Üretmek yine üretmek !

İlgisiz olsak da sosyal hayatın günlük olayları etkileşimlerinden kaçınamıyoruz.

Abone Ol

Nitekim genellikle şu son günlerde bir gözümüzle kulağımız da TC’deki “genel seçimlerde… Ki ben çok uzun yıllardır (tabi ki kendi değer yargılarımda) ne böylesi iddialı ve heyecanlı seçim kampanyasına tanık oldum ne de “iktidar ve muhalefet” çekişmesine tanık oldum. Ki Türkiye’de Ecevit’ten bu yanadır diyorum ilk defa belirginliğiyle “sol ve sağ” fraksiyonlar da öne çıktı…

   TABİ ki biz TC’deki seçimi, burada oy haklarını kullanacak olanlarının yoğunluğuna karşın uzaktan izlemekle yetiniyoruz. Nitekim dün İzmirli olan gelinim DAÜ’de oyunu kullanmadan önce bize uğradığında onca laflamalar arasında bile “oyunu hangi partiden yana kullanacaksın” diyerek sormak gereğini duymadım? Kaldı ki terbiyesizlik de olacaktı…

   FAKAT bildiğim ve hepimizin bildiğince biliyoruz ki Türkiye’deki siyasi gelişmeler nasıl gelişirse gelişsin ulusal nitelikli Kıbrıs siyasi sorununa ve KKTC’ye yönelik büyük ilgi ile vazgeçilmez “anavatan-yavru vatan” mefhumuna dayanan iki ülke arası siyasi ve sosyoekonomik bağları kimse kopartamaz, bu ilişkileri hiçbir siyasi parti bozamaz…

   KALDI Kİ çok iyi biliyoruz: “Kıbrıs” yani KKTC, Türkiye’de siyasi partilerin üzerinde ve bir ulusal hassasiyet içinde mutabakata varıldığınca bu tip propagandaların dışında bırakılmıştır… Tutun ki seçim kampanyaları ve hırgürler sırasında bir zarara uğramamak için özellikle korunmuş nadide bir çiçek gibi…

   DOĞRUSU seçim kampanyası sırasında sürdürülen bu hassasiyete müteşekkiriz. Gerçekten de ispatı vücut buldu ki “KKTC Türkiye’de tüm siyasi partilerin ortak paydalarda sahiplendikleri tek ulusal davasıdır…” Diyeyim ve bir başka olaya geçeyim:

***

   HER GÜN yazdığımız için biz “köşeciler” ülkenin gidişatını tutun ki birazcık daha iyi biliriz… Çünkü üstümüze vazife olmayan bütün olaylarla sorunların derdi davası da zaten bizden geçerken, çok bir şeyler yazmaya da gerek yoktur. Mesela ne olacak şu trafik kazaları demek de yeter, millet ahh pahalılık vah pahalılık dedikçe inadına pahalılık daha da artarken ete süte de bulaşılır, kabakla patlıcanın fiyatına da!

   AMA: Doğrusu onca karıştırmacılıkla hadsizliğimize karşın kalkıp da “ülkede ithalat serbest olsun” demeyiz!

   Buna karşın ama “daha çok üretim ve daha çok denetim” olmalı deme hakkımız da her zaman bakidir!

   Nitekim geçtiğimiz hafta Kasaplar Birliği Başkanı Halil Akbıçak bile “et ithalatı açılmazsa iki ay içerisinde hayvan azlığından dolayı fiyatları çok daha fazla yükselecektir” demek gereğini duyduydu ki  şaka yapmıyordu!  

***

   SADECE et ithalatı değil ama… Bazı üreticilerin ve ithalatçı firmaların canını sıkmak istemem fakat taşıma suyla yani ithalatla da değirmen dönmez… Elin malıyla ne ekonomi gelişir ne kalkınma gerçekleşir!

   Üretilmesi mümkünken “üretmeden, üretemeden” sadece ithalatla devleti idame ettirmek de mümkün değildir!”

   Kİ ANLATIYORUZ ZATEN: bu ülkeye İngiliz sömürge döneminde ve sonrası kısa bir süre yıllar yılı vapurlar dolusu donmuş et ithali yapıldı… Bizzat o irili ufaklı dondurulmuş körpe kuzu ve koyunlarla dana butlarını, limana dayanan vapurların sürekli soğutulan ambarlarından indirir, sırtımız donmasın diye örttüğümüz torbaların üzerine yatırarak kamyonlara yükleyip Mağusa limanın hemen dışındaki buz fabrikasının ambarlarına taşıyarak çengellere asardık…

   VE EVET pahalı olduğu için kasaptan alamadığımız etin donmuşunu buzdolaplarında satılan bakkallardan çok daha ucuza sağlardık! Ve hatırlatayım: Fakat o fukaralık yıllarında bile etsiz günümüz geçmezdi et yerdik et!

   DAHASI MI? Tereyağı niyetine kola fiyatına kutularda ithal margarin vardı onlardan satın alırdık…

   Ve hellimden çok daha ucuz olduğu için bugün fiyatından yanına yaklaşılamayan, ambalajından dolayı “kırmızı peynir” dediğimiz top gibi yuvarlak peynirler sadece sabah kahvaltımız değil, öğle akşam yediğimiz harika yiyeceklerimizdendi…

   VE EVETTT: Eğer devletsek, üreteceksek, tarım ve hayvancılığı koruyacaksak bu gıda maddelerini sağlayan, üreten “üreticilerimizi” destekleyecek koruyacağız da!

***

   KAZIK YEME PAHASINA değil ama! Kİ bu ülkede vakti zamanında “Türk’ten Türk’e” kampanyaları nedeniyle yediğimiz kazıkları sıralasak dünyayı beş on defa dolanırlar, sonra gene gelip yeni kazıklarını yedirmek için yine tüketici kesimini bulurlar!...

   O eskilerde sözünü ettiğimiz kampanyalar ise sadece dayatma değildi! Üretmek yerine sonuna kadar açılmış ithalat kapılarından ülkeye doluşan yiyecek içeceklerdi. Ki uzun süre kısır üretime karşılık ithalatla ayakta durmaya çalışan bir toplum durumuna düşmüştük!

   SONUÇ? Üretebildiklerimizi çoğunluğunca üretip ihracatı artırmaktan başka çaremiz yoktur…

***

   KISACA TAKILDIĞIM: Hiçbir toplum homojen değildir… Dolayısıyla dirlik ve düzenleri sağlamak için “yönetim sistemleri” yanı sıra insanların hakları ile hukuklarını hem güvenceye alan hem de koruyan yasalar yapılır…

   YİNE de insanlık tarihi mağdurlarla mazlumların… Gasp edenlerle gaspa uğrayanların… Kişi hak ve özgürlüklere saldıranlarla bu saldırılara karşı koyanların “tarihi olaylar” anlatımları ile yoğundur.

   GEÇEN hafta bir doktorumuz hastası tarafından darp edildi. Tabi ki olmamalıydı. Fakat oldu. Anlatılanlara ve haberlere göre söz konusu “hasta” zaten öncesi olayları nedeniyle “şiddet yanlısı” bir yurttaş. Polislik vakaları mevcut. Nitekim tedavisini sürdüren bir doktorumuzun muayenesini beğenmemiş itip kakmış dövmeye kalkmış.

   VE tabi toplumu da ayağa kaldırmış… “Vay sen, seni muayene eden doktoruna nasıl saldırır dövmeye kalkarsın” gibilerinden tepkiler de toplumsal bir “lanetleme” haline getirilmiş… Bu tepkiler gösterileri olmalı mıydı?

   EVET… Ancak bu ve benzeri olaylarda akıldan çıkartılmaması ve öncelikle sorulması gereken şu soruyu sorarak:

   “BİZ nerede hata yaptık ki bir hastamız hem de devletin hastanesinde kendini muayene etmek isteyen doktoruna saldırıp dövmeye teşebbüs ediyor!”

   BU son cümle hâlâ kulaklarımda çınladığınca rahmetlik Arif Hasan Tahsin Desem’e aittir. Kendisi sık sık anlatırdı ben de kaç kez ne zaman yeri gelse “köşemden” yineleyerek anlatırdım.

***

   ANLATILAN OLAY ŞUYDU: Arif Hasan Tahsin (Desem) bir zamanlar Avustralya’da evli kızının ziyaretine gider ve sıcağı sıcağına elindeki silahla bir otobüs dolusu yolcuyu tarayarak bazılarının ölümüne neden olan bir “saldırganın” gazetelerdeki haberlerine toslar.

   Kİ rahmetlik Arif Hasan Tahsin hoca şöyle anlatırdı hatırasını: “Bu olaydan sonra derdi merak ettim. Acaba gazeteler bu konuda neler yazacaklar? Nitekim ertesi sabah bir iki gazete aldım, olayı türlü çeşitli anlatıyorlardı ama hiçbiri “otobüsteki öğrencileri tarayan suçlu için “cani, katil, Allahsız” gibi ifadeler kullanmıyor, şunu yazıyor ve soruyorlardı: “Biz eğitimde sosyal hayatımızda nerede hata yaptık ki bir otobüs dolusu öğrenciyi elindeki silahıyla tarayıp öldürecek tıynet ve akılda insanlar yetiştirdik!..”

   GALİBA artık bizim de asıl sorgulamamız gerekenlerden biri de yetişmekte olan geleceğin sahipleri olacak yeni nesil insanlarımızdır… Bu konuya sorunlarıyla ileride yeniden döneceğim…

{ "vars": { "account": "G-4YY0F4F3S9" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } } { "vars": { "account": "G-1E4JSD5JXZ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }