” olduydu!

   HA, biz Türk toplumu mu? Yıkmaya bayılırdık! Yani İngiliz yazarın söylediği doğruydu. Rumlar yakar, Türkler yıkar!

   BU NEDENLE geçen hafta Limasol’daki bir camiyi yakmalarına şaştım ama neden bu kadar geç kaldıkları için!”                                                            

***

   SONUÇTA bu son olay da gösterdi ki aradan geçen yarım asrı aşkın sürede Rumların Türklere yönelik huyları değişmedi!. Demek ki fıtretten geliyor! Yani ana rahmine düşen her Rum, Türk düşmanlığı ile doğuyor!.

   BAKIN AMA: Rumların tüm adanın egemenliğine sahiplik koyma arzusu ile sözünü ettiğim “fıtretten” yani “doğuştan”  düşmanlıklarını” birbirinden ayırıyorum. Ada bu nedenle iki ayrı bölgeye ayrılmasına karşın hâlâ devam eden bu düşmanlığı sadece toprak gaspı olarak değerlendirmek mümkün değildir! Her ne kadar “bizimkilerden” bazıları inanmıyorlarsa da Rumlar hâlâ Kıbrıs’ın bütününe taliptirler. “Megali idea” çerçeveli bu emellerine sahip olana kadar da bu adada mücadeleye devam edecekler.

   DOLAYISIYLA bu nedenlerden hareketle söyleyip yazıyorum: “KKTC’ye Rum tarafının bu hevesini kursağında bırakacak, umudunu tümden sonlandıracak bir kalkınma ve büyümeyle sahip çıkmalıyız.”

   ZATEN yavaş yavaş önümüzde eğilmeye başladılar fakat yeterli değil.. Öncelikle bizim kendi kalkınmamızı gerçekleştirmemiz gerekir ki Güney’le bundan sonra da süregelecek olan siyasi ve sosyoekonomik rekabeti sürdürebilelim hatta bu konuda önlerine geçelim.        

***

   EKONOMİK sorunları uzmanları olan söz sahiplerine bırakıyorum.  Ve geliyorum Üstel Hükümetinin ki istifa etmesini ya da yeni bir seçime gitmesini bekleyenler hüsrana uğradılar, son dönemlerdeki “plan ve projelerine.”

   Genelde kaba başlıklarıyla medyada yayımlanmaları sadece bir “fikir” vermiş olsa da sonuçta kapsamı itibarı ile hemen  her yurttaşın kendine ait bir sorununa cevap bulacağı kadar kapsamlı..

Kİ BU kadar kapsamlı projeler nasıl gerçekleştirilecek dedirtebiliyor. Çünkü.

   Aylar önce de Maraş’ın bir mahallesini açarlarken ortaya konan tasavvur ve projeler, kurulan hayallerle görülen rüyalara baktığınızda sanırdınız ki KKTC kanatlanıp uçacak! Oysa ikide birde Rum lafını etmese Maraş’ın açıldığı unutuldu bile!

   BUNA karşılık Mağusa’da Derinya bölgesinde sosyal konut yapımı araya sıkıştırılan bir TC himmeti olmasına karşın dünyalar kadar değerli bir girişim oldu çünkü bu ülkede artık tek bir odanın kirası bile kelli felli bir memur aylığı kadar oldu! Üstelik kiralanacak ev de yok apartman dairelerinin yanından geçilmiyor!

   Neyse Sn. Üstel hükümetinin henüz “ham” olan fakat “tasavvur” edilen yeni projelerine dönelim:

***

   DOĞRUSU ya kapsamında “yok” yok! Fakat iyi düşünülüp iyi hazırlanmış. Tabi uygulamada ne olur bilinmez!

   MESELA deniyor ki “vergi matrahlarında enflasyon da gözetilerek ayarlama yapılacak..”

  “YILDA üç kez hayat pahalılığı oranları maaşlara yansıtılacak..”

   “TC ile enterkonnekte elektrik akımı için çalışmalar başladı süratle devam edecek…” Falan…

   VE satır aralarına sıkışmışlığınca   bir de UBP tüzüğünde değişiklikler yapılacağı ile olağan kurultayının gelecek yıl Ekim ayında yapılması tasarlanmakta.. (Tabi ki çok uzun bir süre.. belli ki Sn. Üstel hem makamında hem hükümet icraatlarında kendini rahat hissediyor!)

   VE nihayet kentlerin nüfusları ötesi yapısallıklar oluşturulacak uzman görevlilerce yeniden ele alınacak ki bu konuda çok geç kalınmasına karşın yine de iyi…    

***

   VE KISACA TAKILDIĞIM: KKTC oluşalı beridir “plan programların” ötesinde “tasarı ve taslakların” içinde boğulmaktadır. Sık sık değişen hükümetlerle dolayısıyla sık sık değişen plan programların asla uygulama  şansının bulunamadığı  bir süreçle geldik bugünlere..

  Eğer gözle görülür elle tutulur bir kalkınma trendi varsa onun da ağası paşası Ankara’dır, yarattığı parasal kaynaklarıdır..

   ŞİMDİ ama bu “kaynak para, kalkınma, proje, yatırım…” Falan dediklerimize bir de hayret ki hayret Rum lider Hristodulidis’in bizi adam etme iddiasındaki “paketi”  de katıldı! İnsan gayriihtiyari “amma çok sevenimiz varmış” diyecek ama tabi ki kazın ayağı öyle değil!

   Nitekim Türkler için hazırladığı ilgili paketini okuduğumda “dam başında saksağan vur beline kazmayı” dedim!. Adam utanmasa “gelin şemsiyemin altına sizi ben yedirir içirir, giydirir kuşatır cebinize de para koyarım; yeter ki tabam olun” diyecek ama Sn. Tatar rahat bırakmıyor ki.. İlle de “egemenlik de egemenlik..” “Kabul edin egemenliğimizi kabul edelim istediklerinizi” diyecek!  Yani mümkünü olmayan bir uzlaşı teorisi!

   NEREDE kalmıştık? Ansızın ya Hristodulidis’e Allah tarafından beyan oldu ya da çok büyük ve açıkgöz bir siyasetçidir,   Türk tarafına üçlü müzakere teklifinde de bulundu ne var ki bu çağrı Sn. Tatar’ın çok aceleci hükmü ile “olamaz”   vetosu yedi!

   Oysa olsaydı şenlikli olurdu!. Sn. Tatar laftan öteye gidemeyen “egemenliği” bu kez masaya serer, “çözüm olacaksa ancak iki egemen devlet arasında olur” şartını bu kez Hristodulidis’in gözlerinin içine bakarak söylerdi.

   VE BİR kez daha kim  masadan  ayakları kıçına vura vura kaçardı, dolayısı ile kim daha haklıdır  dünya alem de görürdü.. Doğrusu bir şenlikli müzakereler olasılığını kaçırdık!