İkinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Güney Kıbrıs'ta Afik Group Direktörü Simon Aykut ve bir vatandaşın tutuklanmasına ilişkin değerlendirmelerde bulunarak “Yaratacağı çığ nelere yol açacak, göreceğiz” değerlendirmesini yaptı.

İkinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, son zamanlarda yaşananların dünya gerçekleriyle bağdaşmayan politikaların sonuçları olarak ellerimize ayaklarımıza iyice dolanmaya başladığına dikkat çekti. ABD'nin Kıbrıs Rum tarafına yönelik silah ambargosunu kaldırdığını, adada üs benzeri oluşumlara gitme kararı aldığını işaret eden Mehmet Ali Talat, "Belli bir aşamaya gelindiğinde başka ülkelerin de benzer konuşlandırmalara gidecekleri iddia ediliyor” ifadelerini kullandı.

Talat, konuyla ilgili kişisel sosyal medya hesabından açıklama yaptı.

Açıklama şu şekilde:

"Son zamanlarda yaşadıklarımız (ve yaşayacaklarımız) dünya gerçekleriyle bağdaşmayan politikaların sonuçları olarak ellerimize ayaklarımıza iyice dolanmaya başladı... ABD Kıbrıs Rum tarafına yönelik silah ambargosunu kaldırdı, yetmedi adada üs benzeri oluşumlara gitme kararı aldı.
Belli bir aşamaya gelindiğinde başka ülkelerin de benzer konuşlandırmalara gidecekleri iddia ediliyor... Türk Devletleri Topluluğu üyeliği beklentisiyle yükünü yukarıya yığan 'bizim taraf' etrafa afra tafra atarken Kıbrıs sorununun en önemli boyutlarından birisi olan mülkiyet sorunu çok farklı bir yanıyla gündeme geldi. Aslında bugünlere gelineceği Rum tarafında konuşulanlarla ve bazı eylemleriyle belli olmaya başlamıştı. Geçtiğimiz günlerde Afik Grup direktörü güneyde tutuklandı ve tutuklu yargılanıyor. Bu grupla ilgili akıl almaz karalamalar yapan bizdeki ve bağlantılı aşırı sağcılar belki memnun olacaklar, ama yaratacağı çığ nelere yol açacak, göreceğiz. İğneyle kuyu kazarak Kıbrıs Türk halkını getirdiğimiz noktadan böylesine yerle bir etmek bu kadar kısa sürede nasıl başarıldı, herhalde gelecekte özel inceleme konusu olacak. Halbuki çözüm istemeyen bir halk konumundan büyük mücadelelerle çıkmış ve dünyanın takdirini kazanmış, referandumla da bu durumu tescillemiştik.
Artık, hiçbir ülke Kıbrıslı Türkleri dışlamaya yeltenmiyor, Türkiye'yi de çözümsüzlükten sorumlu tutamıyordu. Kimsenin aklına gelmeyen bir husus da gerçek olmuş, Taşınmaz Mal Yasası yeterli bir iç hukuk yolu olarak AİHM tarafından tescillenerek uluslararası hukukun bir parçası haline gelmişti.
“Kıbrıs” daha önce yapılan hatalar nedeniyle tek başına AB’ye girmiş, ama gerek yeşil hat gerekse mali yardım tüzükleri ile Kıbrıslı Türkler de AB’nin ilgi alanından uzaklaştırılmamışlardı.
Peki, bugüne nasıl geldik? Batının ve doğunun birçok dışişleri bakanıyla görüşebilen, İngiltere’nin başbakanından Londra’ya davet alabilen Kıbrıs Türk liderliği nasıl bu hale geldi. Dünyadan tecrit edilmiş, sözüne kulak asılmaz, kaale alınmaz hale nasıl geldi? Bu yalnızlığa nasıl hapsedildi?
Crans Montana’dan sonra önce Türkiye Dışişleri bakanı federasyon dışında bazı başka çözüm yolları da görüşülmeli dedi. Kıbrıslı Türklerle Türkiye arasında diyalog koptu. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Türkiye iyice çözümden uzaklaşan bir tavırla buna uygun adayı destekledi. Seçim kampanyası boyunca hem ipler gerildi, hem de Kıbrıs sorununun çözümü yerine tanınma politikasına geçildi. Tarihte görülmemiş bir seçim müdahalesiyle Sayın Tatar Cumhurbaşkanı seçildi…
Böylece Kıbrıslı Türkler için bir karanlık dönem başladı. Üstelik güneyde de başka bir çözüm karşıtı Cumhurbaşkanı seçildi, ama Türkiye ve Tatar’ın tutumu yüzünden onu kimse suçlamadı.
Bugün, dünyadan kopuk, Kıbrıs Cumhuriyetini Rum tarafına terketmiş halde içimize kapandık. TDT avuntusuyla yalnızlığımız katmerleniyor… Dünya artık Kıbrıslı Türkleri hiç kaale almadan Rum tarafıyla Kıbrıs adına en yakın ilişkiler içine giriyor. Hatta ABD, Fransa ve Almanya örneğinde olduğu gibi askeri ilişkilere de giriyor. Üstelik Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına göre yasal olmayan bir ordu ile… 
Ama bunları biz anlatıp bu ilişkilerin önüne geçemiyoruz, geçemeyiz, çünkü yürüttüğümüz politika nedeniyle hiç dikkate alınmıyoruz… Yarın bu politikaların çıkmaz yol olduğu ortaya çıkıp bir dönüş yaşanacak olsa o eski ilişkileri dahi tesis etmek çok zor olacak…
Daha da önemlisi benim korkum, TMK yasasının çantada keklik olduğunu düşünen bu aymazlığın bizi düşürmesi söz konusu olan o hiç istenmeyen durumdur. TMK yasasının AİHM tarafından yeterli iç hukuk yolu olarak onaylanması, referandumla açığa çıkan hem çözümü reddederim hem de malımı geri isterim diyen Kıbrıs Rum tarafına bir cevaptı. Yani bu karar basbayağı siyasi bir karardı…
Şimdi de Türk tarafı ayak sürüyor. Şimdiki liderliğin, anayasaya aykırı olduğunu iddia ederek iptali için Anayasa Mahkemesine başvurduğunu unutarak TMK yasasının mülkiyet sorununu çözdüğü sanrısına kapılması son gelişmelerle bir hayale dönüşüyor. Bu çözüm karşıtlığı ile yarın uygun bir momentte AİHM’in TMK ile ilgili kararının değişmeyeceğini kimse düşünmemeli. Verdiği karar siyasiydi, şimdi de siyasi olacak ve kabus geri dönecek.
BM Güvenlik Konseyinin kararlarını dünya ve uluslararası kurumlar kanun hükmünde görürler. Bu kararlar dışında hareket eden çok büyük güçlere veya onların desteklediklerine belki birşey yapamazlar, ama bizim gibi ekonomisi, siyasal yapısı, iradesini kullanma kapasitesi düşük ülkelere neler yapabildiklerini Annan planı öncesinde bu halk yaşayarak gördü.
O nedenle aklın yoluna dönmek dışında bir seçeneğimiz yok. Elbette ne isterlerse ona uyacak değiliz. Ama haklarımızı, görüşerek, konuşarak anlatacak ve savunacağız. Çözümün tarafı olduğumuzu yeniden kanıtlayacağız… Böylece bizi hapsetmeye çalıştıkları cendereden çıkacağız. Başka yolu yok…"

Editör: Erol Kanlıada