Sosyal medyanın aşırı kullanımı ve bozulan hayatlarımız

Abone Ol

      Her geçen gün sanal dünyanın günlük yaşamımızı kapsama alanı artmaktadır. Cep telefonları, bilgisayarlar, tabletler, televizyon ve daha nice elektronik cihaz kişilerin dünyasına egemen hale geldi. Gerçek yaşamdaki ilişkileri hedef alan, inciten zayıflatan bu durum; teknoloji bağımlılığı adı altında, pek çok alışkanlığı ve bağımlılığı da barındırıyor.

      Çift ilişkisini, aile bireyleri arasındaki ilişki dinamiklerini ve gerçek sosyal ilişkileri zayıflatan bu durum; uygulayıcısını da yalnızlaştırmada, önem verdiği kişilerden ve sosyal yaşamdan koparabilmektedir.

      Bu nedenle insanların teknolojik aletlerle olan ilişkilerini düzenlemeleri, yetiştirdikleri çocuklara da ölçülü davranmayı öğretmeyi başarmaları her zamankinden daha çok önem taşımaktadır.

      Herhangi bir günde, saatte, herhangi bir sosyal ortamda, kişileri kalabalık bir masada ve ellerinde teknolojik cihazlarla görebilirsiniz. Telefonlar, laptoplar açık ve kahve içmektedirler. İki sevgili akşam yemeğinde, cep telefonları, ellerinin uzanabileceği yerde. Oysaki elleri tutuşmayı kolaylaştıracak mesafede olmalı değil mi? Veya kafede oturan gençlerin sohbet neşeleri ortalığı çınlatmalı. Bunlar artık oldukça azaldı.

      Etkileşim içinde olmak; bireysel ve sosyal doyumumuz, duygusal sağlığımız için bu kadar önemliyken; bizi yalnızlaştıracak ve büyük olasılıkla ruh sağlığımızı bozacak bu sanal gerçekliğe neden teslim oluyoruz? Kontrolü elimizden almasına, bizi gerçek yaşamda bulunmayan sahte bir dünyaya hapsetmesine neden müdahale edemiyoruz?

      Bu konu önemli çünkü araştırmalar, sanal âleme ayrılan sürenin hızla artmaya devam ettiğini göstermektedir. Bu da bozulan ilişkilerin artacağına işaret ediyor. Sadece bu da değil. Çocuklar, eğitimleri, oyun içindeki gelişimleri, aile değerleri, çocuk yetiştirme beceri ve düzenimiz ve daha nice insani kazanım tehdit altındadır. Parmak ucu imparatorluğu, arsız bir canavar gibi, her geçen gün daha fazlasını hedeflemektedir. Kendimizle ve başkalarıyla olan ilişkilerimizdeki bu bozulmaya dur demeyi başarmalıyız. İlişkilerimizin zarar gördüğü her noktada, duygularımız da incinmektedir.

      Kalabalıklar arasında yalnız duyumsamak, mutsuz hissetmek arttıkça; sanal dünyaya sığınmamız da artacaktır.  Buradaki konu sosyal medya, sanal âlem veya her neyse onu kapatmak değil, idare etmeyi öğrenmektir. Böylece esir düşmeyiz ve sağlıklı ilişkilere ve yaşam aktivelerine ait olan zamanı tüketmemiş oluruz. Gerçek mutluluğu, hazzı gerçek dünyada ve gerçek insanlarda bulmaya devam ederiz.

      İlk aklımıza gelen sevdiklerimizle, sosyal yaşamımızla olan ilişkilerdeki bozulma olsa da, sanal dünyada gezinirken duygusal sağlığımız bozuluyor ve bazı bedensel sorunlar da ortaya çıkıyor. Araştırmacılar; dikkat dağınıklığı, odaklanma sorunu, zaman ayarında tutarsızlık, uyku bozuklukları, sabırsızlık, öfke kontrolünde zayıflık gibi pek çok sorunun ortaya çıkmasında, bu alışkanlığın itici faktör olduğunu söylemektedirler.

      Daha öteye gidersek, sanal dünyada yaşanan sanal ilişkilerin kişileri esir aldığını görürüz. Kapalı, tek taraflı, emeğe dayalı olmayan bu tatlı yaşam, tuşlarla, bazen kameradan iletilen hazlarla sürdürülürken, alini taşın altına koymadan elde edilen tatlı şırıngalar; gerçek yaşamdaki ilişkileri bozacak kadar güçlü olabilir. Emeksiz aş olmaz elbette ama sanal dünyada sadece tuşları kullanarak haz elde etmeye alışmak çok kolaydır. Sevgilin, eşin yanında ama sen bilmem hangi lise yıllarında kalan eski sevgilinle sohbettesin. Eşine, çocuklarına ayıracağın zamanı başkalarıyla geçiriyorsun. Güven mi? O çoktan sahneden çekildi.

      Sonuç: Bozulan ilişkiler, yıkılan aile birlikleri, çocuklara yönelik istismar ve gazetelere, televizyon haberlerine kadar ulaşan, suç içerikli olaylar. Özellikle, çocukları hedef alan tuzaklar. Pornografinin hızlı yükselişi, yaş sınırı dinlemiyor.

      Büyük olasılıkla, günümüzde artan depresyon ve kaygı bozukluklarının arkasındaki faktörlerden biri de sosyal medyanın aşırı kullanımı ve bundan doğan alışkanlık veya bağımlılıktır.

      Düşünsenize sosyal medyada herkes kendini istediği biçimde göstermeye çalışıyor. Olduğu gibi değil, olmak istediği gibi. Sahte benlikler, ne kadar taşınabilir ki? Gerçek olmayan imajlar yaratmak kolay da, arkasından geleler duygusal bütünlüğün ağır yükleri. Olduğun gibi görünmek gerek elbette. Ancak, sanal dünyadaki gösteri söz konusuysa, göründüğün gibi olmanın pek mümkün olduğu söylenemez. Fotoşop sonuçta fotoşoptur. Beş yıldızlı bir otelin önünde sadece yer bildirimi yapabilirsin. Kendini zayıf, uzun, genç falan gösterebilirsin ama aslında böyle değilsin. Bekâr, yakışıklı değil; evli ve çocuklusun. Üstelik saçların dökülmektedir. Her adımda, sana ait olandan uzaklaşıp, kendine yabancı düşeceğin bir tuzağı kurarsın. Üstelik bu yalan dünya, kişilerin özellikle çocuk ve gençlerin kendilik değerlerinin düşmesine, farklı dünyaların insanları gibi olabilmeyi arzularken, kendilerinden uzaklaşmalarına ve bunun yarattığı değersizlik duygularının çoğalmasına da neden olur.   Fenomen denilen sanal kişiliklerin takipçilerini bir düşünün. Onlar gibi olmak isteyen, o yalancı kişilikleri evlerindeki yakınlarından daha iyi tanıyan çocuk, genç ve yetişkinler, kendilerini bulabilirler mi?

      Firavunlar, yerlerine geçecek çocuklarının, babalarının gücünün gölgesinden uzakta yetişmesini isterlermiş. Böylece tanrısal ve siyasal lider olan firavun, çocuğunun bağımsız yetişmesini ve göreve hazırlanma sürecinin gücün, güçlünün etkisinden uzakta değer duygusunun gelişimi eşliğinde doğal yollarla olmasını doğru bulurlarmış. Binlerce yıl önce onlar bunu görebilmişler. Ama günümüzde, aşağılık kompleksinin, değersizlik duygusunun engellenmesinin pek bir yolu kalmadı. Başta sosyal medya, her türlü yoldan çocuklarımızı etkilemeye ve özünden, ailesinden, yaşamın doğal akışından uzaklaştırmaya devam ediyor.

      Bir şekilde, önce kendimizden başlayarak, sosyal medya alışkanlıklarımızı gözden geçirmeliyiz. “Fenomen” denilen sahte kişilikleri takibi bırakmak da iyi bir adımdır. Sanal dünyada geçirilen süre, bu sürede mahrum kalınan gerçek ilişkiler ve ihmal edilen görevler de dikkate alınmalıdır.

      Sonuçta, yaşamımızın işgalcisini, hak ettiği yere oturtmamız gerek. Elimizdeki her şeyi alamaz. Bunu yapmanın bir yolu, sosyal medyada geçen zamanı azaltırken yerine gerçek dünyadan bir şeyler koymaktır. Bize ait, bize uygun bir şeyler. Sanal dünyanın elimizden aldığı her şeyi adım adım geri almayı hedeflemek gerek. Sevgiliyi, dostları, üretkenliğimizi, doğa ile ilişkimizi, çocuklarımızla zaman geçirmeyi, maçlara, konserlere gitmeyi, komşu ile kahve içmeyi…

      Yani, “ben”i bu sanal dünyadan geri almanın zamanı çoktan geldi.

{ "vars": { "account": "G-4YY0F4F3S9" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } } { "vars": { "account": "G-1E4JSD5JXZ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }