Okuma yazma oranının yüksek olduğu cahillerle dolu bir ülkeyiz.
Üniversiteler adasında, neredeyse üniversite bitirmeyen, yüksek lisans yapmayan kalmamışken halen birçok konuda çok geri, çağdışı kalmış olmamız üzüntü vericidir.
Anladık ki üniversite bitirmekle çağdaş olunmuyormuş.
En kötü tarafı da üniversiteler adası, okumuş cahillerle dolu. Üzgünüm ama maalesef öyle…
Nerede hayati bir sorunumuz varsa, o alanda eğitim eksikliği, bilinçsizlik, kültür yozlaşması görmek mümkün…
Mesela çevre bilinci açısından berbat bir durumdayız. Çevremizi, sokağımızı, köyümüzü, şehrimizi, ülkemizi acımadan kirletiyor ve aynı zamanda katlediyoruz.
Ne yeşilimiz kaldı ne tepemiz ne dağımız ne deremiz ne denizimiz, hepsini de hallettik. Ne kadar doğal güzelliğimiz varsa yok ediyoruz.
Tarihi eserlerimizi de korumuyoruz, böyle büyük bir zenginliği yok etmek için uğraşıyoruz.
Trafik kültürümüz de yerlerde sürünüyor, altyapısı korkunç derecede bozuk ve kazalara davetiye çıkaran bir ülkede, kuralları çiğnemek için yarışıyoruz, anlamsız bir şekilde adeta ölüme koşuyoruz…
İş kazalarıyla ilgili de tedbirsiziz, birbirine benzeyen ölümlü kazalar oluyor, tedbir alamıyoruz.
Kadın cinayetlerini kınayacağımıza ve tedbir alınmasını talep edeceğimize, kadına kabahat aramaya çalışıyoruz, “o da bakalım ne yaptı”, “o psikopatla arkadaş olmasaydı” diyebiliyoruz.
“Hoşgörülüyüz” diyoruz ama LGBTI bireylere düşmanlık besliyoruz, azınlık gruplara katlanamıyoruz.
Evimizde hayvan besliyoruz ama kendimizin olmayan, sokağımızda, avlumuzda dolaşan hayvanları zehirleyip öldürebiliyoruz.
“Avcıyım” diye övünüyoruz ama kaçak ava gidebiliyoruz.
Et kaçakçılığından şikâyet ediyoruz ama et kaçakçılığı yaparken yakalanabiliyoruz.
Maddi gücümüze bakmadan zora girip, borçlanıp lüks araç satın alıyoruz ama içine benzin koyacak, seyrüseferini, sigortasını çıkaracak para bulamıyoruz.
Markette bizden daha fazla alışveriş yapan Rumlara, bizim satın alamadığımız evleri satın alan Ruslara, İranlılara, pahalı lüks araçlar kullanan Afrikalılara düşman kesiliyoruz. Bizim fakirleşmemiz ve onların satın alabildiğini alamıyor olmamız sanki onların suçuymuş gibi davranıyoruz. Bu insanlara değil de bizi bu duruma düşüren yönetenlere tepki göstermemiz gerektiğini idrak edemiyoruz.
Şikâyet ettiğimiz, ülkeyi yaşanmaz hale getirdiklerini söylediğimiz, her şeyin kötüye gittiğini yinelediğimiz halde, kalkıp gidip bu olumsuzlukları yaratanları yeniden seçiyoruz. Seçimlerin bize verilen bir hak olduğunu unutarak, takım tutar gibi “partimiz” dediğimiz kötü yöneticilere yeniden oy veriyoruz.
Yüzümüze baka baka yalan söyleyen bazı yönetenlere, siyasilere, “yalan söylüyorsun” diyemiyoruz, tam tersine hak etmediği bir hürmet gösteriyoruz.
Partizanca istihdamlardan şikâyet ederken, ilk fırsatta yakınlarımızı partizanca istihdamla devlet kadrolarına yerleştiriyoruz.
Gözümüzün önünde her türlü partizanlığı, yolsuzluğu, haksızlığı, adaletsizliği yapanları, film izler gibi izliyor; “Ne yapalım onların dönemi, zaten her gelen yapmaz mı?” diye saçma sapan konuşabiliyoruz.
Partizanca istihdamlar çerçevesinde en önemli denetim organı olan polis teşkilatının başındaki Polis Genel Müdürü’nün oğlunun da KIB-TEK’e partizanca istihdam edilmesi bizi rahatsız etmiyor.
Partizanca istihdamı önlemesi gereken KIB-TEK’teki yetkili sendika EL-SEN’in başkanının oğlunu da istihdam ediyorlar, yine doğal karşılıyoruz.
Hatta devlet dairesinde, kamu görevini kötüye kullandığı için 5 yıl hapis yatan kişiyi, partizanca istihdamla KIB-TEK’e istihdam ediyorlar da ona bile ses çıkarmıyoruz, çok normal bir şeymiş gibi. KIB-TEK Yönetim Kurulu üyelerinin çok yakınlarını partizanca istihdam etmelerini doğal karşılamamız gibi.
KIB-TEK’te ihale sisteminin ortadan kaldırılıp, doğrudan alımlarla milyonlarca zarara uğratanlardan hesap sorulmasını bile talep etmiyoruz.
Kıbrıs Türk Hava Yolları’nı (KTHY) batırmış olmamızdan hiçbir ders almadan KIB-TEK’i, DAÜ’yü batırmak için de elimizden geleni yapıyoruz.
DAÜ’de ekonomik akıldan yoksun işler yapılırken, orayı partizanlık yakıp yıkmışken, bu sistemin içinde bulunup bir şekilde nemalananlar sesini çıkarmayanlar, üniversite batma tehlikesi yaşarken ortaya çıkabiliyor ama iş işten de geçmiş oluyor.
Eğitimi çağdaş binalarda yapmak gerekirken önce çadırda eğitime, sonra konteyner sınıfa tav olabiliyoruz, bu hallere düşmemize neden olanlardan hesap soramıyoruz.
Kendimizi, ülkemizi çağdaş sanıyoruz ama yeni basılan ders kitaplardaki çağdışı değişikliklere bile doğru dürüst ses çıkaramıyoruz.
Beğenmediğimizi söylediğimiz statükonun bir yerinden tutunca, nemalanınca ne ilkemiz kalıyor ne direncimiz...
Kendimizi hep akıllı sanıyoruz, bu nedenle yapmamamız gereken şeyleri yapıyoruz ama akıllı değil aslında cahiliz hem de okumuş kara cahilleriz…
“Hayır bu dediklerin cahillik değil de bencilliktir” derseniz, ben de size derim ki ne farkı var? Ha cahil ha bencil; ikisi de bizi yanlışa götürüyor…