Adıyaman 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden İsias davası duruşmasında bugün ikinci gün… Duruşmada müştekilerin beyanları alınıyor, sanıklar duruşmayı online olarak izliyor.
Duruşmada, İsias Otel’de hayatını kaybeden Aras Aktuğralı’nın babası Murat Aktuğralı söz aldı.
Aras Aktuğralı’nın babası Murat Aktuğralı şunları söyledi:
“Yeryüzünde gelmek istediğim en son şehirdeyim. Dün 11 sanığı sırayla dinledik. Resmen bir tiyatro gösterisi izledik. Tek ağızla papağan gibi konuştular. Ben bu şehre gelirken sanıkların gözüne bakarak katil olduklarını söylemek istemiştim. Umarım davanın devamında bu imkan yaratılır ve biz bu sanıkların yüzüne bakarak sorular sorma fırsatı yakalarız. Gazimağusa Türk Maarif Koleji’nde okuyan oğlumun velisi olarak hep birlikte Canbulat Ortaokulu öğrencileriyle birlikte Adıyaman’a gittik. Adıyaman’a öğleden sonra vardık. 1 saat içinde belediye başkanı heyeti huzuruna çağırdı. Ben gitmedim çocuklarımız gitti ve son toplu resimlerini orada çektiler. Ertesi günü planlandığı gibi antrenman sahalarına gidildi. Çocuklarımız spor aşkıyla doluydu. Hayatımızda hiç gelmeyeceğimiz bir yere çocuklarımızın mutluluğuna ortak olmak için geldik. Geçen yıl Aksaray’da çocuklarımız Türkiye ikincisi olmuşlardı. İlk maçımızı Pazar sabahı yaptık. Kar yağıyordu. Bazı çocuklarımız ilk kez kar görmüştü, oynadılar. Çocuklarımız ilk maçlarını oynadılar. Otelde yaşanan bir rezervasyon sıkıntısı nedeniyle Canbulat Ortaokulu öğrencileri başka otele yerleşti. Biz ilk akşam onları da ziyaret etmiştik. Oğlumla en son Pazar akşamı birlikte yemek yedik. Baba değişini hatırlıyorum. Akşam otele geri döndük. Gece 12 gibi ben enkazdan sağ olarak çıkan Recep Kılıç arkadaşımla odamıza çıktık. Deprem saatine kadar geçen süre zarfında iki defa uyandım. Deprem sırasında hafif uykuda olduğum için hemen depremi hissederek şarjdaki telefonumu söküp ayağa kalktım çocuklara gidebilmek için. Bina su gibi sallanıyordu. Olduğum yere çöktüm ve karşımdaki duvara “dayan dayan” şeklinde kendi içimde yalvardığımı hatırlıyorum. Bu düşünce kafamdan geçerken çok büyük bir gürültüyle odanın yıkıldığını hatırlıyorum. Bir süre yerde yatır vaziyette, üzerimde enkaz parçalarıyla sadece durdum bekledim. Sarsıntı o anda da devam ediyordu. Ve telefonumun ışığını açarak derin bir nefes aldım. Sadece duman görülüyordu. Ben de o anda hayatımın son dakikalarını orada geçireceğimi düşündüm. Çok geçmeden soğuk hava sirkülasyonu olduğunu hissettim. Ayaklarımı hareket ettirebileceğimi anlayınca kendimi üzerimdeki yüklerden sürünerek kurtardım ve eğili pozisyonda oluşan boşlukta ne olduğunu anlamaya çalıştım. Ayaklarımın üzerinde buzluk olduğunu fark ettim birkaç adım ilerleyerek gökyüzünü gördüm. Ben üçüncü kattaydım. Bina benim üzerimden kopmuştu. Ben enkazın en üzerinde gibi duruyordum. Birkaç adım daha atarak enkazdan sağ kurtulan Pervin Aksoy’u görüm ve ona “sadece biz mi yıkıldık” diye sordum. Çünkü çapraz binaların, yan binaların ayakta olduğunu görebiliyordum. Yine karşı taraftaki kütüphanenin bölgede aydınlık olan tek bina olarak gördüm. Hissiyat olarak sadece biz mi yıkıldık diye sordum. Daha sonra enkazdan kurtulan Recep Kılıç arkadaşım bana seslendi. Her tarafı toz içindeydi, “Recep sen misin” diye sordum, o olduğunu anladım. Sonradan rehber arkadaşların bazılarını da gördüm. Bu arada Recep titriyordu. Ben enkazdan ne bulduysam ona verdim, aynı şekilde rehber arkadaşlarımıza da… Pervin arkadaşlarımızın parmakları yaralıydı. Onun parmaklarına enkazdaki bir bavuldan bulduğumuz şeyle sarmaya başladık. Bavuldan bir ayakkabı bulduk onu giydi. Orada bekledik, yardım bekliyorduk. Hiç durmadan çocuklarımıza sesleniyorduk…. “Çocuklar, çocuklar” diye bağırıyorduk, hiç ses gelmiyordu… Enkazda sıkışan Esra öğretmeni duyduk. Aşağıya inecek bir pozisyonumuz yoktu. Daha sonra zeminden gelen biri yürüyerek bizimle iletişim kurdu. Muhtemelen Adıyaman’da yaşayan biriydi. Çocuklarımız görüp görmediğini sorduk. Yağmur yağıyordu, hava soğuktu… Daha sonra bir şekilde aşağı inmeye çalıştık. Telefon ışıklarımızdan bastığımız yerin sağlam olmadığını görüyorduk, büyük parçalar yoktu. Bastığımız yerler tuzla buz oluyordu. Daha sonra Atatürk Bulvarı denilen yere çıktık, enkazın bulvarı kapattığını gördük. Orada da “çocuklar, çocuklar” diye bağırdık. Kıbrıs’tan gelen 39 kişilik ekipten sadece 3 kişi o an oradaydık. Esra hanımın sağ olduğunu, enkazda olduğunu biliyorduk. Ama yardım edecek durumumuz yoktu, ağırlık kaldıracak bir şey yoktu. Daha sonra bir kişi daha vardı, ağrı kesicimizin olup olmadığını sordu, ayakları sıkışmıştı, belinden aşağısı enkaz altındaydı… Hemen İsias otelin doğu bölümünde Kızılay kan bağış merkezi vardı. İlk başta oranın camlarını kırarak içeriye girmeyi düşündük. Tek aklımıza gelen çocuklarımıza ulaşabilmekti. Kızılay kan bağış yerinin camı açıktı. Adıyamanlı ailelerin bir kısmı soğuktan korunmak için oraya sığınmıştı. Telefonlar hiç çalışmıyordu… Sabah 6 gibi telefonum çalıştı. Selin Karakaya’nın velisi Enver Karakaya ile Ruşen Karakaya’ya durumu anlattım. Bir süre sonra oğlumun oda arkadaşının babası bana ulaştı. Aynı bilgileri ona da verdim. Daha sonra KKTC Cumhurbaşkanlığı danışmanı bana ulaştı, ona durumu aktardım, acil yardım gerek dedim. Kızılay Kan Bağış Merkezi’ne sığındığımız anlarda burada okul sporlarıyla ilgili yetkili biri gelerek bize heyetimizle ilgili bilgi sordu. Daha sonra KKTC Gaziantep Temsilcisi Fatma hanım da bize gelerek bize ulaştı. Bizden isimleri aldı… Ve çaresizce bekledik. Sadece bekledik… Elektrik yoktu, yiyecek, su yoktu… Gün aydınlandığında enkazın ne kadar kötü olduğunu daha net gördük. Onu gördükten sonra benim hayatım durdu. Herhangi bir çocuğun kurtulmasının mucize olacağını anladım. Ve gün sonunda KKTC’den gelen yardım heyeti ve aileler bizim yanımıza gelerek arama kurtarma çalışmaları başladı. Öğle saatlerinde çok şiddetli bir sarsıntı daha oldu… Biz Kızılay merkezinde camlar kırılacak korkusuyla kendimizi dışarıya attık. AFAD ekibinin ellerinde kazma küreklerle tekbir getirdiğini gördüm. Sonradan teçhizatları olmadığı için oradan ayrıldıklarını öğrendik. Ertesi gün Mardin Belediyesi’nden gelen ekiplerle çalışmalar daha kapsamlı başladı. Çarşamba günü ekibimizden ilk cenazemize ulaştık…. Doruk’tu… Ümitlerimiz bitmişti… Otel enkazının her yerinde kablolar vardı mavi kırmızı… Oğlumun bavulu da bu yerdeydi… Ben bavulu kendim bulmak istemediğim için enkaza yaklaşamadım. Kanım donmuştu… Ayağım yaralanmıştı ama 3 gün boyuna ağrısını hissetmedim. Cenazelerimiz tek tek çıkıyordu. Hepsi uyur pozisyondaydı, uyuyorlardı… Ertesi gün oğlumun oda arkadaşı bulundu. Artık oğlum Aras’ın da cenazesinin bulunacağının yakın olduğunu anlamıştım. Sonra oğlumu da buldular. Teşhis için çadıra girdim. Benim oğlum da uyur pozisyondaydı… Rahat uyuyamamıştı… Cenazeyi teşhis ettim oğlumdu… Cenazede yıpranma vardı ama kanama yoktu. Bir şekilde bir yerde sıkıştıklarını anlıyorum. Ağır bir tahribat yoktu. Onu beyaz yüzlü gördüm, gözleri maviydi… Gözleri maviyse Aras’tır dedim… Cuma günü gün boyu bekledik. Diğer bulunan cenazelerle birlikte ülkeye döndük ve çocuklarımızı defnettik. Biz her gün 6 Şubat’a uyanıyoruz. Ben kalbimi bu şehre gömdüm…Tek oğlumu bu şehre gömdüm… Benim umudumdu Aras… Memleketin de umudu olabilecek bir çocuktu… Akıllıydı, her şeyde ön plandaydı… İsias çocuklarımızın sonu oldu…
Dün duyduklarıma inanamadım. Bu 11 sanığın tamamı yüzümüze baka baka bize yalan söylediler. Her şeyi tamam yaptığını söyleyen Ahmet Bozkurt, oğulları ve kızları hepsi suçlular… Hepimizin hayatını bitirdiler. Enkazın yakınına gelen herkes demirinden betonuna her şeyin yanlış yapıldığını anlayabilirdi… Onlar gelip otel enkazıyla yüzleşti mi? Bir kum kovası düşünün… Ters çevrilmiş bir kum… Çocuklarımızı tonlarca kumun altından çıkardık…
Bugün buraya hiçbir binanın ayakta olmayacağını bilerek geldim. Birazcık doğru şey yapılsaydı bu İsias denen cenaze arabasında, belki çocuklarımızın bir kısmı olsun yaralı olarak kurtulabilirdi…
Biz bugün Adıyaman’a geldiğimizde bilime uygun yapılan binaların ayakta olduğunu gördük. Ben sanıkların, burada olmasını ve şu anda üzerimizde giydiğimiz kıyafetteki çocuklarımızın yüzünü görmesini istiyoruz. Adalet istiyoruz. Hepsi katil, ahlaksızdır… Bizi deprem değil siz öldürdünüz… Katilsiniz!