Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri Umut Ersoy, geçtiğimiz yıl Kiler Marketlerde kasiyerlerin taburelerinin kaldırılması üzerine bir eylemlilik süreci başlattıklarından bahsederek, süreci ve neden bu eylemi yaptıklarını, özel sektör çalışanlarının, market çalışanlarının neler yaşadıklarını merkeze alan ve bunların çözümüyle ilgili neler yapılabileceğini anlatan bir belgesele çevirdiklerini aktardı. Belgeselin yavaş yavaş bölgelere yayılacağını belirtti.

ADA TV'de Nupelda Karabuğday'ın sorularını yanıtlayan Ersoy, büyük patronların utanma duygusunu çoktan yitirdiğini ifade etti, utandırarak değil emekçilerin örgütlenerek, örgütlü gücüyle patronlara geri adım attırabileceklerini söyledi.

Ersoy, patronların, hesap vermeme, ne isterse yapma durumunun hayatın içerisindeki bütün alanlarda karşımıza çıktığını ekledi. Bir kişi çalışırken patronun malı veya kölesi olmadığını belirten Ersoy, çalışanın en iyi verimi nasıl sağlayacağını söylemesi gerektiğini kaydetti.

Ersoy, bunu diyebilmek için örgütlü ve belli bir güvenceye sahip olunması gerektiğine değinerek bu yüzden Bağımsızlık Yolu olarak 10 kişi ve üzeri çalışanı olan iş yerlerinde sendikasız işçi çalıştırılmasının yasaklanmasını savunduklarının altını çizdi.

“Öfkemizi kimliklere değil politikalara yöneltmeliyiz”

 Ersoy, Glapsides Plajı’na Afganistanlı, Pakistanlı giremez gibi kuralları oradaki can kurtaranın koyduğundan bahsederek sorunun kaynağının kamusal alanı özel mülkiyetine geçirmekten kaynaklı olduğunu söyledi. Çürümenin buradan başladığına değinen Ersoy, dışardan yiyecek ve içecek getiremezsin diyenin, Pakistanlı giremez demesinin sadece zaman meselesi olduğunu aktardı. Kamusal alanların, kamusal alan olma niteliğinin ortadan kaldırıldığını ekledi.

Sermayenin karını maksimize etmek için kalifiye olmayan, en kötü işlerde çalışacak ucuz iş gücüne ihtiyaç duyduğuna değinen Ersoy, getirilen insanların da sosyal hayata karışarak yaşayacağından bahsetti. Kitlesel olarak kalabalık getirildiği için aralarında çürükler çıkabileceğini ifade eden Ersoy, sosyolojik, kültürel problemlerin de yaşanacağını söyledi.

Kimlik üzerinden getirilen yasakların, kamusal ırkçılık olarak değerlendiren Ersoy, bu durumun sermayenin sosyolojik anlamda da nasıl sorunlara yol açtığını gösterdiğini ekledi. 

Ersoy, yapmamız gereken şeyin sorunun kaynağını görerek öfkemizi kimliklere değil, politikalara yöneltmek olduğunun altını çizdi.

Ersoy, nüfus politikasının bir parçası olarak mevcut çalışma izinlerinin yenilenmesi özel teknik sebepler dışında yeni çalışma izni çıkarılmaması gerektiğini söyledi.

Yurt dışından sürekli ithal işçi getirme politikasının kölelik koşullarında çalıştırılan işçilere, emeğin aşağıya doğru çekilmesine ve katma değer kalifiye eleman yetiştirilememesine yol açtığını ifade eden Ersoy, bunun nüfus politikası olarak sürdürülemeyeceğini ve toplum içerisinde yarattığı sosyo-ekonomik sorunları ortaya koydu.

“Kamusal olana kamusal olduğu için değer vermemiz gerek”

 Bağımsızlık Yolu olarak senelerdir Beleşe Deniz Plajlar Halkındır Hareketi’nin bir paydaşı olduklarını belirten Ersoy, sahiller de dahil olmak üzere kamusal alanların hepsine sahip çıkmaya çalışıyoruz dedi.

Kervansaray, Glapsides gibi başka bir halk plajının korunmasının Acapulco’nun zapt ettiği plajın korunmasıyla başladığını kaydetti.

Ersoy, “ben ele geçiririm, sonrada istediğim kuralı koyarak karımı maksimize ederim” mantığına karşı çıkmamız gerektiğini ifade etti.

Yüksek Mahkeme Kurulu mevzuatlarının sorunun açık bir şekilde yürütmede olduğunu söylediğini hatırlatan Ersoy, kamu kurumları kamu sorumluluğunu yerine getirmesi gerektiğini, bizim de halk olarak kamusal olana kamusal olduğu için değer vermemiz gerekiyor dedi. Bu değeri ne kadar sahiplenirsek o kadar zenginleşebileceğiz dedi.

Ersoy, belediyenin veya özel bir işletmenin plajın temizliğinden sorumlu olsa bile bunun plajlara erişimi engellemeyeceğini ifade ederek erişim hakkının kısıtlanması, içeriye yiyecek, içecek getirilemezden varacağımız yerin plaja “onlar” giremez olduğunu ve bunların hepsinin birbiriyle bağlantılı olduğunu aktardı. Adanın bir yerinde Pakistanlılar denize giremez, adanın başka köşesinde denizi seyrederken ölen bir Pakistanlı öğrenci olduğuna dikkat çekti.

Ersoy, buradaki çelişkiler yumağını artık görmemiz gerektiğini ve konfor alanlarından çıkarak “bu Pakistanlılar hep böyle, Afrikalılar şöyle, Kıbrıslılar muhteşemdir gibi” kimlik üzerinden genelleme yapılmaması gerektiğini söyledi.

Ersoy, herkesin kafasında özel mülkiyetin kutsallığı ve “buranın işletmecisi benim ne yapılacağına ben karar veririm” fikriyatı egemen olmasaydı Glapsides plajındaki cankurtaranın o yazıyı asma cüretinde bulunamayacağını belirtti.

Ersoy, elinde erk elde etmiş herkesin patronların suretiyle hareket etmesinin kaçınılmaz olduğuna değindi. Çelişkinin ucuz iş gücü olarak Pakistanlı işçi istenmesinin ama plajda gördüğümüz zaman rahatsız olunmasından başladığını ekledi.

“Ortada çok ciddi bir trafik güvenliği zafiyeti var”

 Pakistanlı bir gencin deniz kenarında otururken araba çarpmasıyla hayatını kaybetmesi olayıyla ilgili Ersoy, şoförlere günahı yıkıp sistemi aklayamayız, ortada çok ciddi bir trafik güvenliği zafiyeti yaşandığını söyledi.

Bir insan bankta denizi seyrederken ölebiliyorsa ortada çok ciddi bir trafik plansızlığı olduğunu belirten Ersoy, her şey plansız bir şekilde o insanın ölebileceği şekilde kurgulanmıştır dedi.

Trafik mühendisliğinin alınacak bütün önlemler alınsa bile olabilecek kazalar meydana geldiğinde ölümlü veya kalıcı sakatlıkla sonuçlanmamasını tasarlamak için var olduğunu aktaran Ersoy, Gemikonağı’nda yayanın olacağı yere ,aracın ulaşacağı şekilde plan yapılmasına dikkat çekti.

“Zenginleşmek üzerine kurulu sistem kamusal faydayı kenara itiyor”

 Olayın başka bir boyutuna değinen Ersoy, o bölgenin eğitimi parayla satmak için üniversiteler sektörü olarak kurgulandığını ve gelen öğrenciler üstünden para kazanıldığından bahsetti.

Para alıp vermek üzerine kurulu bir sistemden, ahlak, insan sağlığı, trafik güvenliği bekleyemeyiz dedi. Ersoy, para kazanmak ve zenginleşmek üzerine kurulu bir sistemin kamusal faydayı kenara ittiğini ifade ederek trafik güvenliğini oluşturmak için belirli harcamalar yapılması gerektiğini bunun da karlarını azalttığını kaydetti.

Ersoy, kontrolsüz bir nüfus akışı olduğuna değinerek öğrencilerin başka şekillerde de hayatlarını kaybettiklerinin altını çizdi. Sadece yerli halk mağdurmuş gibi davranmayalım ifadelerini kullanan Ersoy, öğrencilerin kayıt dışı iş gücüyle veya farklı şekillerde de mağdur olduklarını söyledi.

Mağdur olmayanın ise mevcut düzenden karına kar katan ultra zenginler olduğunu aktardı.

 Ersoy, kazanın yargılanma sürecinden bahsederek Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kişinin nerede olduğu, yargılanma sürecinin nasıl ilerleyeceği gibi ortadaki iddialara cevap vermesi gerektiğini söyledi. Ailenin şeffaf bir süreçle rahatlatılması gerektiğini belirten Ersoy, öbür türlü TSK’nın kamuoyunun gözünde bir katilin sucunu örten konumda resmedildiğini kaydetti.

“Geçici 10’uncu madde kaldırılarak polis sivile bağlanmalı”

 Ersoy, ortada bir adalet duygusu olduğundan bahsederek iki egemen eşit devlet siyasetini yürütenlerin TSK’ya karışamayacaklarını, “bir öğrenci hayatını kaybetti bir açıklama yapın” diyebilecek bir pozisyonda olmadıklarını söyledi.

Geçici 10’uncu madde gereğince polisin, askerin, itfaiyenin, sivil savunmanın TSK’ya bağlı olduğundan bahseden Ersoy, egemen olduğunu iddia eden yapılarda bunun mümkün olmayacağını söyledi. Ersoy, geçici 10’uncu madde kaldırılmadığı, polis sivile bağlanmadığı sürece Kıbrıslı Türk toplumunun adli olarak meselenin soruşturulmasıyla ilgili söz sahibi olamayacağını ifade etti. Herhangi bir olayda üstünün örtülmemesi için polisin sivile bağlanması ve bir denetleme mekanizması oluşabileceğini söyledi.  Ersoy, asgari yargılanma sürecinde bilgiye erişilemediği için kamuoyunun vicdanının zedelendiğini ve adalet duygusunun havada kaldığını söyledi.

“Küçük üretici kooperatifçilik yoluyla bir araya gelerek ölçek büyütülmeli”

 Herkesin kendisini rahatsız eden yerle ilgili konuştuğunu ve geriye kalan kısmı bırakmayı tercih ettiğini belirten Ersoy, meselenin bütününü, her bir faktörünü içerisine alan bir şekilde konuşmak yerine kendisini rahatsız eden kısımla ilgili konuşup geçildiğini söyledi. Hayvancıların son zamanların en etkili eylemini yaptığından bahseden Ersoy, hayvancılar kasaplara, kasaplar hayvancılara halk her ikisine de kırdırıldığı sürece meseleyi tam olarak anlayamayacağımıza ve egemenlerle sermayenin bir şekilde sıyrılacağına dikkat çekti. Süreç içerisinde ithal eti getirecek tüccarların sağlam kazığa bağlandığını, geriye kalan öznelerin ise kendi mesele ettikleri şeyler ortadan kalkınca bir kenara çekildiğini ekledi.

Ersoy, esas sormamız gereken şeyin “nasıl kasapları, hayvancıları ve tüketen insanları memnun edebiliriz” olması gerektiğini belirterek konuya bütüncül yaklaşılması gerektiğini söyledi.

Konuyu 3 başlıkta açıklayan Ersoy, verimli tarım arazileri inşaat sermayesine peşkeş çekildiğinde et fiyatlarındaki girdilerin artacağını ve hayvanın girdi maliyetlerini oluşturanlardan birinin yem maliyeti olduğunu ekledi.

 Planlı bir tarım hayvancılık politikasına ihtiyaç olduğunu belirten Ersoy, böylece verimli tarım alanlarını inşaat sermayesinden koruyarak oradan çıkan tahıl ürünlerini hayvancıya götürebilir ve maliyetleri aşağıya çekilebileceğini kaydetti.

 Hayvancıların et üretimindeki diğer maliyetlerinden birinin elektrik olduğundan bahseden Ersoy, AKSA’yla bir özelleştirilme sürecine gidildiği ve elektriğin yarısı özelleştiği için hem elektrik kesintileri yaşadığımızı hem de çok yüksek faturalar ödediğimize değindi.

AKSA’nın sözleşmesinin feshedilerek, kamucu politikalara geçilmesi ve elektrik maliyetlerinin toplumsal olarak azaltılması gerektiğini belirtti.

Bunun hayvan üreticilerine de yansıyarak maliyetleri düşüreceğini söyledi. Ersoy, hayvancılıkta en önemli giderlerden birinin akaryakıt olduğuna değinerek iki tane akaryakıt ithalatçısına piyasanın devredildiğini ve onlar fiyatları artırdıkça girdi maliyetlerinin arttığını aktardı.

Ersoy, bu durumun çözümünün temelde kamuculuktan geçtiğini ifade ederek küçük üreticilerin dağınık bir şekilde parça para üretmesindense kooperatifçilik yoluyla bir araya gelip, ölçeği büyüterek hem üretim miktarını artıracağını hem de üretim maliyetini düşüreceğini söyledi.

“Kamucu politikalar tarım ve hayvancılıkta giderleri aşağıya çekebilir”

 Kamucu politikaların tarım ve hayvancılıkta giderleri aşağıya çekebilecek politikalar olduğunu ifade eden Ersoy, geriye kalanların zümresel olarak günü kurtaran palyatif çözümler olduğunun altını çizdi. Sorunun kaçak et, ithal et ve üretememekle ilgili olduğunu ekledi.

 Ersoy, hayvancıları tek tip görmememiz gerektiğini belirterek 50 ila 100 hayvanı olanla 500 ve üzeri hayvanı olanlar olduğunu hatırlatarak teşviklerin önemli bir kısmının piyasayı tutan hayvancılara gittiğini söyledi. Küçük hayvancılar kooperatifleşerek büyümediği sürece batıp büyüklere gitmek zorunda kalacaklarını ekledi.

“Piyasacı mantığa karşı kamucu mantığı oturtmamız gerek”

 Ersoy, bütün sorunlarda emekle sermayenin çeliştiği aynı tablonun ortaya çıktığını ifade ederek karşımızda toplumun lehine çalıştığını iddia eden ama karına kar katarak aksine toplumun aleyhine çalışan bir sermaye kesimi olduğunu söyledi.

Bunun ancak emekten yana bir mücadele ile geriletebileceğinin altını çizdi.

Piyasacı mantığa karşı kamucu mantığı oturtmamız gerekiyor dedi. Ersoy, özel mülkiyeti değil kamusal olanı kutsal kılarsak hayatı daha adil, eşit ve sosyal adaletin olduğu özgürlükçü bir yerden kurabiliriz dedi. Bireyi ve özel mülkiyeti kutsal kılındığında çürümenin sonunun gelmeyeceğini ifade etti.

Editör: Ahmet Karagözlü