Madem sonuçta Rumlarla kol kola girip bunca yıllık ayrılığa ağıt yakacaktık, el ele verip oyunlar oynayacak şarkılar söyleyip doyasıya hasret giderecektik, ayrılık ateşine, yanıp tutuştuğumuz birleşme özlemine bir nebze su serpmek için hikayeler anlatıp piyano eşliğinde dış diplomatların da izleyeceği şiirler söyleyecektik Şehit kanlarıyla sulanmış kalemizde madem; neydi o hisarlarda, hendeklerde, Sakarya’da, Baykal’da, Karakol’da, NK lisesinde, Boğaziçi semtinde dostlarımıza! Karşı silah kuşanıp cephe almak, yıllarca uykusuz karda kışta yağmurda çamurda sıcakta aç sefil yarı çıplak nöbet tutmak, sıkıntılara katlanmak çatışmak ve sonunda savaşmak? Niye verdik oğlum biz bu kavgayı? Niye aldık kardeşim biz bu GAZİLİĞİ? Vefakar cefakar eskiler göçerken yerine gelenlerin çoğu tutmadı bıraktığımız yerden bir ucundan Gazimağusam. Hatta kınadı, sitem etti şikayet etti zorlu mücadelemizi.
Var olabilmek için çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek yakınlarımızı, arkadaşlarımızı, sevdiklerimizi feda etmek, birçok insanımızı kayıp listesinde görmek, yıllarca ablukada korku endişe içinde yarı aç yarı çıplak yaşam kavgası vermek, günlerce susuz katıksız, pislikler içinde ayni elbiseleri giymek, sıkıştırıldığımız yere pislemek, günlerce bebelerin bezini değiştirememek, sütsüz mamasız, mazgallarda mağaralarda havasız karanlıklarda çile çekmek niçindi anlatamadık, anlamak istemediler.
Niye kazdık kardeşim biz o Baykal Kurtuluş tünelini her gece sabahlara kadar büyük gizlilik içinde bir buçuk yılda bir avuç insan? Kimin için, kimden kaçıp kurtulmak için? Osman Karamano (Özkaraman) ile birlikte 1956’da Gazi İlk Okulunda son sınıf iken sömürge bayrağını ne indirdik direkten da alıp kaçtık, ve bir hafta okula gidemeyecek kadar Müdürden dayak yedik (gerçi yoklama yaptırtan İngilizlere bizi ele vermedi, yoksa okul kapatılacaktı, bizi de ıslah okuluna dedi Müdür bey, o ayrı) Ömer Giritli ile 1958’de kale içinde İngiliz birliğinden niye silah kaçırdık kardeşim biz?
Tatillerde rahmetli demirci Hasan dayının atölyesinde bölgelere, köylere ulaştırmak için gece gündüz niye yardım ettik süngü yapımına avuçlarımız her gün tanıp kabarana kadar? Kadınlarımız hisarda Mücahitlere çay çorba yemek nasıl taşıdı o kıtlıkta kardeşim?
Neden nümayişler yapıp hepsine katıldık tüm Mağusa olarak? 28 Ocak’ta Mağusa Kapısında kavgaları niye yaptık, göğsümüzü kurşunlara siper edip Şehitler verdik? Adanın diğer bölgelerinde de Türk halkı olarak birlikte niye ayağa kalktık, tek yumruk olduk, direndik büyük mücadeleler verdik, niye türlü baskılara şiddete, sokağa çıkma yasaklarına karşı koyduk, analar bacılar eşler hep önde yürüdü bu var oluş kavgasında neden? Şimdi hani nerede kardeşim, bu birlik beraberlik bu duygular bu azim bu inanç?
Lefkoşa, Mağusa, Limasol, Baf, İskele ve diğer tüm Türk ve karma köylerimizde yediden yetmiş yediye dim dik ayakta müthiş mücadeleler verdik, Şanlı Erenköy direnişinde destanlar yarattık, Sakarya’da Çanakkale gibi geçilmez dedik, Geçitkale-Boğaziçi savaşlarında her şeyimizi ortaya koyduk Şehitler verdik, Mutlu Barış Harekatında Mehmetçik ile omuz omuza kol kola savaştık, varlığımızı ortaya koyduk, Hürriyetimizi, haklarımızı savunduk koruduk çok badirelerden geçtik başardık. Da bütün bunlar, Gazimağusa Belediyesi ile Güney Mağusa Belediyesinin!!!! Sonuçta surlar içinde BİRLİKTEYİZ etkinliği için miydi mücadelemiz, geleceğimiz nokta bu muydu? Komşuda değil de neden hep içimizde oluyor bunlar? Komşu, Mağusa Belediyesi ve başkanı kendileridir diyor bizi kabul etmiyor ama. Kendince haklı, sahte devletin! Belediyesi de sahte! Diyor yüzümüze. Zaten kol kola girenler de aynisini diyor
O kalenin surlarında nice sevdiklerimizi Şehit ettiler orantısız güç kullanarak. Kaç kişi işine gitmek için çıktı bir daha da dönemedi kaleye. Hepsi kaçırıldı kuyulara atıldı. Önemli konuklar Canbulat Kapısından girerken götüreydiler onları tam karşıdaki Şehitliğe, görsünler eserlerini. Oralarda da yapaydılar iki toplumlu şarkı söylemeyi, şiirleri hikayeleri, ha bu Şehitlerin de vardı hikayeleri yarım kalmış, aktarırdık yaşanmış gerçekleri. Yok, gerçekler değil şimdi unutma, üzerine sünger çekme, Barış zamanı zannedip yamalanma zamanı.
Bakınız, Hristodulidis efendi dünyanın gözünün içine bakaaa bakaaa Kıbrıs sorunu 1974’te 20 Temmuz’da Türkiye’nin işgaliyle başladı dedi. Bir çok kişi ve gruplar sıraya girdi benimle görüşmek ister, bazılarıyla da görüştüm, özellikle Türk gençlerden çok mesaj alıyorum ne yapıp edeyim Kıbırs’ı birleştireyim, Rumlarla birlikte yaşamak isteriz, dünyaya açılmak isteriz dediler, diyor. Ey birleşikçi, işbirlikçi Federalciler, bu efendiye söyleyecek bir sözünüz yok mu?
Federalicilerin başını çekenlerden bir Vekilimiz, eşit Federal adil bir çözüm istediklerini, BM çizgisinden çıkılmaması gerektiğini söyledi. Eeee adil olan nedir acaba, içi boş mu dolu mu? O BM ki, O çok değer verdiği, haksız taraflı kararlarını Tanrı kelamı sandığı, Türklerin Cumhuriyetteki ortaklık haklarını saldırganlara verenleri, onları tek egemen kabul edenleri, masum tarafı da cezalandıranların çözümsüzlüğün yegane sebebi olan BMGK’nin dümen suyundaki biatçı zihniyetin halkı sürüklemek istediği yolun sonu uçurum olduğu şüphesizdir. Güvendikleri O Uluslararası hukuk da dükkanı kapatmış haldedir, BMGK ise güvenilirliğini ve itibarını çoktan kaybetmiştir. O yüzden Rumlar yalan söyledikçe hep birlikte bataklığa gömülürler.
Daha ne söylemelerini isterler, azınlık, yama olmamızı mı? Bunu söylediler zaten. 1963 sonrası 11 yılda yaşananları sildiler inkar ederler madem, ki olanları yazmaya gerek yoktur, taraflarına bakmak bile bize haramdır. İnkar etmeleri, pişman değiller demektir, yaptıklarından haklıydılar demektir, 1960 Cumhuriyeti onların idi demektir, zırnık koklatmazlar demektir. Sn Özcan Özcanhan abimizin ‘Hediyelere aldanıp güvenmeyin’ başlıklı geçen günkü yazısı her şeyi anlatıyor.
Son günlerde ‘Gıbrızlılık’ kimliği üzerinde artan şekilde inatlaşma veya tartışma yahut kendini ifade etme konusu gündemde. Kısacası bazıları Türk olmadığında ısrarlı. Serbesttir. Lakin bu bir amaca yönelik kurgudur. Nedir, adada Türk nüfusu düşük göstermek, bunların da masada hakları ve söz sahibi olmaları, Türk tarafının elini zayıflatmak, Rumlarınkini güçlendirmek, hele BM toplantısı öncesi Türk tarafının parçalı, çok sesli ve idarenin karşısında büyük bir kitlenin (Federalcilerle beraber) olduğu ve temsiliyetin şaibeli olduğunu göstermek. Zaten iddia da etmişlerdi. Yine son günlerde bir sn Parti başkanı AKEL’i aşarak birinci Partinin hem Meclisin başkanı bayan Annita’yı ziyaret etmiş. Hristodulidis efendiyi ziyaret edip sır gibi gizlenen kişi ve gruplar kimler? Bu, ne ilktir ne de son. Türkiye ve biz eşit egemen devletçiler düşman, komşu dostları. Doğru ve yanlış ortada, tercih meselesi.
Ben gene de 1981 AKEL Genel Sekreteri Ezikiyas Ppayuannu’nun üyelerine gönderdiği ve yönetimlerin de beğenip aynen uyguladığı Genelgeyi aktarayım, bilinsin hem neler oluyor anlaşılsın.
Madde1- Kıbrıs sorununun bir savaş ve işgal sorunu olarak 1974’te başladığını içte ve dışta herkese kabul ettirmeliyiz.
Madde 2- Kültür, sanat, gelenek, tarih ve folklor gibi yöntemlerle adada ‘Kıbrıslı Türk’ ve hatta ‘Türk’ değil, bir ortak ‘Kıbrıslı’ kimliği olduğunu coğrafi ve kültürel tarihi veriler üzerinden Türk toplumuna kabul ettirmeliyiz. Bunu başarırsak sorun kendiliğinden çözülür, başaramazsak sonuç iyi olmaz. İçimizde yaşadığımız işte tam da budur, bir çuval incirin berbat olmasıdır, başardılar.
Sn Akıncı döneminde Cumhurbaşkanlığında koordinasyonlarda çok yetkili bayan Limasol’da bir ortak eğitim toplantısında konuşmasında ortak Kıbrıslı kimliğinden söz ettiğinde Rum Eğitim Bakanı neredeyse çıldıracaktı, kürsüye fırladığında ‘ Biz Kıbrıslı Milleti değil, biz Kıbrıslı Helenleriz ‘ demişti, bizimkine bakarak. Geçmiş olsun.