Stoa felsefesi bağlamında şiirde duygunun yeri

Abone Ol

   Şiirin ne’liği noktasında geçmiş asırlardan bugüne düşünürler, eleştirmenler ve şairler tarafından çeşitli tanımlamalar yapılmıştır. Ancak bu tanımlamaların genellikle şiiri ciddiye alan kişiler tarafından izlenmesi nedeniyle şiirle toplumsal bilinç arasında bir çelişki ortaya çıkmaktadır.

    Şiir okuma oranının roman ve öyküye kıyasla daha düşük kalması, eğitim müfredatlarında sunulan edebiyat derslerinde şiirin kendine tam anlamında yer bulamaması ve dizilerde şiirin duyguları klişe sözleri ifade etme aracı olarak yansıtılması gibi durumlar, şiirin toplum tarafından romantik sözler, duygu aktarımı, iç dökme şeklinde anlaşılmasına neden olmaktadır.

    Böyle bir toplumsal bilinçle şiir yazmaya başlayan şair adayı da yazdıklarının şiir olmadığının sadece duygusal aktarımlardan ibaret olduğunun farkına varamamaktadır. Farkına vardığında da kendini dipsiz bir uçurumun kenarında bulmaktadır.

    Bu noktada asıl üzerinde durulması gereken şey, şiirin duyguların olduğu gibi aktarılmasından çok estetik malzeme olarak kullanılması ve bir sanat eserinin doğuşuna olanak sağlamasıdır. Bu nedenle şiir ile duygu arasında bir dengenin olması önemli bir yerde durmaktadır.

    Şiirde duygunun, sanatsal söyleyişin önüne geçmesi bir paradoks yaratmaktadır. Öyle ki şiir duygudan doğarken duygunun ağırlığı şiirin estetik ölümünün gerçekleşmesine neden olmaktadır. Bu durum buzun sudan doğması ve yine su yüzünden varlığını yitirmesi şeklinde de düşünülebilir.

   Bu nedenle şairin estetik üretim içerisinde iradesini duygularının eline bırakmak yerine duygularını estetik malzeme olarak kullanmanın yollarını araması gerektiği kanısındayım.

Stoa felsefesinde duygunun yeri ve duygunun şiire dönüşümü

   İnsanın duygularının iradesinde eylemde bulunması konusu Stoa felsefesinde de kendine geniş bir alan bulmaktadır. Stoa felsefesine göre bireyin içsel huzura kavuşabilmesi ve mutluluğa erişebilmesi için kendi kontrolü dışındaki şeylerden uzak durması ve doğaya uygun yaşaması gerekmektedir.

   Stoa felsefesinde “Kontrol İkilemi” denilen kavram insanın endişelerinden nasıl kurtulabileceğine işaret etmektedir. Bu kavrama göre bireyin kontrol edebileceği şeyler hakkında endişelenmesine gerek yoktur çünkü zaten kontrol edebilir. Kontrol edemeyeceği şeyler hakkında da endişelenmesine gerek yoktur çünkü zaten kendi kontrolünde değildir.

   Bu durum genellikle trafik örneği üzerinden verilmektedir. Bir şoförün trafikte dikkatli olması, hız yapması kendi kontrolündedir. Bunun için endişelenmesine gerek yoktur ancak yolda trafik sıkışıklığı yaşandığında, bir kaza olduğunda bu kendi kontrolünde değildir, bunda da endişelenmesine gerek yoktur.,

   Başka bir örnek vermek gerekirse ikili ilişkilerde karşı tarafın kişinin beklentilerine yönelik davranış sergilememesi üzüntü ve endişe yaratmaktadır. Stoa felsefesine göre düşünüldüğünde ise karşıdaki kişinin davranışları benim elimde değildir bu nedenle endişelenmem gereksizdir çünkü hiçbir şeyi değiştiremem.

   Stoa felsefesinin konumuzla ilgili en önemli özelliği ise duyguların kontrolü noktasında gerçekleşmektedir. Bu felsefeye göre duygu insan hayatında kritik bir öneme sahiptir ancak duygular insanın kontrolü içerisinde olmalı ve dengede tutulmalıdır. Duyguların aşırılığı insanın aklının önüne geçmesine ve mutsuz olmasına neden olmaktadır.

   Görüldüğü gibi Stoa felsefesi de şiir sanatında olduğu gibi duyguların kontrol altına tutulması görüşünü benimsemektedir.

   Şiir de şairin duygularının esiri olduğu yerde değil, duygularını kontrol edebildiği bir çölde yeşermektedir.

   Nitekim duygusal aktarımın olduğu konuşma diliyle duygunun dönüştürüldüğü şiir dili noktasında şu örnekler verilebilir:

“Bugün çok hüzünlüyüm, canım sıkkın” gibi konuşma diline ait bir cümle Cemal Süreya tarafından şöyle dile getirilmiştir:

Bilinir ne usta olduğum içlenmek zanaatında

Canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını”

   Bir okur yukarıdaki dizelerle karşılaştığında içlenme, kederlenme duygu durumuyla zanaat arasında bağlantı kurulması karşında şaşkınlık yaşar. İçlenmek nasıl bir zanaattır sorgusu içerisine girer.

   Okur daha sonra hüznün kuşlara benzetildiğini ve şairin bu kuşları canıyla beslediğini görür bu da imgenin şiirdeki yerini göstermesi açısından önemlidir.

   “İstediğim sevgiyi alamıyorum, mutsuzluktan ölüyorum, kimse benim kadar mutsuz olamaz” gibi bir cümle Turgut Uyar tarafından şöyle sunulmaktadır:

“Mutsuzluktan söz etmek istiyorum

Dikey ve yatay mutsuzluktan

Mükemmel mutsuzluğundan insan soyunun

Sevgim acıyor”

   Bu dizelere bakıldığında ise şairin mutsuzluğu dikey ve yatay olarak iki kategori içerisinde ele aldığı görülür. Dikey ve yatay mutsuzluk nedir, dikey mutsuzluk içerisindeki insan nasıl bir duygu durumu içerisindedir?

    Yatay mutsuzlukla karşı karşıya kalan kişi nasıl acılar çeker? Tüm bunların ardından şairin sevgisinin acıması nasıl bir acıdır? Tüm bunlar okurun sorgulamasına, kendi hayatıyla bağlantı kurmasına olanak sağlamaktadır.

 “Gelsene dedi bana

Kalsana dedi bana

Gülsene dedi bana

Ölsene dedi bana

 

Geldim

Kaldım

Güldüm

Öldüm”

   Nâzım Hikmet’in hayatını kaybettiğinde cebinden çıkan son şiiri “Vera’ya”ya bakıldığında da romantik ilişkilerdeki duyguların nasıl sanatsal bir varoluşa kavuştuğu görülmektedir.

   Şair, sevgilisiyle olan ilişkisini dört eylem içerisinde belirtmektedir, bunlar: gelmek, kalmak, gülmek ve ölmektir. Burada şairin yaşadığı duygu yoğunluğu “Az sözle çok şey anlatmak” ilkesine uygun olarak derin bir yapıda sunulmaktadır.

      Bu açıdan yaklaşıldığında duyguların olduğu gibi aktarılmasının klişeye yol açtığı, duyguların estetik malzeme olarak kullanılıp dönüştürülmesinin ise estetik bir yaratımı olanaklı kıldığı söylenebilir.

{ "vars": { "account": "G-4YY0F4F3S9" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } } { "vars": { "account": "G-1E4JSD5JXZ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }